‘Yanlarına kâr kalmayacak’ mı?
Fotoğraf: AA

Ş.Can Atalay - Avukat - Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Her şey nasıl da hızlıca normalleştirilmeye çalışılıyor.

“Milat” olarak kabul edilen 1999 depremlerinden bu yana onca yıl geçmemiş; sağlık tesislerinin sağlamlaştırılmasından deprem toplanma alanlarının korunması/geliştirilmesine, okulların güvenli hale getirilmesinden altyapının güvenli hale getirilmesine kadar yapılacakların yapılmamış olması nasıl da hızla gözden kaçırılmaya çalışılıyor.

“Deprem güvenliği” yalnızca tek tek bina yıkıp yeniden yapmakmış gibi konuşuluyor. İktidarın en çok övündüğü inşaat sektörünün çok daha ucuz ve hızlı yöntemlerle örneğin “güçlendirme”ye değil “emlak sektörü”nü daha da şişirmeye özgülenmesinin sonuçlarını yaşadığımız açık.

Evi, “rantı yüksek” muhitte bulunan vatandaşı müteahhitle baş başa bırakan, yoksul vatandaşın deprem güvenliğini sağlamayı ihmal eden bir siyasi/hukuki çerçeve dışında bir ihtimal hiç yokmuş gibi konuşuluyor.


***

Ceza yargılaması toplumsal sorunların tümünü çözemez. Alanı da etkisi de sınırlıdır. Adına “kentsel dönüşüm” dedikleri mevzuatın mevcut uygulamasına hiçbir şey olmamış gibi devam edilmesinin sorunları çözmeyeceğini, aksine gelecek kuşaklara devredeceğini -daha sonra ayrıntılandırmak üzere- ilk elden vurgulamak isterim.

Öncelikle 6 Şubat yıkımı soruşturmalarına ilişkin kaygı verici işaretlere dikkat çekmek isterim. Müteahhitler havaalanında, teknede her nerede ise yakalanmış; bir an için “bu sefer farklı” diye ferahlamamız isteniyor. Ama dikkat,; görüntüye eşlik eden sese de kulak veriniz: “Taksir” diyor… Toplumsal duyarlılık, öfke hâlâ diriyken dahi “taksir” sınırında ısrar ediliyor!

“Taksir”i basit hata diye tanımlayabiliriz. “Bilinçli taksir” ise ortak sonuçları biliyor ancak örneğin “meslek ve sanatta” yetersiz olunması nedeni o sonucun ortaya çıkmasına engel olunamaması…

Yaşadığımız yıkım “meslek ve sanatta” yetersizlik mi? Yoksa olabilecek olan, öngörülmüş ancak olabilecek olan karşısında rantın öncelenmesi, daha önce benzer vakalarda ciddiye alınabilecek sonuçlarla yüzleşmenin son derece istisnai oluşu gibi saiklerle kayıtsız mı kalınmıştır? (Olası kasıt) Bozuk bir çarkın bozuk bir dişlisi olmanın kayıtsızlığı…

Yahut kanunen ve/veya sözleşmeden yükümlenilen bir edimin yerine getirilmemesi midir bunca acının nedeni? (Kasten öldürenin ihmali davranışla işlenmesi).

Bu soruların yanıtı, tüm sorumluların gerçek suçlarından gerçek cezalar alıp almayacağının, halk arasında “yatar” olarak ifade edilene kadar bir dizi sorunun yanıtıdır.

***

Tam burada 23 Şubat 2023 günkü Sabah Gazetesi’nde Yavuz Donat’ın köşesinde aktarılan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın söylediklerine bakalım: Son durumu anlatan “imara aykırı yapılaşmanın 530 şüpheli… 156 tutuklama, 170 şüpheli adli kontrol altında… “ diyor ve devam ediyor: “Yanlarına kâr kalmayacak,” … “kolon kesenler … müteahitler … yapı denetim görevlileri … sorumlu projelerde imzası olanlar.”

Bakan Bozdağ soruşturmanın sınırını failler hem de suç niteliği yönünden -henüz bir ay daha geçmemişken- işaret etmiş oluyor: Şüpheliler arasında bir kamu görevlisi dahi yok ve soruşturmalar esas olarak “taksir” sınırında tutuluyor.

Hukuken açık olmasına karşın atılı suçlamanın “tutuk” için gerekçe kabul edilmesinin yerleşik uygulama olduğunu -tüm itirazlarımıza karşın- tüm kamuoyu biliyor.

42 binin üzerinde insanımızın ölümü sonrasındaki soruşturmalarda tutuklu sayısının 156, adli kontrol altında olanların sayısının 170 olması “atılı suçlama”ların olması gerektiğinin aksine taksir sınırında sürdürüldüğüne işaret etmektedir.

Bir de 23 Şubat 2023 günlü Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan “Denetim Can Kurtardı” başlıklı haberde depremde yıkım yaşanan altı ilde “yapı denetimine tabi tutulan sadece” 132 binanın yıkıldığı vurgusu ile Bozdağ’ın dile getirdiği rakamların örtüşmesinin soruşturmaların halihazırda nasıl bir “sınırda” sürdürüldüğüne ilişkin haklı bir kaygı uyandırmaz mı?

Sorumluluk saptanması açısından Erdoğan’ın henüz ilk hafta koyduğu “1999 öncesi ve sonrası ayrımı” ile birlikte sistemik ihmaller zinciri, siyasal sorumluluklar şöyle dursun kamu görevlileri an itibarıyla neredeyse soruşturma dışı.

Hâl böyle olunca, sorumluluk müteahhitler ve ona bağlı çalışanlar derecesinde kalınca soruşturmalara esas iddialar olması gerekenin çok altında tutuluyor. Soruşturmaların bu sınırda tutulması “daha önce benzerlerinde ne olduysa o olacak” işaretlerini veriyor.

Ceza yargılaması toplumsal sorunların tümünü çözemez, doğrudur. Mevcut uygulamanın derde deva olmadığı ve yeni bir hukuki çerçeveye ihtiyacımız olduğu çok açık. Ancak 6 Şubat soruşturmalarının kimler hakkında ve hangi suçlamalarla sürdürüldüğü; soruşturma kapsamında kamu görevlisi sayısı ve görevlerinin ne olduğunun öncelikle bilinmesi gerekiyor.

***

Soruşturma aşaması kural olarak gizlidir. Kişilerle, isimlerle ilgilenmiyoruz. Kim, hangi sıfatı/görevi nedeniyle hangi suçlama ile muhatap bunu öğrenmek istiyoruz.

Öte yandan, arama kurtarma hazırlıkları ve sonrasındaki haliyle ilgili sürmekte olan bir soruşturma var mı?

Seçimlere en az daha üç ay var. Bu nitelikte ve kapsamda soruşturmalar için hiç de az bir süre değil. Barolarımızın, Türkiye Barolar Birliği’nin hukuk kurumlarının tek tek “vaka”larla ilgilenmesi çok değerlidir ancak soruşturmaların etkin sürdürülmesinin sağlanması için bu genel manzaranın bilgisine sahip olunması kritik önemdedir. “Yanlarına kâr kalmaması” sadece ölülerimize değil gelecek kuşaklara karşı da borcumuzdur.