Ortalama yaşam sürelerindeki 13 yıllık fark, yoksulları ve görece avantajlı zengin grubu iyice ayrıştırmaktadır. Evet virüs kurban seçmiyor ama sağlık, ekonomik ve sosyal krizler en çok yoksulların kapısını çalıyor.

Yarınların hastanesi

ANDRÉ GRIMALDI- FRÉDÉRIC PIERRU
Çeviren: Esmeray Yoğun

“Bir savaştayız”. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 16 Mart’taki ciddi ulusa sesleniş konuşmasında 6 kez “Bir savaştayız” diye tekrarladı. Savaş? Ama kime karşı? Öldürmeyenlerde hafif semptomlara neden olan bir virüse karşı...

Hükümetin özünde genel seferberlik ruhlu mesajlarıyla dolu birkaç hafta geçirdik. Çelişki ise Başbakan Édouard Philippe’in, belediye seçimlerinin birinci turu arifesinde barları ve restoranları aniden kapatmaya karar vermesi ama ertesi günü vatandaşları seçim sandıklarına gitmeye teşvik etmesiyle tavan yaptı. Bu eşzamanlılıkta yatan garip “Macronyan” tarz çelişki insanların kafasını karıştırdı ve haklı olarak sandığa gitmede büyük bir çekimserliğe neden oldu. Bu çelişki Sağlık Bakanlığı görevinden Paris Belediye Başkanlığı’na adaylığı nedeniyle istifa ettirilen Agnès Buzyn’in virüs ortamında seçime gitmeyi “maskeli balo” diye adlandırmasıyla görünür oldu. Devamında, virüse karşı açılan bu savaşın “başkomutanı” [Macron] ise tamamen Fransız halkının özensizliğini ve dikkatsizliğini suçlayaraktan, bilimsel uzman görüşlerinin arkasına saklandı. Gerçekçi olmayan bu suçlama ise Cumhurbaşkanı’nın o şatafatlı babacan konuşmalarında belirgin yer buldu.

Daha kötüsü ise koronaya karşı açılan bu savaşın “politik aktivite ve tartışmaları farklı şekillerde sürdürmek” şeklinde alışagelen malzeme edilişi idi. Halbuki bu kriz durumu tamamıyla farklı bir paradigma gerektiriyordu. Aslında, Covid-19 salgını, neo-liberal politikaların 20. yüzyılın son çeyreğinden beri süregelen ve Macron’un da hastaneyi ve sağlık çalışanlarını tüccar bir girişimciye, halk sağlığı hizmetinden faydalanan hastaları da müşteriye dönüştürmeye karar verdiği bu acımasız yapının beceriksizliğini gün gibi ortaya döktü.

Bu piyasacı yaklaşım, kamu sağlığı politikalarını hedef aldı ve 2004 ‘ten bu yana kamu hastaneleri fonlamasında kullanılan işlem fiyatlandırma kılavuzunu [T2A] devreye soktu. Bu uygulama tarife kılavuzu, sağlıkçıları ve hastaneleri yaratılmış bu sahte pazarda rekabete sokmayı amaçladı. Kılavuzun asıl amacı, hastanelerin sağlık ihtiyaçlarına cevap vermek yerine karlılığın yüksek olduğu işlemlere yönelip, maliyetleri olabildiğince düşürerek piyasadan büyük pay kapmalarını sağlamaktır.

Devlet hastanelerini bir üretim hattına veya havaalanı işleyişine indirgeyen bu piyasacı yaklaşım, kalp pillerinin takılması, damaryolu stentlerinin yerleştirilmesi, diyaliz uygulamaları, kolonoskopi ya da ayaktan müdahale gibi daha teknik standartlaşmış denebilecek işlemlerin özel kliniklere devrine yol açtı.

Ne yazık ki bu neo-liberal ideoloji, kırsal bölgelerde ve şehrin görece daha yoksul kesimlerdeki neredeyse sıfırlanan sağlık hizmetleri sonucu acil servislerde yaşanan patlamayı da geçen birkaç yıldır yapılan bütün uyarılara rağmen kısır döngüleşen bulaşıcı salgınları da görmezden gelmiştir.

BU SORUMSUZ KARARLAR GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

2008’den bu yana uygulanan, kamu bütçe kısıtlama kararları özellikle on yılda 8 milyar avro, 2020 ‘de ise 600 milyon avro tasarruf etmesi istenen devlet hastanelerine gözünü dikmiştir. Geçen sene 2019 sonbaharında, hastalanan çocukların, sırf yatak ve personel yoksunluğu nedeniyle Paris’ten 200 km uzaktaki hastanelere taşındığında ortaya çıkan salgın krizi yaklaşan felaketin çığlığıydı. Ama bu çığlık halk sağlığı finansmanına yön veren siyasi mercileri etkilemeye yetmedi.

Macron sağlığın piyaslaştırılamayacağını bu sayede aniden keşfetmiştir. Sonunda politikacılar sözü, aylardır kendilerinden sağlık sisteminin nefesini kesen adeta onu boğazlayan mali tasarruf uygulamalarına son verilmesini isteyen beyaz önlüklü kahramanlara, bıraktılar.

