92 yıllık bir ömür… Türkiye ve Paris’te gazetecilik, Unesco’da dünyayı dolaşarak geçen bir hayat ve sayısız kitap… Melih Cevdet Anday’dan Fikret Mualla’ya gönüllere taht kuran sayısız insanla ahbaplık, unutulmaz anılar... Hıfzı Topuz, yakında çıkacak yeni kitabının ilk röportajı ve yaşam öyküsüyle bu haftanın konuğu oldu

Yarınlara inanıyorum…

yarinlara-inaniyorum-77012-1.ÖZLEM ÖZDEMİR - info@ozlemozdemir.net - @ozlemozdemir

Fotoğraflar: Gülay Ayyıldız Yiğitcan - www.klikstudyo.com

92 yıllık bir ömür… Türkiye ve Paris’te gazetecilik, Unesco’da dünyayı dolaşarak geçen bir hayat ve sayısız kitap… Melih Cevdet Anday’dan Fikret Mualla’ya gönüllere taht kuran sayısız insanla ahbaplık, unutulmaz anılar... Hıfzı Topuz, yakında çıkacak yeni kitabının ilk röportajı ve yaşam öyküsüyle bu haftanın konuğu oldu.

>>Yeni bir kitap geliyor haftaya ama bu diğer kitaplarınızdan farklı.

Geçen sene yazdım bu kitabı, adı “Gizli Aşklar”. Benim yazdıklarıma hiç uymayan bir kitap. Kendi hikâyelerimden bazılarını seçtim.

>>Kendi aşk hikâyelerinizi mi anlattınız?

Tabii ama birinci bölümü öyle, isimler değişti. İkinci bölüm, Paris’te yaşayan eskiden ünlü bir gazeteci olan arkadaşımın hikâyeleri ama adını değiştirmemi istedi. Üçüncü bölümde ise tanıdığım ünlü arkadaşlarımın, mesela Melih Cevdet Anday’ın, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Tülay German’ın hikâyeleri var. Toplamda 20’den fazla aşk hikâyesi var. Onun dışında Afrika sanatını anlatan kitabım çıkacak 10 Aralık’ta, bu alanda ilk kitap olacak sanıyorum, 400’ün üzerinde resim var içinde.

>>Hoşunuza gitti mi aşk hakkında yazmak? Ve o günleri hatırlamak neler hissettirdi?

Ben yazarken sevdiklerime de okuturum. Onlar çok sevdiler, devam et dediler. Ben çok belge saklarım, aile mektuplarına kadar her şeyi saklarım. O mektupları okudukça duygulandım. Yazdığım hikâyelerde burukluk, hüsran, düş kırıklığı var; işin duygusal yanına ağırlık verdim. Ayrıca 10 Aralık’ta Afrika sanatını anlattığım kitabım çıkacak. Bu alanda ilk kitap olacak sanıyorum, 400’ün üzerinde fotoğraf var içinde. Onun dışında yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum, 100 sayfasını yazdım. O da Afet İnan’ı anlatıyor. Gazi ve Fikriye, Gazi ve Latife var ama Gazi ve Afet Hanımı anlatan hiçbir şey yok. Afet Hanım hakkında kimse bir şey bilmiyor. Bunu iş edindim; kızını aradım, o gelecek ay buraya gelecek, elindeki resimleri getirecek. Afet Hanımla Atatürk arasında aslında bir ilişki var. 8-10 yıl kadar köşkün hanımefendisi, bütün seyahatlerinde yanında. Bana çok ilginç geldi onun yaşamı. Atatürk onu İsviçre’ye gönderiyor, döndüğünde Dame de Sion’da okutuyor, 1 sene sonra da Ankara’da öğretim görevlisi yapıyor. Kızı, annem bana hiçbir şey anlatmazdı diyor. Çalışmalarını anlatmış ama Atatürk’le ilişkilerine dair hiç kimseye hiçbir şey anlatmamış. Ben de Atatürk’ü anlatmaktan hiç bıkmıyorum.

yarinlara-inaniyorum-77158-1.

>>Pendik’te Atatürk’ün elini sıkmışsınız. Onu da anlatır mısınız?

