AKP iktidara geldiği günden beri en küçük eylemde bile halk, karşısında kolluğu gördü. İşçisinden köylüsüne herkes her hak talebinde bu duruma maruz kaldı. Sosyal devlet ise tamamen terk edildi ve sadece Anayasa’da yer alan bir kavrama dönüştürüldü. Bu alan tamamen tarikatların eline bırakıldı. Siyaset Bilimci Özbudun bunun iktidarın bir tercihi olduğunu söyledi.

Yangında yok, depremde yok ama hak arayışında halkın karşısında
Fotoğraf: AA

Mustafa KÖMÜŞ

AKP özellikle son yıllarda ‘güçlü devlet’ propagandası yapıyor. Devletin gücünü ise yurtdışına yaptığı operasyonları, bin odalı Saray’ı göstererek yurttaşı ikna etmek istiyor. Fakat içtiği sudan bile vergi alınan yurttaş ne zaman devlete ihtiyaç duysa onu göremiyor, yalnız bırakılıyor.

Emniyetiyle MİT’iyle TSK’siyle son yıllarda devlet hem personel sayısı olarak hem de hareket kabiliyeti olarak büyüdü. Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin hemen ardından ilan edilen OHAL döneminden başlayarak iktidarı eleştiren en küçük ses bile susturulmak istendi. Çok az kişiyle yapılan eylemlerde bile yüzlerce polis görev almaya başladı.

İŞÇİNİN KÖYLÜNÜN KARŞISINDA KOLLUK

Grev yapan işçi polisle karşılaştı, suyuna ve toprağına sahip çıkan köylüler karşılarında jandarmayı gördü, eğitim hakkı için sokağa çıkan öğrenciler coplandı, sokaklarda özellikle İstanbul’un bazı semtlerinde sivil yurttaştan çok bekçiler dolaşmaya başladı. Özetle devlet her alanda ve her yerde kolluğu yurttaşı susturmak için kullandı.

YARGI HALKA SOPA OLARAK KULLANILDI

Bu durum sadece kollukla da yapılmadı. Yargı da bunun önemli bir ayağı oldu. Özellikle iktidara ve politikalarına karşı söylemlerinde harekete geçirilen Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216’ncı Maddesi’nde yer alan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” ifadesinden binlerce yurttaş yargılandı. 2014 yılında bu maddeden açılan dava sayısı 260’ken 2021’de 1953’e, soruşturma sayısı 2 bin 298’den 23 bin 919’a yükseldi. Ayrıca silahlı terör örgütü suçundan başlatılan soruşturma sayısı 2021 yılında 191 bin 964 olarak kaydedildi.

Erdoğan’ın ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 2014’ten 2022’ye kadar Cumhurbaşkanlığına hakaretten açılan soruşturma sayısı 194 bin 142, dava sayısı ise 44 bin 675 oldu. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2014’te 18 yaş altındaki yalnızca bir çocuk hakkında dava açılırken bu sayı 2021’de 305’e yükseldi.

Olay sadece bundan da ibaret değil. İktidarı eleştiren bir tweet atan yurttaş veya haber yapan bir gazeteci hemen gözaltına alındı. Yüzlerce basın mensubu yazdıkları haberler nedeniyle tutuklandı ve cezaevine girdi. Bu kişilerin önemli bir kısmı cezaevine girdikleri davalarda mahkûmiyet kararı bile almadı. Devlet ceberrut yüzünü her seferinde gösterdi.

Polis sayısında yaşanan artış da bunun çok net bir göstergesi. Polis sayısını hekim sayısıyla kıyasladığımızda 2002 yılında 91 bin 949 olan hekim sayısı 2022’de 194 bin 910’a ulaşırken emniyet personeli sayısı 122 binden 286 bin 880’e yükseldi. Hekim sayısı yüzde 112 artarken polis sayısı tam yüzde 134 arttı. Bekçi sayısı ise 30 bine dayandı.

Yalnızca Erdoğan’ın korumaları için bile geçen yıl 526,8 milyon TL harcandı. Bu harcama günlük 1,44milyon TL’ye denk geldi. Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı, 2021’de 306 milyon TL ve 2020’de ise 263 milyon TL harcamıştı. Daire Başkanlığı’nın harcaması 2020 ile 2022 yıllarını kapsayan iki yıllık dönemde ikiye katlandı.

