Deprem bölgesinde yurttaşlardan en çok duyduğum şey basına olan güven kaybıydı. "Yayımlayacaksınız konuşuruz" tepkisini gösteren halk kendini sahipsiz hissetmiş. Sürekli yalnız bırakıldıklarından bahsediyorlardı.

"Yayımlayacaksanız derdimizi anlatırız"
Fotoğraflar: BirGün

Kayhan AYHAN

Deprem bölgesinde geçirdiğim on gün boyunca gördüğüm tablo acı, gözyaşı ve sessizlikti. Gittiğim her yerde, konuştuğum her insanın yüzünde hüzün vardı. İnsanlar bütün çaresizliklerine rağmen samimiyetlerini de eksik etmiyordu. Yurttaşların acıları karşısında bizler de duygusal olarak yıprandık.

6 Şubat'ta Maraş merkezli depremlerin ardından bölgedeki gerçeği görmek için çıktığım yolda Adıyaman, Malatya, Maraş, Kilis ve Antep'te yaşananları yerinde gördüm. Depremin ardından gece gittiğim Antep Havalimanı'ndan hayalet bir şehir duygusuna kapıldım. Buradan Adıyaman'a giden bir yurttaşa taksi seyahatinde eşlik ederek Adıyaman'a gitmek üzere yola çıktım. Adıyaman'a gelmeden önce çöken yollar deprem hakkında bir fikir verdi bana.

Çoğu yolda derin çatlaklar ve yarılmalar oluşmuş, bazı yerlerde yollar çökmüştü. Adıyaman şehir merkezine giriş ise polis tarafından kapatılmıştı. Geceyi Türkiye Petrolleri Mahallesi'nde birlikte kente gittiğim ailenin çadırında geçirdim. Burada karşılaştığım manzara sonraki günler için aslında Adıyamanlıların yaşadığı sorunu gösteren bir manzaraydı. Gün aydınlandığında, tepeden şehre doğru inince şehirdeki yıkım beni şaşırtmıştı. Çünkü bu yıkım medyada yeterince yer bulmamıştı. Adıyaman'ın hangi sokağına girsem bir enkaz, çöken binalar ve sitelerle karşılaşıyordum. Çoğu noktada arama-kurtarma çalışmaları devam ediyordu. Her enkazın başında aileler yakınlarını bekliyordu.

HALK SAHİPSİZ HİSSETMİŞ

Gazeteci olduğumu öğrenen yurttaşlar sitemlerine başlıyordu. Burada gazetecilere olan güven sarsılmıştı. "Anlatsak da yazmacaksınız" sitemleriyle karşılaşıyordum. Kimi noktada aileler yayın yapan televizyon kanallarının muhabirlerini enkazlardan kovuyordu. Ben durumu anlattığımda ise 'yayımlayacaksınız anlatalım' şeklinde konuşmalar geçiyordu aramızda. Çünkü burada halk kendini sahipsiz hissetmiş. Günlerce yalnız bırakıldıklarından bahsediyorlardı. Bazı aileler enkazlarında 5 gün sonra arama yapıldığını söylüyordu. Bir aile ise ikna ettikleri bir televizyon kanalının yayını üzerine çöken binalarında arama yapılıdığını söylüyor ve ekliyordu: "Burada devlet yok. Burada devlet basın!"

Adıyaman çarşı merkezi ise gördüğümde inanılamayacak bir haldeydi. Aslında kent komple yıkılmış durumdaydı. Ayakta kalan binalar da ağır hasar almıştı. Burada karşılaştığım bir genç de bütün deprem bölgesindeki soruna dikkat çekiyordu. Ailesini kendisi enkazdan çıkartmış. AFAD ekibine haber verildiğini ama kimsenin gelmediğini söylüyor. Öyle ki enkazda yangın çıkmış onu söndürmek için de kimse müdahale etmemiş. Bu durum çoğu enkazda böyleydi aslında. Yurttaşlar bazı enkazlara hiç bakılmadağını da söylüyordu.

yayimlayacaksaniz-derdimizi-anlatiriz-1129873-1.



VALİYE TEPKİ

Bölge insanı Adıyaman valisine ise çok tepkiliydi. Gerekli yardımı çağırmadığından bahsediyorlardı. Konuştuğum insanlar depremin ilk anlarında valinin arandığını ve sadece "19 bina yıkıldı" şeklinde ihbar geldiğini ve bu yüzden yardıma gelinmediğini anlatıyordu. Kentte olduğum süreçte dikkatimi çeken başka bir konu ise çadır eksikliğiydi. Yurttaşlar çadır arıyordu. Bazı noktalarda küçük çadırkentler kurulmuş ancak herkese çadır düşmemişti. Bazı yurttaşlar kendi imkânlarıyla yaptıkları derme çatma çadırlarda kalıyordu. Adıyaman'ın gece soğuğu ise buralarda yaşayanlar için bir işkenceye dönüşüyordu. Kiminle konuşsam "Bize artık kıyafet değil çadır gönderin" diyordu. Bu düzensizlik içerisinde Yenimahalle'de denk geldiğim Cemevi'nde ise işler bir düzen içerisinde yürüyordu. İnsanlar burada sırayla yardımlarını alıyor, sıcak yemeğe ulaşıyor ve burada kalabiliyordu. Diğer yerlerdeki hijyen sorun ise ayrıca önemli bir konuydu. İlk günlerde şehirde tuvaletlerin olmaması yurttaşlar açısından çok büyük bir sorundu. Konuştuğum insanlar binaların genelde alt kolonlarının patladığını ve bu yüzden binaların çöktüğünü söylüyordu.

