“Sen,” dedi, “Hiç dalına dönüp de yeşeren yaprak gördün mü?”

Yaprak

Arzu Eylem

Onu öldürdüm. Şu ağacın altına defalarca gömdüm.

“Sev!” demişti, “sonuna kadar git, insana bu yakışır... Kalbe güven, o en güçlü kastır.”

Dinledim.

Kapattım gözümü, tıkadım kulağımı. Beynimi susturdum. Yalanmış gerçekmiş oymuş buymuş ayırmadan inanayım.
“Yaşadığın yanına kâr kalır.”

Çok kârlıydım. Çok, çok!

Ama ben demiştim ona, daha önce kimseyi sevmedim. Bir ot, ne bileyim bir ağaç misali filizlenmiştim de beni yerimden sökmüşlerdi. Bu yüzden köksüzdüm, kimsesizdim. Öpüşsüz, gülüşsüz, ümitsizdim. “Tamam,” demişti. Sanki yeryüzündeki herkes yerine gülmüş, herkes adına beni öpmüştü. “Sana sevmeyi öğreteceğim,” dedi.

Bekledim. Bekledim. Bekledim.

Bir sabah ki ne sabahtı o sabah, geldi. Düşünmüş taşınmış bulmuş.

“Sevmediğim bir şeyi yok et!”

“Neyi sevmiyorsun?”

“Sonbaharı sevmem, kaybet onu.”

Benden bir mevsimi yok etmemi istiyordu. İmkansızdı bu. Sevmek bu kadar zor olmamalıydı.

“Hatta sonbaharı ilkbahara çevir. Ben ilkini çok severim.”

Bunu söylediğinde mevsim yazdı. Ağustos boyu düşündüm. Eylül geldi ama iklimler de üşüttüğünden hâlâ yazı yaşıyorduk. Rüzgârın esmesini, yağmurun yağmasını, ilk yaprağın düşmesini bekledim. Öyle ki o esnada görüşmeme kararı almıştık. Buluşmayı hak etmeliydim. Aşk üzerine kitaplar okudum, yardımı olur umuduyla. Her kitapta ayrı anlatılan aşkı tanıdım. Tam anlayamadım. Sevgiyle bağını kurmamsa zordu. Sonbahara kıymadan sevmeyi öğrenmenin yolu var mıydı, merak ediyordum.

Ekim geldi gidiyordu. Bir sabah cama vuran yağmur damlalarının sesiyle uyandım. Fırtına çıkmıştı. Bahçede ne kadar yaprak varsa ağaçları hızla terk ediyor, savrulup duruyordu. Yağmurun dinmesini bekledim. Aklıma çılgın fikirler üşüştü çaresizlikten. Elektrikli sobayı çıkardım bahçeye, yaktım. Sonra da çarşıya gidip iğne, iplik ve su bazlı boya aldım. Yere düşen yaprakları itinayla kuruladım, yeşile boyayıp tek tek dallara diktim. Eksik bir şeyler vardı. Çiçeksiz bahar mı olurdu? Yapay çiçekler aldım, bahçeyi süsledim. Çim halıyla çamurun üstünü güzelce örttüm. Yuvarlak büyük boy spot lambayı da yüksekçe bir yere koydum. Güneş de tamamdı.

Gurur duydum kendimle. Çağırdım adını. İlkbaharı getirdiğimi söyledim. Ayakkabılarının altı çamur, paçaları ıslak, elleri ve yüzü rüzgârdan kızarmış halde bahçeden içeri girdi. Bağırdım! Bahçenin girişindeki paspası görmemişti. O kadar uğraşmıştım. Hem kimin için? O yaprakları dikmek kaç haftamı almıştı, biliyor muydu?
Yüzüme baktı uzun uzun…

“Görmedim paspası, özür dilerim,” dedi.

Burnumdan soluyordum. Sevdiğime, sevebildiğime emindim. Oysa o şöyle bir etrafa bakındı. Hoşuna gitti aslında. Neden bilmem boynuma atlayacağına, güleceğine veyahut sıkı sıkı sarılacağına bana, sustu bir süre. Sonra da sesi içimden ok gibi geçti.

“Sen,” dedi, “Hiç dalına dönüp de yeşeren yaprak gördün mü?”