Kartal’da oturuyorduk yazları, kaymakam Bahri Öztrak Atatürk gelecek, karşılamaya gideceğiz dedi. Ben 15 yaşındayım. Bando eşliğinde gittik, tren geldi. Atatürk önce pencereden baktı sonra trenden indi, elini sıktık. Dilekçeler verdiler, anlattıkları bazı şeylere üzüldü dinlerken. Hastalık dönemiydi, yorgundu... Ama onu çok gördüm ben. Bir anı anlatayım onunla ilgili: İran Şahı Pehlevi birkaç günlüğüne ziyaretine geldi, 1 ay kaldı. Atatürk onu yanına aldı ve trenle Anadolu’yu gezdiler. Trende sabahlara kadar sohbet ediyorlar. Bir gün yine geç saate kadar oturmuşlar, sabahleyin istasyonda çocuklar bağırırken Pehlevi cama çıkıyor ve onlara, “Atam uyuyor, sessiz olun” diyor. Düşünebiliyor musun?

>>Hep yazmak mı istiyordu Hıfzı Topuz, nasıl bir çocuktu?

Ben doğduğum zaman dört kardeştik, en küçükleriydim, öbürleri şımartılmış ben ayakaltında büyüdüm. Dikkat çekmeyen, uslu bir çocuktum. Büyükannem bizimle çok meşgul olurdu. O özellikle benim Fransızca öğrenmemi ve yazar olmamı isterdi.

>>Neden acaba?

Okumaya meraklıydı. Mutlaka yastığının altında kitap olurdu. Yobazlıkla ilgisi yoktu ailenin. Kimse kimseye karışmazdı, üzerimde din baskısı olmadı. Papaz okuluna verdiler önce, üç sene orda okudum sonra yine büyükannemin desteğiyle Galatasaray’a girdim. Okul paramı da o veriyordu. İyi bir öğrenciydim. Türkçe derslerine her zaman sevdim. Esat Mahmut bizim hocamızdı, çok sevdiğim bir adamdı, sonra röportajlar yaptım onunla. Türkçe derslerini her zaman sevdim. Hikâyeler yazıyordum. Her zaman yazmaya ve gazeteci olmaya meraklıydım.

>>Neden hukuk okudunuz peki?

Serbest çalışabilmek için, işten atılma korkusu da olmasın üstümde istedim. 1947’de Akşam gazetesine girdim ve oradan devam ettim. Sonra 10 aylık burs aldım ve 1952’de Paris’e yüksek lisans için gittim, bitiremedim. Çünkü 10 aydan fazla kalamazdım, param yoktu. O yüzden kendimi tamamen gazeteciliğe verdim, çok da iyi röportajlar yaptım, hiç pişman değilim.

>>Akşam’a nasıl başladınız peki?

Birkaç yeri denedim önce. Tasvir’e gittim, stajyer olarak başladım. Ertesi gün vali Lütfü Kırdar’ın basın toplantısını izledim ve yazdım. Ertesi gün bekliyorum yazım çıkacak diye, resim altı çıktı. İstihbarat şefine sorunca bana, okumadım bile deyince küstüm, bıraktım. Aradan 1 yıl geçti ben tekrar kapı kapı dolaşmaya başladım. Akşam’ın iki patronu vardı o zaman, biri Kazım Şinasi Dersan. O da benim üvey abimin kayınpederiydi. Üvey abimle görüşmüyorduk pek ama ona, “Ben gazeteci olmak istiyorum, kayınpederine söyler misin?” dedim. “Söylerim ama pek bir şey çıkacağını sanmıyorum” dedi. Neyse Kazım Bey bana randevu verdi, gittim. Galatasaray’dan olduğum için imtihan etti Fransızcadan vs. Biraz ukala bir adamdı ama sonra çok sevdim onu. Biz sana haber veririz dedi ve iki hafta sonra çağırdı. O zaman Beyoğlu muhabiri diye bir şey vardı, beni Beyoğlu muhabiri yaptı. Aylığım ilk girdiğim zaman 50 liraydı, asgari ücret ise 90 liraydı. Bütün kademelerden geçtim orada, sonunda istihbarat şefi oldum.

