Uluslararası alanda yalnız kalan iktidar, dış politikada çizgi değişikliği içerisinde. Bu haftaki ‘İki Soru İki Cevap’ köşesinde Saray’ın yeni hamlelerini ve bağımlılık ilişkilerini uluslararası ilişkiler uzmanlarıyla konuştuk.

Yalnız kalan AKP yeni dostlar arıyor

POLİTİKA SERVİSİ

Uzun bir süredir Batılı ülkeler ile gergin bir ilişkiye sahip, Doğu Akdeniz’de yalnızlaşan, güçlü ittifakların karşısında yer bulamayan Türkiye, dış politikasında gözle görülür bir çizgi değişikliğine yönelik adımlar atıyor. AKP hükümetinin eski sert ve keskin söylemlerinin yerini ilişkileri toparlama adına verilen tavizler, diplomatik temaslar ve seyahatler almaya başladı.

ABD’de Biden’ın göreve gelmesiyle birlikte Ankara, Washington’daki yakın dostu Donald Trump’ı kaybetti. Şüphesiz, dış politikada ana eksenine müttefiklerle daha fazla işbirliği, Rusya ve Çin ile ilişkiler, insan hakları gibi başlıkları öncelikli sırasına alan Biden yönetimiyle işinin zor olacağı en başından anlaşılırdı. İnsan hakları ihlalleri, yolsuzluk, yargıya müdahale, Rusya ile ilişkiler gibi birçok konuda Batı ile tabiri caizse “limoni” bir ilişkiye sahip olan Türkiye, reform gibi müjdeler vererek yeniden masaya dönmeye çalışıyor. Dünyanın diğer tarafında yıllarca süren anlaşmazlıkların ardından ülke ekonomisinde yarattığı tahribatı ve yalnızlığı Ortadoğu, Afrika ve Körfez bölgesi ülkeleriyle olan ilişkilerinde yeni adımlar atmaya başlayarak toparlamak istiyor.

Tüm bunların yanı sıra İsrail ve Gazze'yi yöneten Hamas arasında 11 gün süren yoğun çatışmaların ardından ateşkes yürürlüğe girdi. Çatışmalar sırasında, Gazze Sağlık Bakanlığı, İsrail'in saldırılarında aralarında 100'den fazla kadın ve çocuğun da bulunduğu en az 243 kişi öldüğünü açıkladı. İsrail'de de yetkililer aralarında iki çocuğun da bulunduğu 12 kişinin öldüğünü bildirmişti.

Tüm bu çatışmalar sırasında Erdoğan’ın yoğun diplomasi trafiği ve sert söylemlerle Filistin-İsrail çatışmasında belirleyici aktör olmaya çalıştı ancak ateşkesi sağlayan sürecin ana aktörü Mısır oldu. Mısır bu hamlesiyle birlikte bölgedeki rolünü ve liderliğini pekiştirirken, Türkiye aradığını bulamadı.

Bu hafta 2 soru 2 cevapta görüşlerine başvurduğumuz Prof. Dr. İlhan Uzgel, Türkiye dış politikasında revizyon yapılması gerekliliği zorunlu hale geldiğinin altını çizdi.

Polonya’nın başkenti Varşova’da bulunan “Doğu Araştırmaları Merkezi” analisti ve “yeni” Türkiye’nin ideolojik temelleri üzerine çalışmalarını sürdüren uzman Mateusz Chudziak, “Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve Batı’da kurulan blokların karşısında oldukça yalnız bir şekilde hareket eden Türkiye’nin dış politikasında yeni dönemde attığı adımların en büyük motivasyon kaynaklarından birinin ekonomik olduğunu düşünüyorum. Türkiye bu krizden çıkmanın yollarını arıyor” ifadelerini kullandı.

Kadir Has Üniversitesi’nden Dr. Soli Özel ise “Eğer heyecanlarınız ve dış politika gerekliliklerini birbirine karıştırarak hareket ederseniz, sonunda kendinizi bulduğunuz yer oyun sahasının dışı oluyor” diye konuştu.

