Sonra bir dönmedolaptan dalgınlıkla düşmeye karar verdim. Neşeli yerlerde ölülerin üstlerinde fazla durulmaz ve yeterince ışığın saklayamayacağı ölüm olmazdı

Yalnızım, insanla geçmiyor

> CAN BİNALİ AYDIN canbinaliay@gmail.com

Okuduğum tüm kitaplar ve kırk beş dakikası dört yüz liralık on üç seanstan öğrendiğime emin olduğum tek şey, bahar aylarının intihar için daha uygun koşullarının olduğuydu. Bunu istatistiki açıdan güvenilir bulmuştum ve kalben de sıcak gelmişti. O civelek kıpırtı, baharın kıpırtısı; heyecana benzer, paçanıza yapışmış yavru köpeğe benzer, vaktinden önce doğmuş bebeğe benzer. Heyecandan biraz taşar da, ince bir telaşa benzer. Böyleleri, akşamında hava serin olacağı için gök mavi kazaklarını omuzlarına çapraz bağlayacak adamlardan olamamıştım ama, onların da yapamayacağı kimi numaralarım vardı. Tabii bu efsunlu numaralarımın getirdiği aynı beden korkularım da. Kendi canımla ilgili tasarrufum kesindi fakat, mahalle baskısı yüzünden ölemiyordum. Ailem, dostlarım, bakkal, orta ikide aşık olduğum sınıf arkadaşım Demet, otobüste kırmızı ışıkta yan yana durduğumuzda bakıştıklarım, mesajlarıma cevap vermeyenler -bilhassa onlar- hiç mesaj atamadıklarım seve seve benim ölümümden, üzerlerine pay isteyecektiler, düşmese de.
İnsanlar delil bırakmadıkları suçları bölüşürken çok adil davranırlar; delil yoksa, suç da yoktur çünkü ve suç yoksa ceza da. Benimse ölümümü ihaleye açmak gibi bir fikir aklımın ucundan bile geçmiyordu. Öyleyse ölümümü kriminalleştirmeliydim, böylece en azından sonrasında kafam rahat edecekti. Ama kim tek başına kendine öldürülmüş süsü verebilirdi ki? Cinayet, en az iki kişinin işleyebileceği bir şeydi. Bu yüzden öldürülmekten vazgeçtim, hiç suçu yokken birine yıkılabilirdi ölümüm. Böylece ecelimle ölmeye karar verdim, otopsi yapılmayacak bir ölüm işimi çözerdi, çözerdi ve tek sorunum onu bulmaktı. Birgün, eskiden yerinde Çimen Apartmanı’nın olduğu inşaattan geçerken gözüme ilişti ölümüm. İnsanın aklına gelmez, tertemiz bir kaza gözümün önünde inip kalkıyordu. İnşaatın altıncı katına tuğla taşıyan demir araba elektrikli makarayla inip inip kalkıyor, yavaş yavaş kata çıkan tuğla yüklü demir iskelet güm diye iniveriyordu yığılmış kumun üzerine. Kasanın ağırlığı kaç kilo çekerdi bilmiyorum ama boynumu kırmaya yeteceği kesindi. Karşı kaldırımda oturup makaranın ne zaman kalkıp indiğini izledim, ortalama on beş dakikada bir salıveriliyordu aşağıya. Ben de tam makara boşluğa bırakıldığında dalgınlıkla altından geçecek, demir kasanın altında kalacaktım. Usulca inşaata girip kolonun arkasında saklandım. Yukarıdan gelen sesle arabanın düşeceği yere atıldım. Makaracı ani bir hareketle, arabayı bir metre tepemde durdurdu, gözlerini hayretle kocaman açtı, konuşmasına izin vermeden hızla uzaklaştım.
Sonra bir dönmedolaptan dalgınlıkla düşmeye karar verdim. Neşeli yerlerde ölülerin üstlerinde fazla durulmaz ve yeterince ışığın saklayamayacağı ölüm olmazdı. Ölünmesi gereken yerleri erken yaşta öğrenmiştim. Doğru yerde ölmezsek anamız, babamız mahcup olur, yanlış yere çekilmiş olay yeri şeritleri herkesi gererdi. Lunapark doğru bir seçim sayılmazdı ama alelacele götürülür, örtbas bile edilebilirdim.

Dönmedolap tam tepeye çıkınca şöyle bir aşağı baktım, yükseklik korkum yoktu ama, zeminde de cesur biri sayılmazdım. Yapamadım. Sanıyorum gözlerimden biraz da yaş geldi, buna çaresizlik de diyebiliriz, üstelik ölümüne. Dönmedolabın her turunda sırasını kaptığım çocuklar bu ağlayan abilerine şaşkınlıkla baktılar. İçim boşaldı, altı tur ağladım. Bir jetonum daha olsaydı, altı tur daha ağlardım. Ama galiba son iki turu gülerek tamamladım. Hakkıyla ağlayınca gülmeye başlıyorsun çünkü, sanıyorum bu da bir çeşit mükafat. Hıçkırıkla karışık, ağlamaya baskın vermiş bir gülümseme kaplıyor yüzünü. ‘’Gülüyor mu, ağlıyor mu belli değil,’’ Dedikleri yere geliveriyorsun. Çok gülünce de gözden yaş gelmez mi zaten? Beni öyle görünce pek çok çocuğun annesi çekiştirdi ellerinden, götürdü onları.

Sonra rüzgarda kırılmış şemsiye direkleri gibi kırılmış kaburgalar getiren trafik kazaları, yetersiz zehirlenmeler, açık unutulan mutfak ocakları ve daha niceleri art arda geldi. Kimi zaman kafam, kolum sargılı kimi zaman değnekle günlerce, haftalarca tek sokağını atlamadan dolaştım şehri.
En sonunda anladım ki, failsiz ölünmüyor ve failler özenle saklıyor, devrediyor henüz işlemedikleri cinayetleri.