>>Paris’e ilk gittiğiniz döneme gidelim. 50’lerin Fransa’sında sadece sanatla değil, politik olaylarla da meşgul oluyorsunuz.

Ben solcuydum. Paris’te sol çevreler var, onları tanımak görmek istiyordum. Gösterileri, toplantıları izliyordum. Çevremi genişlettim, bol bol insan tanıdım. Ufkum açıldı ama biliyordum ki döneceğim...

>>Bazı efsane müzisyenleri defalarca canlı dinlemişsiniz; Dalida, Léo Ferré, Yves Montand…

yarinlara-inaniyorum-77159-1.

Evet, hiç kaçırmazdım. Edith Piaf’a yetişemedim maalesef. Yves Montand’a bayılırdım. Jaques Brel adı yeni duyuluyordu. Léo Ferré’ye bayılırdım. Günü gününe takip ediyordum o dinletileri, o havayı yaşıyordum. O yıllarda Paris’te faşizme, savaşa karşı yürüyüşler olurdu, ben hepsine tek başına katılıyordum.

TÜRKİYE MUTLAKA AYDINLANACAK

>>Emperyalizmin biteceğine, dünyanın değişeceğine, barış olacağına inandığınız yıllar o yıllar... Fakat yıllar geçti, dünya değişmedi. Sizce niye olmadı o değişim?

O yıllarda kapitalizmin çökeceğine inanıyorduk. Ama çökmedi! O zaman çok umutluyduk, gittikçe kolay gerçekleşmeyeceğini anladık. Çünkü sistemin üretim gücünü yıkmak değil, sadece onun kötülüklerini ortadan kaldıracak bir takım değişiklikler yapılıyor. Sosyalist partiler de dünyayı değiştirmeye kalkmıyorlar, büyük sermayenin hizmetinde oluyorlar. İktidara geldiklerinden bir dönem sonra da devriliyorlar. Sosyal demokrasi bir şey değiştirmiyor. Türkiye’de de bunu değiştirecek bir durum söz konusu değil. Muhalefette güçlü olan parti CHP değil mi? Eğilimi dünyadaki sosyal demokrat partilerin eğiliminde; yani köklü bir değişiklik değil ama gelir dağıtımında daha adil bir düzen kurmaktaki sömürüye karşı önlemler almakla ilgileniyor. Sosyalizmde bütün sömürüyü ortadan kaldırmak asıl hedef, bizde öyle değil. Sömürüyü kaldırmak için, üretim düzenini köklü olarak değiştirmeye kalkmıyorlar. Büyük sermaye grupları da bunları çok çabuk yıkıyor, dünyaya egemen oluyorlar. İşte Afganistan savaşı, Irak savaşı böyle çıktı, Saddam’ı böyle devirdiler, Esad’ı, Kaddafi’yi devirmeye kalktılar. Neden? Çünkü çıkarlar var; petrolü, madenleri ele geçirmek isteği var. Yoksa adaleti kurmak için yapılan bir müdahale değil, öyle olsa Suudi Arabistan’a müdahale etmeleri lazım. Kendileriyle iyi işbirliği oldu mu onu sürdürüyorlar ama kendileri için tehlike gördüler mi, oradaki demokratik rejime müdahale ediyorlar. Amaç; demokratik rejim değil, oradaki ekonomik kaynaklara el koymak! O bakımdan biraz karamsarım ama Tevfik Fikret’in dediği gibi, yarınlara inanıyorum! Değişecek. 92 yaşında göreceğiz diyemiyorum ama dünya mutlaka aydınlık günler görecek!

>>Konum olarak bu anlattığınız tablonun ortasında Türkiye. Türkiye nazarında bir değerlendirme isteyeyim.

yarinlara-inaniyorum-77160-1.