BETONLARDA DERE TAŞI

Yıkılan binaların çoğunda kolonlarda kullanılan betonda büyük dere taşlarına denk geldim. Kullanılan demirler ise eski olan düz demirlerdi. Birçok enkazda aynı manzara beni karşılıyordu. Bölgede yıkılmayan binalarda ise perde beton sistemi dikkatimi çekmişti. Perde beton kullanılan binalar ayakta duruyordu. Adıyaman'daki yıkımı arkamda bıraktıktan sonra Gölbaşı, Maraş'ın Elbistan, Malatya'nın Doğanşehir ve Erkenek ilçeleri de depremde çok büyük hasar almıştı. Özellikle Gölbaşı ve Erkenek ilçelerinde yıkım ağır olmuştu.

SAVAŞTAN ÇIKMIŞ GİBİYDİ

Maraş merkeze girdiğimde ise büyük bir yıkımla karşılaştım. Bir dönem canlılığıyla şehrin gözbebeği olan Trabzon ve Azerbaycan Bulvarları savaştan çıkmış bir kenti andırıyordu. Kentin her sokağı terk edilmiş ve yıkılmış durumdaydı. Boylu boyunca çökmüş binalar... Ara ara kurtarma çalışmaları devam etse de artık umut tükenmiş durumdaydı. İnsanlar cenazelerinin peşindeydi. Her enkazın başında bir aile cenazelerini almak için bekliyordu. Burada süren çalışmalar ise daha çok enkaz kaldırmaya yönelikti. Konuştuğum insanlar iş makineleriyle yapılan bu çalışmalar nedeniyle cenazelerin parçalanarak çıktığını da anlatıyordu...

yayimlayacaksaniz-derdimizi-anlatiriz-1129874-1.



BAŞKAN ORTADA YOKTU

Depremin merkez üssü olan Pazarcık ilçesinde de yıkım büyüktü. Aslında fay hattı üzerindeki bütün şehirler birbirine benziyordu. Artık şehirleri ayırt edecek bir yan kalmamıştı. Hepsi enkaz içerisindeydi. Şehirlerde sessizlik hâkimdi. Ta ki kurulan çadır kente gelene kadar. Hayat burada yeniden inşa edilmişti. Gönüllülerin ve Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun çabalarıyla yüzlerce çadır kurulmuş ve aileler buraya yerleşmişti. Her çadırda tüten soba dumanı insanı iyi hissettiriyordu. Konuştuğum depremzedeler AKP’li belediye başkanını ortalıkta görmediklerini söylüyordu. Bazısı ise başkanın kaçtığı görüşündeydi. "Bir belediye önlem almaz mı?" diye sitem ediyorlardı. Pazarcık'ta TKP'nin oluşturduğu yardım merkezi ise bölgenin ihtiyaçlarını karşılayan ana yerlerdendi. Buraya gelen yardımlar ihtiyaca göre ayrılıp çadırlara ulaştırılıyordu.

KOMÜNİST, ASKER ÇADIRDA

Buraya bölgede görevli asker ve polislerin gelmesi de buünlerdeki dayanışmayı daha da iyi gösteriyordu. Asker ve polisler de ihtiyaçları doğrultusunda ya da bir çay içip, telefonlarını sarja takmak için bu noktaya uğruyordu. Öyle ki TKP'liler bazı askerlirin kendilerine 'yoldaş' diye seslendiklerinden de bahsediyordu.

HER YERDE YIKIM

Daha sonra geldiğim Antep'in Nurdağı ve İslahiye ilçelerinde her yer yıkık durumdaydı. Nurdağı için yıkım kararı verilmiş. Yani şehir kalmamış. Artık Nurdağı diye bir ilçe yoktu. Her ara sokak enkaz yığınlarıyla doluydu. Hemen ilerisindeki İslahiye ilçesinde de durum farklı değildi. Dolaştığımız her şehir ayrı enkaz altında ve yıkılmış durumdaydı. Sessizliğe teslim olmuş şehirlerden insanlar göç etmişti. Kalanlar ise eşyalarını yıkık binalardan çıkartmaya uğraşıyorlardı. Daha sonra Kilis ve oradan Antep’e geçtim. 100 kilometre içerisindeki değişim beni şaşırtmıştı. Kilis’te her evin ışığı açık, insanlar evlerine girmiş ve hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Antep’e geldiğimde ise şehrin yarısının boşaldığını fark etmiştim. Merkezde ağır darbeyi ise tarihi yapılar almıştı. Birçok tarihi caminin minaresi yıkılmıştı.

ACI VE ÇARESİZLİK

Fay hattı boyunca dolaştığım yerlerde yıkım hep aynıydı. Malatya, Adıyaman, Maraş ve Hatay’a kadar uzanan bu hatta deprem önüne gelen her şeyi yıkmıştı. Gezdiğim yerler sessizliğe bürünmüş, konuştuğum her insanın yüzünde ise acı vardı. İnsanlar bütün çaresizliklerine rağmen samimiyetlerini ise eksik etmediler. Ailelerin çadırlarında misafir oldum, birlikte çaylarını ve yemeklerini paylaştık. Bölgede gazeteci olarak görev yapmak manevi olarak iyi hissetirse de karşılaştıklarımız insanda derin bir hasar bırakıyor. Kime dokunsak ağlarcasına acısını paylaşan yurttaşların karşısında bizler de duygusal olarak yıprandık. Deprem bölgesindeki 10 günüm böyle geçti...