Perşembe Yaylası geçen yıl Romanlara kapatıldı. Yayla Şenlikleri Karadeniz’in kökü binlerce yıl öncesine giden bir geleneğidir. Ve Romanlar...

GÜLTEN MADENLİ
Perşembe Yaylası geçen yıl Romanlara kapatıldı. Yayla Şenlikleri Karadeniz’in kökü binlerce yıl öncesine giden bir geleneğidir. Ve Romanlar bunların ayrılmaz bir rengi ve parçasıdır, Anadolu’nun ve Trakya’nın her yöresinde yapılan Panayırlar gibi. Romanlar, Perşembe Yaylası yasağının bu yıl da olması endişesi içindeler.
Peki, nerede bu Perşembe Yaylası?
Ordu İlinin yeşilinden doğan tüm renkleriyle bezeli şirin bir ilçesidir Aybastı. Her yerleşkenin kendisini var eden, yaşamını besleyen-zenginleştiren, doğanın daha cömert davrandığı köşeleri vardır. İşte bu yer Aybastı İlçesinin Perşembe yaylasıdır.
Tarihçesi tam olarak bilinmemekle birlikte, Evliya Çelebinin Seyahatname’sinde geçer. Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi eriyen karlardan sonra, Aybastı insanları hayvanları ile yaylalarına giderler. Bir yandan kışlık yiyeceklerini hazırlarlarken, yaşadıkları coğrafya ve toplum yapılarına uygun ritüellerini de devam ettirirler. Ayrıca, doğanın sunduğu bol oksijen ve diğer zenginlikleriyle de sağlıklı yaşamın adresi olarak görürler.  Yaylasız bir yaşam düşünemezler. Kışlıklarına geri dönmek için güz dönümünü,  ilk karın düşmesini beklerler.
ÜRETTİKLERİYLE YARIŞMAYA KATILIRLAR
Yaylada şenlik zamanına kadar üretmiş olduklarıyla yarışmalara katılırlar: En İyi Peynir Yarışması, En İyi Damızlık Buzağı Yarışması, En iyi Koç, En İyi Koyun, Koyun Kırkma, At Yarışları ve Yağlı Pehlivan Güreşleri gibi... Köçekleri de gelir, yerel sanatçıları orkestraları ile türküler okur. “Yayla ve Sevda Türkülerine doyum olmaz”.
Bir şekilde memleketinden ayrılan, yurtiçinde ve yurtdışında gurbette olan yöre insanlarından binlercesi, bu şenlik günlerinde kendi yaylalarında buluşurlar. Perşembe Yaylasının Panayır tarihi ise temmuz ayının son haftasına denk gelir. 2010 yayla şenliği tarihi 19-25 Temmuzdur.
Yaylaların insanları salt o bölgeye ait olanlar değildir. Aynen Perşembe yaylasının tarihçesinde de olduğu gibi Romanlar da, atalarının bu yaylaya ilk ne zaman geldiklerini tam bilemezler. Ülkenin çeşitli yerleşkelerinden göçüp, panayır tarihlerine göre çadırlarını kurarlar. Amaçları elbette ekmek parasını çıkarmaktan ibarettir. Ve bunu daha çoğunluk, anneden kıza geçer şekilde geliştirdikleri meslekleri olan çeşitli hünerlerle sağlarlar. Romanlarda daha çok kadın emekçileri çalışır.
Örneğin, geçmişte İstanbul delikanlıların da düşkün olduğu Langırt, Yaylalarda hala sürmekte… Penaltı çekme: “kalede duran Roman kızına gol atmak kolay değildir!” Veya halka ile sigara yakalama… Ya da nişan alma: “barutlu tüfek ile hem de”…  Fırıldak döndürme..  “çiviler konularak hazırlınmış ilkel bir rulet…”
ONLAR YAYLA OLMADAN YAŞAYAMAZLAR
Bölge insanları gibi, Romanlar da yayla olmadan yaşayamazlar. Bu onlar için hem bir çalışma hem de yaşam biçimidir. Yıllar boyu gittikleri yaylaların şenlik tarihlerini öncesinden de bildiklerinden, en az 25-30 yayla şenliği dolaşabilmek, “doğum ve ölümlerine de tanık olan” evlerine dönüşlerinin bedelidir. “Bir ailenin anneannesinin annesi de pekâlâ Perşembe Yaylasında doğmuş olabilir”. Hayat akıp giderken, dünyaya gelen torunlar, aynı yaylalarda aynı yaşam biçimini özgürce sürdürürler.