Biz kendimizi Avrupalı zannediyorduk. Türkiye’yi Avrupa’nın dışında görmüyordum. Dünyayı dolaştım, görmediğim az ülke kaldı ve kimse bizi geri kalmış bir ülkenin vatandaşı saymıyordu. Gittiğim her yerde Atatürk’ü biliyorlardı, Türk müsün diye soranlar hemen “Grand Atatürk” diyorlardı. Ben de bundan övünç duyuyordum. Kadınlar Avrupalı gibi giyiniyorlardı, kimse tesettür görmüyordu. Bugün öyle değil, o imajı kaybettik maalesef. Türkiye Orta Asya sayılıyor, geri kalmış bir ülke olarak görülüyor. Özgürlüklerin, demokrasinin ne noktada olduğunu görüyorlar artık. Bu değişiklik 2 yıl önce oldu ama ondan evvel görmüyorlardı. Dediler ki; Atatürk’ün zamanından kalmış bir ordu rejimi var, darbeler yapılmış, bu darbelerin yarattığı kötü izlenim var. Bizi diktatörlükle yönetilen bir ülke gibi görüyorlardı, AKP’nin yaptıklarını da o gözle görüyorlardı. Şimdi öyle olmadığı anlaşıldı. Bütün gazetelerde bu konuda yazılar çıkıyor. Avrupa’da sosyal demokratlar kendi ülkelerini değiştiremediler. Ama 68’de gençlik hareketleri oldu, alternatif getirmedi ama onlardan bir şeyler kaldı. Bizde de Gezi önemli bir başlangıçtı, bittiğini saymıyorum, arkası gelecek, insanlar uyandılar. Çoğunluk değil, halk uyandı diyemem maalesef ama bunun değerini anlayan çok insan var. Türkiye mutlaka aydınlanacak!

>>Bu noktaya gelmek kaçınılmaz mıydı sizce?

Türkiye’de bir kere dini sömürdü AKP ve bu çok tuttu. Son seçimlere kadar da bu sarsılmadı. Amerika’dan büyük destek buldu çünkü Amerika her zaman Türkiye’yi kendi ajanı gibi gördü. Bir defa Suriye konusuna katılmakla büyük hata ettik, dış politikamız iflas etti. Düşman kazandık, bir hafta sonra Şam’a girecektik, Emevi Camii’nde namaz kılacaktık, ne oldu? Şimdi Amerika bile döndü, rejimin yıkılmasından yana değiller, Esad değişsin diyorlar. IŞİD’in ne olduğunu anladılar. E biz IŞİD’e yardım ettik, bunları dünya biliyor. Dünya aydınlandı artık, bizde de etkileri olacak. İçeriden bir değişiklik olacağını zannetmiyorum yalnız, öncü bir güç yok. CHP kitlelere bunu anlatacak nitelikte değil galiba, başaramadılar. Elbette ben yine CHP’yi desteklerim, kazanmasını isterim ama yeterli değiller.

>>İçeriden olmayacaksa değişim nasıl olacak?

Dışarının etkisiyle değişim olacaktır. Bir Atatürk hareketi yok değil mi? Türkiye bugünkü gibi karanlık bir dönemdeydi, bir Atatürk çıktı! Çevresindeki insanların hepsi karanlıktı, kimse inanmıyordu ama o inanıyordu. Bugün o iradede insan yok. Ben tek başına bir insanın bir şeyleri değiştireceğine inanan biri değilim ama tarihimize bakınca bunu görüyoruz değil mi? Ne şartlarda çalışmış adam! Bugün lider değil ama bir aydın çevre arıyorum ben.

>>Şimdi öyle biri de çıksa, o birlikteliği sağlayabilir mi insanlar tartışılır. Herkes her anlamda uzaklaştı birbirinden…

Cumhuriyet döneminde yetişmiş kuşaklar var. Aldatıldılar, sustular ama varlar! Ben çevremde gerici insana rastlamıyorum. Konuşmalara, imza günlerine gidiyorum; gelenlerin hepsi benim gibi insanlar, bu bana moral veriyor, yalnız değilim diyorum.

>>Peki, o kuşakların sesi niye çıkmıyor, sorun ne?