MATEUSZ CHUDZIAK: DEĞİŞİMİN NEDENİ EKONOMİK KRİZ

Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve Batı’da kurulan blokların karşısında oldukça yalnız bir şekilde hareket eden Türkiye’nin dış politikasında yeni dönemde attığı adımların en büyük motivasyon kaynaklarından birinin ekonomik olduğunu düşünüyorum. Geçmişteki kullandığı sert söylemler konusunda tavizler veren hükümetin içinde bulunduğu ekonomik krizin dışardan net bir şekilde görülüyor olması da işin ayrı bir boyutu. Ekonomik olarak çok daha zengin ülkeler, yani Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Katar’a karşı kurdukları blokta Türkiye’nin Katar’ın yanında yer almasının ekonomik maliyetleri oldukça ağır oldu. Bu taraflaşmada aldığı pozisyon nedeniyle bölgedeki birçok ülkeyle ticareti resmen durma noktasına geldi. Son yayımlanan rakamlara göre, Suudi Arabistan ile ticaret 2020'nin başından bu yana yüzde 98 düştü ve mevcut durumda Türkiye için son derece sancılı bir sürecin kapısını aralamış oldu.

Uzun bir süredir yalnız bir şekilde hareket eden Türkiye’nin aynı zamanda bu yalnızlığı kırmak için eski politikalarından vazgeçtiğini görmek mümkün. Bunun en büyük örneklerinden biri, Mısır’a karşı yürüttüğü politikaların değişmesi. Ankara, 2013'te darbeyle iktidara gelen Abdülfettah Sisi yönetimini ve uygulamalarını sert dille eleştirmişti. Darbeye karşı yürüttüğü “ahlak politikası” bölgedeki diğer Arap ülkeleri arasında istediği etkiyi karşılayamadı. Karşılayamadığı gibi yalnızlaştırdı. Şimdi bu politikadan geri dönülerek bu izolasyondan çıkmak istiyor. Uluslararası alanda bir izolasyonun içinde bulunan Türkiye, bir diğer yanıyla ülkenin Avrupa Birliği ile ilişkileri, insan hakları, Akdeniz'deki gaz rezervlerinin kullanımı konusundaki anlaşmazlıklar batı ile de gergin bir ilişki tutturmasına neden oldu. Özellikle ABD’de başkanlık seçimlerinin sonuçlarının ardından Biden’ın yönetime gelmesiyle birlikte batı ile ilişkileri tekrardan toparlamak adına hamleler atan Türkiye, içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkış yollarını arıyor.

SOLİ ÖZEL: ÇIKIŞLAR SERT AMA ETKİSİZ

İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarında, Türkiye çok sert çıkışlar yapan bir ülke olarak kayda geçerken ne olayların akışını ne de tarafları etkileyebildi. İsrail-Filistin çatışmaları sırasında Filistinliler, Arap Birliğini toplantıya çağırdılar ancak buradan herhangi bir sonuç çıkmadı. Bugün, ümmet değil devletlerinin çıkarlarının politikayı belirlediği bir dünyada yaşıyoruz. Eğer heyecanlarınızı ve dış politika gerekliliklerini birbirine karıştırarak hareket ederseniz, sonunda kendinizi bulduğunuz yer oyun sahasının dışı olur. Örneğin, Mısır halkının Filistinlilerin yaşadıklarına herkese göre daha az duyarlı olduğunu, tepki göstermediklerini sanmıyorum ama tüm bunların yanında Mısır İsrail’den büyükelçisini çekmiyor. Buna karşılık olarak Türkiye’nin, 2018 yılından itibaren İsrail’de büyükelçisi bulunmuyor. Bunun sonucunda, büyükelçinizin olmadığı bir yerde olayların gidişatını etkilemek konusunda sizin etkiniz olamaz. Diplomaside pratik ve akıllı bir şekilde hareket etmenin önemini bu meselede bir kez daha görmüş olduk.

Burada ilginç olan belki Müslüman Kardeşler’in baş destekçilerinden birisi olduğu için yakın zamana kadar bazı Körfez ülkeleri ve Mısır tarafından çok kez dışlanan Katar’ın Mısır’la birlikte bu sorunu çözmek konusunda iş birliğine gitmesidir. Bu da diplomaside daha pratik hareket etmenin, sonuç almaya gidecekken bir takım şeyleri bir kenarda bırakabiliyor olmanın önemine işaret ediyor. Türkiye bunların hiçbirini yapamadığı için bütün telefon çabalarına rağmen çözüm arayışlarının bir parçası olmayı beceremedi ve dolayısıyla da bu işler orada çıkarı bulunan İsrail ile görüşebilen ülkelere kaldı.