Aslında bir Roman dünyaya gözlerini ilk açtığında göç serüveni başlar. Mayıs ayının başları, çocukları için öğretmenlerinden izin aldıkları tarihtir. Büyüklerinin kullandığı at arabalarının yerine, mazotlu kamyonları vardır. 8-10 kişilik aileleri ve akrabalarıyla İzmir, Dikili, Antalya, Adana, Çanakkale ve Balıkesir den gelerek yaylalarda buluşurlar ve bu serüven ta Kasım ayının 15’ine kadar devam eder. Dönüşlerinde ise, ilköğrenime giden çocuklarının eğitimi bir ay gecikmeli başlar. “Öğretmeninden izin aldık he valla mecburen” evlerinde çocukların yanında büyükleri kalmaz, çocuklarda. “Alışkınız be Gülten abla kalamayız” Göç etmek onlar için yaşamın kendisidir.  Yıllara dayalı ilişkileriyle her gittikleri yerde dostlukları vardır. Şenliği eğlenceli kılarlarken, ekmek parası gibi asıl önemli bir dertleri vardır. “İşler kötü giderse çoluk çocuğumuz açtır abla”
Bazen gittikleri yerlerde sellere kapılırlar.  Bazen de ekonomik kriz nedeniyle siftah bile yapamazlar. Bazen yerel yönetimlerin, bazen jandarmanın, gerekçesini de söylemedikleri yasaklamaları nedeniyle, çadırlarını bile açamadan, o yaylayı terk edip, “mazot paraları da varsa” bir umutla diğer yaylalarda şanslarını aramaya koyulurlar. Güz dönümü evlerine döndüklerinde, bir sonraki yılın umutlu bekleyişi başlar.
BÜYÜK TUTKU: PERŞEMBE YAYLASI
En çok zaman geçirdikleri, sevdikleri Perşembe yaylasına tutkuları derindir. 3- 5 gün kaldıkları diğer yaylalara rağmen 1 ay kalmaya çalıştıkları Perşembe yaylası ikinci vatanları gibidir. Aralarında Didim’den gelen dostlarım da olan Roman kardeşlerim Salim-Sevinç Gümüşsoy ve ailesi ile 1996'da Perşembe yaylasında karşılaşmam, zorlu ama eğlenceli yaşamlarına tanıklığımı da başlattı. Yıllar içindeki serüvenleri benimde öyküm oldu.
Temmuz 2009’da, Perşembe Yayla Şenliklerinde, tarihinde ilk kez Romanların yaylaya girişleri yasaklanmıştır. Şenlik Komitesi koymuştu bu yayla yasağını. Kaymakam Mehmet Özer “nerdeyse ilçeye her yıl başka kaymakam tayin olur" ve AKP’li Belediye Başkanı İzzet Gündoğar’dan oluşan Şenlik Komitesi... Romanların işlerine bir sanat olarak bakılmamış, varoluşları ise inkâr edilmişti. Kültürel zenginliğimizin bir parçası olarak kabul göremediler ne yazık ki.
Romanların yayla şenliklerine katılmasını engellemek için çeşitli gerekçeler uydurulmuş. Yayla insanlarından öğrendiğime göre: “Romanlar ahlaki değerleri bozuyor, içki içiliyor, halk parasını onlara harcıyor” yönünde. Romanlar ise: “Çadırlarımızı açamadan, nedenini bilemeden, çol çocuk aç perişan, birden jandarma geldi. İteledi-kakaladı, apar topar sürer gibi kamyonlarımıza zor atladık, neye uğradığımızı nereye gideceğimizi bilemeden düştük  tekrar yollara!…’
Baskı kurarak, Romanlar utanç verici biçimde, sanki cüzamlılar gibi, belki binlerce yıldır Diyanizos şenliklerinden beridir geldikleri yaylalarından kovuldular. Romanların bildiği gerekçe ise; AKP’li belediye başkanı seçim çalışmaları sırasında “seçilirsem Çingenelere yaylayı yasaklayacağım” diyerek tutucu çevrelere verdiği sözdür.
Yayla ki dostlarımdan aldığım bilgiye göre; yetkililerin de denetleyemedikleri ya da göz yumdukları halkın arasındaki profesyonel kumarbazların, kimi insanların parasını, zar attırma-kare bulma (joker bulma) oyunları ile soyarak verdikleri zarardır. Romanların bu taraklarda bezi yoktur. Çok da çekinirler belaya bulaşmaktan. Ne kadar yayla gibi de olsalar, o dağların konukları olduklarını bilirler. Karşılaştıkları olaylarda çocuklarının geleceği için de endişelenip korkarlar.