Hiç şüphe yok ki, yetkililer, paramedik sağlık personelinin maaşlarına zam yapılacağını açık bir şekilde duyurdu. Koruyucu maskeden bile mahrum sağlık kahramanlarına duyulan minnetin bir ifadesi olarak M. Gérald Darmanin “fazla mesailerin” ödeneceğinin garantisini verdiği için mutlu olmuş. Hazine ve Maliye Bakanlığı çok cömert!..

Korkarım ki, Darmanin’in hödüklüğü bize; kısa dönemli karı güvenliğin üstünde gören, yani ilaç etken maddelerinin artık Avrupa’da üretilmemesine karar verenlerin, karlılığı olmayan jenerik ilaç ve tıbbi destek malzemesi üreten bir firması varlığını çılgınlık olarak görenlerin, hijyen jel ve maske ihtiyacını karşılayamayanların, yıllardır kamu hastanelerinin yıkılması için çabalayanların sosyal güvelik masraflarının dokunulmazlığına son verenlerin, sarı yelekliler hareketlenmesi sonucu vergi muafiyetleri ve genel sosyal katkıdaki payın 2.5 milyar düşürülmesine karar verenlerin bu salgından alınacak dersleri almadığını gösteriyor.

Ortalama yaşam sürelerindeki 13 yıllık fark, yoksulları ve görece avantajlı zengin grubu iyice ayrıştırmaktadır. Evet virüs kurban seçmiyor ama sağlık, ekonomik ve sosyal krizler en çok yoksulların kapısını çalıyor.

Cumhurbaşkanı bize söz verdi, “yarın” farklı olacak. Hatta daha iyi bile olmasını umut ediyoruz ama daha kötüsü de olabilir; ekonomik olarak eskisi kadar liberal ama politik olarak daha otoriter bir yarın söz konusu. Sağlık politikaları şu anda “sağlığın ticareti mi yoksa kamu sağlığı mı?” sınavından geçiyor. Yarının hastanesi bilimsel yeniliklere izin verip, hastane olarak işlevini sürdürürken, tıbbi ve sosyal olarak konumunu korumalı ve yüksek teknoloji ile donatılmış olmalı. Hastaneler karlılık peşinde koşmayı bırakıp “hasta sağlığının, topluma mümkün olan en düşük maliyetle sağlanması” ana prensibine geçiş yapmalıdır. Fransız hastane şirket yöneticileri ayakta müdahaleyi artırmak için yatak sayısını %30 azaltmaya takmış durumdalar. Almanya’da ise %50 daha fazla yatak sayısı ve nüfus yoğunluğuna göre iki katı fazla reanimasyon kapasitesi bulunuyor.

SOSYAL GÜVENLİK RUHUNA GERİ DÖNÜŞ

Nihayetinde, gerçek ve etkili bir politika tüm tarafların katılımını gerektirmektedir; bu da hasta derneklerinden, eğitimcilerden, doktor ve paramedik meslek örgütlerinden, sendikalardan ve kamu sağlığı ve sağlığın yüksek otoritelerinden geçmektedir.

Hasta pazarda serbestçe hareket eden bir tüketici, sağlık profesyonelleri ise onlara hizmet satan servis sağlayıcı olmayacak aksine bu iki kısım; sınırları demokratik sağlık tartışmalarında belirlenecek, %100 önleyici sağlık ve bakım anlayışına odaklı bir dayanışma sisteminin aktörlerine dönüşecekler.

Ancak, sağlığı ortak bir alan olarak kabul eden, karı önemsemeyen, onu ne kamulaştıran ne de özele bırakan bu dönüşümün uygulamasının umudu için, hastaneleri biomedical teknolojiyle buluşturan, içinde eğitim araştırma ve bakım merkezlerini içeren üniversite hastanelerinin kuruluşunu da getiren “mutlu günlere” yani sosyal sigortanın kurulduğu ve hastanelerde büyük reforma gidildiği 1958’e geri dönmek gerekir.

Tarih gösteriyor ki, sağlık sistemlerinde büyük ölçekli reformlara sadece politik ve sosyal kriz dönemlerinde gidilmiştir. Fransa örneğinde bu, Fransız devriminde 2. Dünya savaşının akabinde, Cezayir savaşında, 5. Cumhuriyetin doğuşunda ya da 1968 mayıs-haziran olaylarında olmuştur. Covid-19’un kendine münhasır karakteristikleri de bu tarz toplumsal çapta bir olayı sağlayabilir. Bizler bu dönüşümü beklerken, sadece, Dr. François Salachas’ın 27 Şubat’ta, Mösyö Macron’a hastane ziyareti sırasında yönelttiği şu sözleri tekrar edebiliriz: Sayın Başkan siz bize koşulsuz şartsız güvenebilirsiniz. Bunun tersi ise mümkün değil.

Kaynak: Le Monde diplomatique’ten kısaltılarak çevrilmiştir.