Yarım kalan bir devrimin hikâyesi

Şahin ERDOĞAN

Devrim Arabaları, hep yarım kalan devrimin, bir otomobilin hikâyesi.

Her şey bir film gösterisiyle başlamış. Filmin konusu Devrim Arabaları; bir milletin kendi yerli otomobilini yaratmasının coşkulu heyecanı konu edilmiş. Başlangıçta coşkulu bir heyecan varmış; Devrim Arabaları geliyor diye. O müjdeli haberi bekleyen gözlere birden hüzün düşmüş. Hüsran, kasavet, umutsuzluk vadeden açıklamalar, derin bir sessizliğe hapsetmiş o umut bekleyen toplumu.

“Devrim Arabaları 2.0.Bir Dijital Devrim Hikayesi” kitabının yazarları Burak Arkan ve Ferit Sünneli, aslında iş insanı, yıllarca otomotiv sektöründe başarılı çalışmalar yapmışlar. Birçok sosyal sorumluluk projelerinde örnek çalışmalar yapmışlar.1961’de üretilen ve sonrasında seri üretimi bir şekilde engellenen Devrim otomobilinin filminin 2009’da vizyona gireceğini duyarlar ve filme gala gecesi yapmak isterler. İşte her şey o gala gecesinde başlar. Hem son hem de başlangıç hepsi o gece oluşur. Filmi izleyenler göz yaşlarına hâkim olamaz. Burak Arkan ve Ferit Sünneli de o duygusal anlara eşlik ederler. Gala gecesinin bitiminde bir grup iş insanıyla o anları değerlendirirler ve derler ki: “Bu topraklar kaç kere ateş çemberinden geçti, kaç kere sınandı da yine de istilacılara, işgalcilere, sömürgecilere ve emperyalizme teslim olmadı. İşgalci devletlerin ve sömürgeci haydutların saldırısına ve esaret altına alma girişimine, eşi benzeri görülmemiş direnişlerle karşı koydu bu halk. Yeniden ulus olmak için eşsiz zaferler kazanıp bu coğrafyayı özgürleştirdi. Ulusal Kurtuluş Savaşı ile tarihe adını altın harflerle yazdırmayı başardı.

Dünya tarihinde kendi saygınlığını kazanmış böylesine başarılı bir ülke, kendi yerli markasını yaratma noktasında nasıl oluyordu da hep başarısız oluyordu? Sanayileşme ve kendi markasını yaratma noktasındaki girişimleri büyük bir heyecan ve coşkuyla başlıyor, ancak üretim safhasına gelince başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Bu başarılı girişimleri kim ya da kimler neden engelliyor veya sabote ediyor?

Ve ne garipti ki bu unsurlar tarihin gizli perdesinin ardında kalmayı bir şekilde başarıyor ve asla deşifre olmuyorlar.”
Kitapta olayların akışı bir akarsuyun dengesi kıvrımında ilerliyor: 1961 yılında çalışmalarına başlanan Devrim Arabaları, o günün koşullarında Türk mühendislerinin dört ay gibi kısa sürede insanüstü gayretlerle yarattığı bu iki otomobil, Türkiye’nin araç üretiminde ve kendi markasını yaratmasında bir dönüm noktası olacaktı. Ancak buna o gün izin verilmemişti ve bu da yetmezmiş gibi Devrim Arabaları büyük propaganda araçlarıyla itibarsızlaştırılmış, tasarımı gerçekleştiren mühendisler vatan hainliğiyle suçlanmıştı. O iki arabanın öyküsü tam kırk sekiz yıl sonra bir filme konu olmuştu.

Yıl 2009. Aradan kırk sekiz yıl geçmiş. Ve tarih yeniden tekerrür ediyordu. Tamamen Türkiye’ye özgü, yeni nesil alternatif enerjiyle çalışan bir araç tasarımı geliştirilmişti. Dönemin hükümet yetkilileriyle görüşülmüş, gerekli onaylar alınmıştı. Mindset -namıdiğer Devrim Arabaları 2.0- projesi çok beğenilmiş, aracın Ankara’ya getirilmesi istenmiş, gerekli testler yapılmış, dönemin başbakanı aracın direksiyonuna geçerek konutun etrafında tur attıktan sonra Ankara sokaklarında aracı trafiğe çıkarmıştı. Bu şaşırtıcı ve bir o kadar da heyecan verici an artık her şeyin tamam olduğu anlamına geliyordu. Böylece başbakan bu araç modelinden hemen kırk adet üretilmesi talimatını vermiş, ilgili bakanını da bu konuda yetkilendirmişti. Her şey tamamdı, üretim safhasına geçileceği aşamaya kadar hiçbir sorun yoktu ortada. Ancak ne olduysa araya başka öncelikler girmişti. Ertelemeler, sürüncemeler almış başını gidiyordu ve sonrasında o korkulan şey olmuştu; pek çok ulusal proje gibi bu da tarihin sır perdesinin ardına atılmıştı bir şekilde.

Bu kitap, devrimin neden yarım kaldığını, tüm o süreçler objektif bir gözle izlenmiş. En küçük ayrıntıdan en genel hatlara kadar tüm konu, görüşme ve gelişmeler oluş şekliyle incelenip bilgi ve belgeler bir kuyumcu titizliğiyle işlenmiş. Gerçek tanıkların anlatımları, olayların oluş biçimi ve tarihi süreçler, zengin sözcük dağarcığıyla harmanlanıp edebiyat yordamıyla tasvir edilerek hikâye örgüsü oluşturulmuş.

Esasen bu kitap bir projeksiyon görevi üstleniyor. Ancak projektörlerini sadece tarihin giz perdesine değil, ayrıca Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısına, kültürel kodlarına da tutuyor. Bu toprakların kendi markasını yaratmasının önemine vurgu yaparken, değişen dünyanın yedeğine saplanmanın yerine inovatif buluş ve fikirlerle yeni yerli markalar yaratılmasının, bilim ve teknolojinin öncü olması gerektiğinin önemini anlatıyor…

Araç teknolojisinden yapay zekâya, alternatif enerji üretiminden çevre sorununa, doğal sermayenin gelişmesi noktasında yeni fikirler veriyor.