Çünkü organize değiller. 68 Hareketi’ndeki gibi iyi insanlar gibi ama alternatif oluşturmuyorlar. Sürükleyici, inandırıcı bir alternatif yok. Emeklilere 3 ay ikramiye vermekle olmaz, bir şeylerin patlaması lazım. Bunun savaşla filan olacağına da inanmıyorum, silahlı devrimden yana değilim ben. Hiçbir zaman darbelerden yana olmadık. Hâlâ akılla, demokrasiyle değişime inanıyorum, biraz uzun sürüyor o kadar…

>>Seçime dair öngörünüz ne?

Haziran seçimlerinin iptali büyük bir düş kırıklığı oldu. Cumhurbaşkanı yeni bir seçim olması için her şeyi organize etti değil mi? Yeni seçimde de halkın düşüncesi değişmeyecek. Ne olacak? Kendisine oy vermeyenlerin oylarını önleyecek şekilde önlemler alacak. Muhalefet bunu önleyecek güçte değil. Yarın HDP’ye PKK’nın hizmetinde, anarşi yaratıyor diyecekler, kapatacaklar, sandıkları değiştirecekler, istedikleri sonuçları alıncaya kadar seçim diye halkı oyalayacaklar. Onun için seçimlerden de umutlu değilim, korkuyorum. İnşallah ben yanılıyorumdur...

FİKRET MUALLA'YLA İLK RÖPORTAJI YAPTIM

yarinlara-inaniyorum-77164-1.

>>Akşam’daki yıllarınıza dönelim ve Melih Cevdet Anday’ı analım isterim. Akşam da tanışmıştınız, nasıl biriydi?

Ankara’daki tercüme bürosu dağılınca İstanbul’a geldi. Akşam’da çalışırken bir gün Melih Cevdet geldi. Ben şiirlerini biliyordum, hayrandım. Vâlâ Nurettin bana, “Melih işsiz, ona bir iş bulalım” dedi. Yıl 1954, patron para vermez biliyorum. Röportaj yaptırırım, iş başına para verebilirim diye düşündüm, Melih de razı oldu. Birkaç gün sonra Vâlâ’ların evinde yemekte birlikte olduk, bana çok sempatik geldi. Her yere birlikte çıkmaya başladık, meyhane fasılları… Sirkeci’de Havra diye bir meyhaneye giderdik. Orhan Kemal’i de orada tanıdım. O da yazılarıyla geçinmeye karar vermişti, ona bir tefrika roman yazdırdım ve mahlasla romanını yayınladım. O dönem herkes sefaleti oynuyordu... O zaman Melih’in aşk hikâyeleri vardı. Müşerref Hekimoğlu ile büyük bir aşk yaşıyordu. Derken karısı Sabahat Ankara’dan geldi. Melih Sabahat’a döndü. Sabahat’la birlikte İstanbul’da ev açtılar. Sonra Melih’i kadroya aldım, sanat sayfası yapıyordu. O takımda Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu tanıdım. O çevreyi Unesco’ya gidene kadar sürdürdüm. Melih sonra Paris’e geldi, önce karısı bir iş buldu, sonra ona da ufak bir iş bulundu. Uzun yıllar sefaletle yaşadılar maalesef...

>>Fikret Mualla ile ünlü olmadan önce ilk röportajı siz yapmışsınız.

Evet, daha adı basında hiç çıkmamıştı. Galatasaray’dan bir arkadaşım vardı, Rasih Nuri İleri. Evlenirken bana bir Fikret Mualla resmi hediye etti. O resim hâlâ duruyor. O resimle merak ettim Fikret Mualla’yı. Paris’e gidince Avni Arbaş’a; “Ressamlar dizisi yapacağım, Fikret Mualla ile de görüşmek istiyorum” dedi. Avni bana, “Kaçığın tekidir, hiç gitme, seni kovar” dedi. Ben bir deneyeyim dedim. Adresini verdi, kalktım gittim. Bir binanın üst katında tek odalı bir apartman, kapıyı bir adam açtı. Üzerinde kancalı iğneyle tutturulmuş bir hırka. Kendimi tanıttım, sizinle röportaj yapmak istiyorum dedim. Bana, “Hıfzı Bey, benim amcamın soyadı da Topuz’dur, gelin” dedi. Beni gayet dostça karşıladı, hiç kaçık biri değildi, sevdim adamı. Giderken benden bir resim alın dedi. Ben de, “Burslu okuyorum, param yok” dedim. “Kaç para var cebinizde?” dedi, baktım 10 Frank var. “Verin siz onu bana” dedi ve bir resim verdi. “Yapmayın, bu 10 Franklık resim değil” dedim. Ama o paralara resim satıyordu zaten. “Hadi, şimdi ben size bir şey ikram edemedim, aşağıya inelim” dedi. İki kadeh şarap içtik, bir de sigara aldı, o 10 Frank buna gitti. Ondan sonra dost olduk. Sefalet yıllarına tanık oldum, son yıllarında geçinebiliyordu sadece... Ölümüne kadar ilişkimiz devam etti. Onun dışında Abidin Dino, Nejat Devrim de yakınlarımdı.