Şimdi bundan sonra ne olur? Bundan sonra hızlı bir şekilde, kayda değer bir gelişme olacağını düşünmüyorum. İsrail ile Türkiye’nin yakınlaşması, en azından ilişkilerinin normalleşmeye başlaması muhtemelen bir süre gerçekleşmeyecektir. Bu akamete uğradı diyebiliriz. Diğer yandan Mısır ile de sonucu olan bir yere gitmiyorduk. Yani Mısır’ın Libya’da Türkiye’nin ne yapması gerektiğine dair talepleri Türkiye’nin kolay hazmedebileceği talepler değil. Önceki günlerde gerçekleşen Suudi Arabistan gezisinde ne konuşulduğuna dair herhangi bir şey bilmiyoruz. Matah bir görüşme olsaydı herhalde bir şeyler bilirdik diye varsayıyorum. Sanıyorum, kullandığı dil nedeniyle ya da İran gibi İran kadar Hamas’a sahip çıkması nedeniyle Türkiye’nin o ilişkileri de rayına koyabilmesi önümüzdeki günlerde pek de kolay olmayacaktır.

PROF. DR. İLHAN UZGEL: TARAF OLMANIN SONUÇLARINI YAŞIYOR

AKP, Körfez’de 2017’de başlayan Katar bir tarafta diğer körfez ülkeleri baş tarafta ayrışmanın bir parçası oldu. Başını Suudi Arabistan ve BAE’nin çektiği ve Katar’a yönelik olarak 2017 ortasında başlatılan baskı, abluka ve diplomatik yalnızlaştırma politikasına karşı Katar’ı destekledi. Bu Türkiye dış politika tarihinde ilk defa gerçekleşen bir olaydı. Araplar hatta aşiretler arası bir anlaşmazlığın doğrudan tarafı olan Türkiye, tarihinde ilk kez enerji rantiyesi üzerine kurulu Arap rejimlerinin arasındaki bir soruna doğrudan taraf oldu. Katar ile Suudi bloku arasındaki çekişmeye açıktan taraf olmanın Türkiye açısından önemli maliyetleri oldu. Türkiye uzun süredir Doğu Akdeniz’de derin bir yalnızlık yaşıyor. Türkiye’nin Katar’ın yanında taraf olması neticesinde Suudi-BAE ikilisi hem Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Yunanistan ile ilişkilerde, hem de Libya’da Türkiye’nin karşısında yer aldılar. Mısır’ın da Türkiye’nin karşısında yer almasıyla Doğu Akdeniz’de şimdiye dek olmayan bir dengesizlik ve Türkiye açısından yalıtılmışlık durumu ortaya çıktı. Türkiye Doğu bölgedeki sorunlarda Katar’ın desteğini arkasında göremedi ancak BAE, Suudi Arabistan Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile yakınlaştılar. Katar’ın yanında yer almanın bir başka maliyeti Suudilerin ve BAE’in, Türkiye’ye karşı resmen ilan edilmemiş bir boykot uygulamaları oldu. Bu dönemde Mısır ve İsrail ile de ilişkileri iyi değildi. Bunun düzeltilmesi gerekiyordu çünkü bu siyasetle dış politikaya devam etmek çok mümkün görünmüyordu. Çünkü Türkiye’nin karşısındaki tüm ülkeler ya blok olarak ya da ittifak içerisinde hareket ediyorlar. Bunu kırabilmek adına Türkiye’nin yaptığı ilk düzenlemelerden bir tanesi; İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve onun arkasında da çok açıktan olmasa da BAE ile ilişkilerini düzeltmeye çalışması yönünde attığı hamlelerdi. İkinci boyutuysa ABD ile Biden yönetimiyle ilişkilerini düzeltmek ihtiyacı yatıyor. Burada da AKP yönetimi ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle uzlaşmak yoluyla Biden yönetimine bir mesaj gönderdiğini söylemek mümkün. Yani “Ben senin buradaki müttefiklerinle işbirliği yaparım dolayısıyla bu coğrafyada seninle ve müttefiklerinle beraber çalışma imkanımız olur” demek istiyor.