Yaşamın kilidin açmak

PROF. DR. GAYE USLUER
Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı

Covid-19 pandemisini kontrol altına alabilmek için tüm dünyada uzunca bir süre “yaşamlar kilitlendi.” Hepimiz bir şekilde bu yeni kilitlenmiş yaşama uyum sağlamaya çalıştık. Her ülke bu kilitlenmeyi farklı biçimlerde yaptı. Bazı ülkeler yaşamı tümden kilitleme yöntemini tercih ederek, toplu sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Böyle bir tercihin yapılması durumunda vatandaşların temel gereksinimlerinin sağlanması, iş güvencesi ve gelir kaybının olmaması için sosyal devlet modeli gerekmekteydi. Bu kararı alan ülkeler bu sorumluluğu da almak durumunda kaldılar.

Türkiye’de ise hafta sonları ve tatil günleriyle sınırlı aç / kapa diye tarif edebileceğimiz kilitlenme modeli seçildi. Bunun dışında 65 yaş üzerindeki kişiler ve 20 yaş altı için halen devam emekte olan, zorunlu ve sürekli sokağa çıkma yasağı uygulandı.

Bugün ise birçok ülkede olduğu gibi bizde de normalleşme adı altında bu olağan üstü süreçten çıkma stratejileri hayata geçirilmeye başladı. Kilitler altında bir yaşamı ilelebet sürdürme şansımızın olmadığını biliyoruz. Yaşam boyu karantina ya da izolasyon şüphesiz mümkün değil. Ancak yeniden normalleşirken yada normalleşmeye başlarken risk analizlerinin doğru yapılması yaşamsal önem taşımakta.

SALGIN BİTTİ Mİ?

Yeni dönemin en önemli sorusu bu. Bu sorunun cevabı çok net “HAYIR” salgın devan ediyor. Covid-19 enfeksiyonunun bitebilmesi ya da kontrol altına alınabilmesinin iki yolu var. Ya etkin ve güvenilir bir aşı bulunacak, ya da tedavide etkin, özgün ilacı bulunacak. Şu anda ikisi de yok. Araştırmalar var, devam ediyor. Her ikisi için de çokça öngörünün mevcut olduğunu biliyoruz. Ama gerçek olan şu ki önümüzdeki en az 1 yıllık sürecin bu öngörülerin hangilerinin doğru veya hangilerinin yanlış çıkacağını görebileceğiz. Burada unutulmaması gereken etkin ve güvenilir bir aşının bulunacağına dair yüzde yüz bir garantinin olmadığı. Düşünün ki 40 yıl önce tanımlanan HIV etkeninin yani AIDS hastalığının hâlâ aşısı bulunamadı.

Ancak alınan önlemler ve yasaklar nedeniyle Covid-19 salgınının hızı yavaşlamış durumda. Bu nedenle hastaneye başvuran hasta sayısında, hastane yatışlarında ve ölümlerde azalma mevcut. Tüm bunlara bakarak pandemide birinci dalga bitti demek doğru olmaz. Benzer şekilde “ikinci dalgayı beklemiyoruz” söylemi de gerçekçi olmaz. İkinci dalga mutlaka olacaktır. Ama hedefimiz ikinci dalganın ortaya çıkış zamanını geciktirebilmek ve kapsama alanını – yani etkilenen insan sayısını- azaltabilmek olacak. Bunu sağlayabilmenin tek yolu var, o da “normalleşme planının doğru yapılması”.

NORMALLEŞMEYLE BİRLİKTE BİZİ NELER BEKLİYOR?

Salgın bitmedi yanıtına geri dönecek olursak, kontrolsüz ve plansız normalleşme bizi salgının başlangıç noktasına götürebilir. Ve böyle bir senaryo gerçekleşirse toplum bunun bedelini ağır öder. Çünkü Covid 19 halen bizimle birlikte ve fırsat kolluyor.

Bu nedenle normalleşme adımları atılırken şüphesiz en az riskli alanlardan başlayarak normalleşmek gerekiyor.

Bireysel korunma önlemlerine devam edeceğiz. Maske, el hijyeni ve fiziksel mesafenin en az 1,5 metre olması kurallarına uyacağız. Toplum için bunlar istenirken, ısrarla vurgulanırken toplu taşıma araçlarında yüzde 50 doluluk oranı kuralının kaldırılması ise başlı başına ayrı bir tartışma alanı.

Pandeminin başlarında slogan olan “test, test, test” söyleminden vazgeçmeyeceğiz ve daha çok test yapmayı hedefleyeceğiz. Öncelikle test yapma kapasitemiz artırılmak zorunda. Artık hedefimiz sadece hastaneye başvuran kişilere test yapmak, pozitif olanları yeni vaka sayısı diye bildirmek olmayacak. Bu aşamada bizim tıpta asemptomatik dediğimiz, bulgusu olmayan ama Covid-19 ile enfekte kişilerin tanımlanması çok önemli. Çünkü bu grup hasta gibi görünmedikleri halde virüsü taşıyorlar ve bulaştırıyorlar. Bu nedenle özellikle risk gruplarını kapsayacak yeni bir test stratejisinin oluşturulması zorunluluk. Sağlık personeli, bakım evleri / huzur evlerinde kalanlar, cezaevlerindekiler, çalışanları da dahil olmak üzere teste tabii tutulmak zorunda. Birçok ülke normalleşme sürecinde haftalık test sayısı olarak 500 bin ile 700 bin arasında rakamları hedeflediğini açıkladı. Hal böyle iken Türkiye’de günlük test sayısının 20 bin ile 35 bin arasında değişiyor olması, testlerin sadece hastaneye başvuran hastalara yapılmasıyla sınırlı kalması salgının kontrolünü engelleyecektir.

NEDEN HIZLI HIZLI NORMALLEŞMEYE ÇALIŞIYORUZ?

Hızlıca normalleşmeye gidişin en önemli nedeni duran, üretmeyen ekonomiyi yeniden çalışır hale getirmek. Pandemi sonrasında dünyada tüm ekonomiler çöküyor. Uluslararası Para Fonu, Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en kötü ekonomik gerilemeyi öngörüyor.

Bize gelince…Türkiye zaten büyük bir ekonomik kriz içindeyken Covid-19 pandemisiyle karşılaştı. Ekonomik kriz, ekonomik buhrana dönüştü. Burdan kriz bizi teğet geçti sonucunun çıkamayacağı da muhakkak.

Aslında kilitlenmiş yaşamlarımızla birlikte bir çoğumuz yaşamlarımızı “dijitalleştirdik”. Zamanımızın büyük kısmı –mesleki olsun, temel yaşam gereksinimlerimizi yerine getirmek olsun- çevrimiçi. Dijitalleşebilen, çevrimiçi olabilen aşamını daha kolay organize edebildi. Bu nedenle küresel ekonomiler için temel konulardan birisi “dijital ekonomiye nasıl geçeceğiz” sorusu olacak.

Bir yandan yeni normale alışırken yeni yaşamın ya da ayakta kalabilmenin şifresi “ÇEVRİMİÇİ, DİJİTAL EKONOMİ” olacak. Bunu yapabilen ülkeler kazanacak.