>>Unesco döneminden de kısaca bahsetmek ister misiniz?

Ben adaylığımı koydum, müdür bana 80 aday var 1 kişi alınacak dedi. Umudum yoktu ama ben seçildim. O dönem Akşam’dan ayrılmıştım, 1 senedir işsizdim. Ve hayatım değişti! Çok mutlu bir dönemdi. Unesco bana çok şey kazandırdı. Bol bol misyona gittim, dünyanın çok yerini gördüm. Afrika’da seminerler düzenledim, öğrencilerim önemli yerlere geldiler. Kongo’da 1 sene kaldım, o dönem seminerler verdim. Geçen yıl Kongo’dan telefon ettiler, 50 yıl önce gazetecilik semineri veren siz misiniz dediler. Beni ziyarete geldi büyükelçi ve beni Kongo’ya davet etti. Gittim ve bana törenle fahri doktora verdiler. 50 yıl sonra böyle bir şey yaşamak, emeklerinizin karşılığını görmek gerçekten çok güzel.

>>Dedenizin babası saraylıymış. Biraz ailenizden de bahsedelim mi?

Büyükannemin annesi saraylı, ilk romanımın kahramanı Meyyale o işte. Babamın babası Şerif Paşa da Abdülmecid’in yaveri. Babamın rakı fabrikası vardı, annem onun yanında çalışırdı. Annem Tevfik Fikret hayranıydı, “Şermin” kitabını okurdu bana. Okuma yazma bilmezken Tevfik Fikret’in şiirlerini bilirdim. Yaşam koşulları bakımından çocukken durumumuz iyiydi, sonra babam iflas etti. Okurken her zaman çalışmak zorunda oldum.

>>Babanızla ilişkiniz ise neredeyse yokmuş sanırım?

Hiç olmadı. Babam burnu havada biriydi, içki içerse gelir kucağına alır öperdi, onda da sakalları batardı, hiç hoşlanmazdım. Konuşmazdı, o gelince biz odadan kaçmaya çalışırdık. Babıâli’den gelmiş, Fransa’da okumuş, iyi bir çevresi var. Milli Mücadele için çalışmış, hatta evi basmışlar onu öldürmek için. Arkadaşları önemli kimselermiş. Geliri bitse de çevresi devam etti. Atatürk çevresiydi o çevre, evde Atatürk hayranlığı eksik olmadı.

***

Geçen yaşamınıza dönüp bakınca, mutlu musunuz?

İyi ki yaşadım! Çok da iyi yaşadım. Hiçbir zaman hırsım olmadı, para kazanma telaşına düşmedim. Siyasi hırsım da olmadı, politikayı izledim ama hiçbir derneğe üye olmadım, bağımsızlığımı her zaman muhafaza etmeye çalıştım. Mutlu oldum. Yaptığım şeyler bana çok zevk verdi, gazetecilikten çok heyecan duydum. Çalışmak bana zevk verir, 2 gün yazmazsam rahatsız oluyorum. Çalışma gücümü yitirmedim. Bir de galiba her zaman âşık oldum, o hiç eksik olmadı. Paris’te kalabilirdim ama Türkiye’den kopmak istemedim. Gelip burada, hayatın içinde olmak istedim.