Yaşadığımız labirent ve ‘kaç kapıları’

Savaş ÜNLÜ

Okuduğumuz öykü ve romanlardaki bazı karakterler belleğimize kazınır. Yazar, kahramana öyle nitelikler öyle özellikler yükler ki unutmak olası değildir. Bazen kahraman, yazarın da önüne geçer, birlikte ölümsüzleşirler. Reşat Nuri Güntekin’le Çalıkuşu/Feride, Orhan Kemal denince Murtaza anımsanır. Yaşar Kemal aklımıza gelince İnce Memed, Adalet Ağaoğlu’nun “Ölmeye Yatmak” romanı denince Aysel…

İsa Küçük’ün “Sarışın ve Kara” romanındaki Kaymakam Çağlar belleğimde kalıcı biçimde yer etmişti. Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı, "Geçmemiş Zaman" romanını okurken Kaymakam Çağlar dikiliverdi karşıma. “Buz tutmuş saati” Cumhuriyet aydınlığında çalıştırmak ve taşranın kaderini değiştirmek çabasında olan şair kaymakam, "Geçmemiş Zaman"da da karlar içinde. Bu kez yalnız değil; yanında, okurda kalıcı izler bırakacak Doktor Nur var. Güçlü kişiliği, “sırlarının” konuşulmasından çekinmeyişi, ölüm karşısındaki duruşuyla, Kaymakam-Vali karakterini aşarak romanın baş kahramanı olmayı hak eden Doktor Nur; okuru, “Feride” ve “Aysel” gibi kendi zamanının ruhuyla kucaklıyor.

Kitap daha ilk sayfalarda sarıveriyor okuru. Zaman kavramı işleniyor... Çoğu kez tartışılan zaman. Sarışın ve Kara’da, donduğu için mi durduğu, durduğu için mi donduğu belli olmayan saat bu kez bir geçiyor bir geçmiyor. Yeni bir arkadaşla buluşmaya ayarlı İstanbul sabahında çalan telefon… Kahramanımızı yıllar öncesine götürüyor. Uzağa değil, hepimizin yakın zamanda yaşadığımız günlere. Roman "Geniş", "Geçmiş" ve "Geçmemiş Zaman" bölümlerinden oluşuyor. “Geçmemiş Zaman" kitaba adını vermiş. Aslında her bölüm başlığı hak etmiş. Yazarın keskin gözlem gücü, anılar, şahane bir anlatım, müthiş bir olay ve kurgu ortaya çıkarmış.

Doktor Nur’un düşünceleri mekân ve zaman algısını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. "Doğu benim için hep acı. Güneş acıya doğar burada, batıda, o engin denizlerin üzerine portakal gibi, bir ateş topu gibi düşüp batarken, burada ya bir dağın tepesine ya da kara bulutların içine düşer, ötesi zifir karanlıktır. Ay da acıya doğar... Şimdi, babamdan yıllar sonra burada, doğudayım..."

Olay doğuda geçiyor. Küçük bir ilçede çetin kış koşullarında, duyumsamalar, yaşananlar… Temelleri feodalitenin sarmalında bulunan uyum ve uyumsuzluklar; hayata ve dünyaya bakışta yöre halkıyla devlet görevlileri arasındaki farklılıklar; doğruları, yanlışları bulmak çabası… İnsanın kendisi ve çevresi ile yüzleşmesi…

Kitaba adını veren bölümden önce Doktor Nur’un yaşamı, yaşadıkları, geri dönüşlerle ustaca anlatılmış. İlgiyle okunuyor. Romanın başkişisini daha iyi tanımamızı sağlıyor anlatılanlar. Yemen cephesinden bacağında İngiliz şarapnel parçası ve çantasında kulpsuz bir kahve fincanı ile dönen büyükbabanın torunu Doktor Nur’un mecburiyet bölgesinde iki gün içinde yaşayıp duyumsadıkları…

Romanın insanı sarsan bölümü "Geçmemiş Zaman"a saklanmış. Kahramanlarımız, otopsi için gidilen köyde olmadık bir olayla karşılaşır. Savcı, doktor, sağlık memuru, adliye kâtibi, görevlerini yapıp bitirdikten sonra köylülerden birinin daveti üzerine evine çay içmeye giderler. O sırada evi silahlı bir grup basar. İnsanı hayret derecesinde şaşırtan başka bir olay daha saklıdır zamanın karnında: Silahlı grubun başı Tunç ile Doktor Nur arasında geçmişte bir tanışmışlığın, duygusal bir yakınlığın mevcudiyeti ortaya çıkar.

Savcı ve Dr. Nur, ‘teröristlerin’ teslim olmalarını isterler. Kabul edilmez. “Konuklarıma dokunmayın, beni yakın” diyen ev sahibi bir fırsattan yararlanarak evin demir kapısını dışarıdan kilitleyerek kaçar. İçeride kalan ev sahibesi Sultan Ana, örgütten kaçmış Gülten, silahlı grup ve kamu görevlileri… Yaşam ve ölüm yan yana, yüz yüze, karşı karşıyadır. Herkes kendince özgürlüğün anahtarını aramaya başlar.

Yazar, o andan itibaren (sadece içeride kalanların değil aynı zamanda okur olarak bizim) içimizdeki çocuklara “kaç kapıları” açarak ideolojik, dinsel, etnik saplantı ve önyargıların ötesinde bir tartışma alanı yaratıyor. Bunu yaparken, Karacaoğlan’dan Mem-ü Zin’e öykü, masal, türkü ve şiirin sunduğu olanaklardan yararlanıyor. Gülten’in bakışlarından esinle, “Diyarbakır’da, Deliller Hanı’nın duvarında kara bir taş vardır/ ve o kara taşta bir gözyaşı” diyen İsa Küçük, o gözyaşını dindirmeye çağırıyor bizi.

"Geçmemiş Zaman", kavram olarak sıkıntılı bir anı, yaşanmamış olanı, ama aynı zamanda geleceği de çağrıştırıyor. Bir şeyi yapmak, başarmak zamanının geldiğini ve fakat geçmediğini de… Evet, barış ve huzurun zamanı gelmiştir, geç kalmış sayılmayız. Bitmemiş roman dememin nedeni; bu romanın, romanda aktarılan öykünün sonundan çok hedefine dikkat çekmek arzumdan kaynaklıdır. “Kilitli kapının ardındakiler” ve biz, halk olarak, içine düştüğümüz labirentten yazarın açtığı “kaç kapılarını” kullanıp çıkabilirsek sonraki adımları yeni bir romanda okuyacakmışız gibi geldi bana. Evet, "Geçmemiş Zaman"ın kahramanları, biz okurlara emanet edilmiş durumda. Bana kalırsa İsa Küçük, “Geçmemiş Zaman”ın devamını yazmalı. Ama ondan önce, “o devamı” biz, toplum olarak yaşayıp gerçekleştirmeliyiz. Yazara yol göstermeli kalemine yeni sayfalar açmalıyız.

"Geçmemiş Zaman" mutlulukla mutsuzluk, umutla umutsuzluk arasında yürek denilen ölümsüz kahramanın yaşadığı gelgitlerin romanı.