TARİKATLAR ETKİN HALE GETİRİLDİ

Halk üzerindeki baskıyı artırmak ve kolluğu güçlendirmek için dört koldan faaliyet yürüten iktidar sosyal devleti de adeta ortadan kaldırdı. Örneğin pandemi deöneminde maske takmak zorunlu hale getirildi ve takmayana ceza verildi. Ancak devlet 5 maskeyi yurttaşa dağıtmayı bile beceremedi. Okullar uzaktan eğitim yaparken tableti, bilgisayarı ya da interneti olmayan öğrenciler görmezden gelindi. Yangında, selde halk yalnız bırakıldı. Felaketler bittikten sonra AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan halkın üzerine çay fırlattı. Maden faciaları öncesi şirketler denetlenmediği için yüzlerce işçi can verdi. İktidar bu kayıpları ‘kader’ diyerek açıkladı.

Bu alan tamamen tarikatların ve kendisine yakın sivil toplum kuruluşlarının etkisine bırakıldı.

Örneğin öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılayan kamu yurtları yetersiz kalırken başta vakıflar olmak üzere birçok dini yapı ülkenin 81 iline yurt açtı. Kamunun kaynakları bu dinci yapılara açıldı. Devlet arazileri tarikatlara ait vakıflara tahsis edildi ve buralarda medreseler açılmasına göz yumuldu. Sadece bu da değil. Manisa Soma’da 2014 yılında gerçekleşen facianın ardından bile bölgeye İsmailağacılar gönderildi.

***

İktidarın tercihi bu

Konuya dair BirGün’e konuşan Siyaset Bilimci Sibel Özbudun şunları söyledi: “Bizzat kurtarma gönüllülerinin tanıklıklarını okudum, 24 ile 36 saat arasında hiçbir devlet kurumunun orada olmadığını söylüyorlar. Üstelik bunlar farklı bölgelere intikal etmiş gönüllüler. Maraş ve depremden etkilenen diğer illerde, deprem değil de bir eylem olsaydı, örneğin bir işçi ayaklanması, ya da etnik temelli bir protesto devleti orada görmemek mümkün müydü? Güvenlik güçlerinin intikali en fazla yarım saat alırdı. Çoğunlukla liyakatsizlikten, beceriksizlikten bahsediliyor, bunlar doğru. Ancak bunun yanında iktidarın tercihlerini tartışmaya açmak durumundayız. AKP iktidarı başından itibaren inşaat sektörüne yatırım yaptı. Tercihlerinden biri buydu. Deprem toplanma alanları ortadan kaldırıldı yerine AVM’ler kuruldu. Dere yatakları üzerine siteler inşa edildi TMMOB’nin ısrarlı uyarısına karşın. Bunların her biri birer tercih. Bu yüzden iktidarların tercihlerini de tartışma alanına sokmalıyız. Türkiye’de 2020 itibarıyla kayıtlı müteahhit sayısı 453 bin 497’ymiş. Almanya’da bu sayı 3 bin 550. Yani arabasını satan müteahhit olmuş, bunlar bir sorumsuzluk zinciri içinde işlerini yapmış. Hiç kimse bunları denetlememiş. Öyle örnekler var ki, denetçi şirketler aynı zamanda müteahhit şirketleri.”

“Bu depremde ölen sayısını galiba hiç bilemeyeceğiz, çünkü alelacele enkaz kaldırma işine giriştiler” diyen Özbudun şöyle devam etti: “Ancak bütün acılara rağmen deprem sonrası yaşananlar bir şeyi daha gösterdi: Sivil toplum yerine tarikatları, cemaatleri gösterme ve sivil toplumun işlerini ona yükleme niyetindeydiler. Deprem sırasında, bu cemaatler neredeydiler? Enkaz kaldırma çalışmalarının başında durup tekbir getirme, önce kendi kafalarını kurtarmak için birkaç göstermelik şey dışında neredeydiler? Bu büyük acılara yol açan depremden çıkarılacak acı derslerden biri de bu. Sivil toplum dediğimizde gençler, politik ve apolitik sıradan insanların olağanüstü faaliyetleri dışında bir şey görmedik.”