ROMANSIZ GEÇEN ZAMAN NEŞESİZDİR
Romansız geçen şenlik yayla esnafını da mutsuz etti, çünkü Romanlar kazandıkları paranın çoğunu tüketip yerlerine geri dönerlerdi. Onların yarı aç yarı tok sade bir yaşama tarzları vardır. Şenliklere gelenler açısından ise, Romansız geçen zaman neşesizdir. Köy ve kasabanın gençleri, yaşlıları, kadınları ve erkeklerinin kendilerini iyi hissettikleri oyun alanları, komite tarafından ellerinden alınmıştır. Bu karşılıklı bir mutsuzluktur.
Ahlaki değerlere gelince; daha çok kadın emekçileri olan Romanların, erkek kardeş ya da babalarının, kimselerin göremediği çadır önü ya da etkinlik alanlarının çevresinde bir çizgileri vardır, genç kızlar ya da anneler o çizginin ötesine geçemezler ve kendilerine yayla erkekleri bir şekilde asla dokunamaz. Ayrıca Romanlardan yana yaylada hiçbir ahlaki sorun bugüne değin yaşanmamıştır.
Roman arkadaşlarım gittikleri her yerden ararlar. Bu yıl ki serüvenleri ise şöyleydi kendi anlatımlarına göre: 6 Mayıs’ta Samsun Alaçam ilçesi Geyikkoşan Yayla Şenliklerinde 1 gün geçirdiler; sonra 7 Mayıs’ta Samsun-Alaçam Hıdrellez Şenliğinde 1 gün kaldılar;  derken 12 Mayıs’ta başlayan Samsun-Terme ilçesi Belediye Şenliklerinde 3 günü tamamladılar; 15 Mayıs’ta başlayan Samsun Çayırkent köyü Hıdrellez Şenliklerinde ise 2 gün geçirdiler.
Amasya Taşova ilçesinde 20 gün kalarak çocuklar için Lunapark kurup, onları eğlendirmek istediler. Ama Belediye Başkanı ile Kaymakamın izin verme eğiliminde olmasına karşın, emniyet amiri izin verilmesini engellemeyi başardı.
12 Haziran’da Tokat-Erba Gökçe tepe Yayla Şenliklerinde 1 gün kaldılar; 14 Haziran’da başlayan Tokat- Niksar Orhanlar köyü şenliğinde ise 2 gün geçirdiler.  Bu arada sel felaketini de yaşadılar.
ONLARIN ONURLU YAŞAMI SÜRER GİDER
Romanlarımız şu sıralarda Sivas’ın Yıldızeli kazasında konaklayarak başka bir yayla için izin almaya çalışıyorlar. Önemli dertleri ise bu yıl Perşembe yayla şenliklerine, komiteden izinli katılımları olabilecek mi acaba...?
Romanlar evlerine dönüşlerinde ise, Dikili’den Bergama ve Ayvalık’a kadar yayılan bir alanda zeytin, mandalina, portakal, pamuk toplama işlerinde çalışırlar. Çocukları boş zamanlarında cumartesi ve pazar günleri demir, kâğıt atıkları toplayarak aile geçimine katkıda bulunurlar. Emekleri ve alın terleriyle onurlu yaşamları sürer gider.
Türkiye coğrafyasında kökleri 10. yüzyıla kadar giden, hatta tarihteki en eski yerleşim merkezleri olan, Osmanlının “buçuk millet” saydığı Romanların halk arasındaki itibarı buçuktan öteye geçememiştir henüz… İstanbul’un tarihi yarımadasında 600yıldır yaşayan, aylık gelirleri 300-500 geçemeyen Sulukule Romanlarının Kentsel Dönüşüm rantı altında yerle bir edilen evleri ve kültürleri, Tokinin insafsız kucağına bırakılmıştır. Gerici yöneticilerin de onayı ve katılımı ile Irkçı saldırıya, linç girişimine dönüşen Manisa’nın Serendi ilçesindeki Roman yurttaşlarımız, Gördes İlçesine zorunlu sürgün olarak evlerinden koparılarak gönderilmiştir.
Bu ülkenin, en az  sürenleri kadar, yaşama hakkına sahip olan Romanlar yayla insanlarının dostlarıdırlar...
ROMANLARI GÖREMEMENİN ÜZÜNTÜSÜ
Bu yazı; her yıl Perşembe yaylasında görmeye alışkın olduğum Roman dostlarımı görememenin üzüntüsünden kaynaklandı.
‘Roman Açılımı’ yapan hükümet, açılım saçılım olmadan, Romanlara kapatılan Perşembe Yaylasını yeniden onlara açarak, önemli bir samimiyet testi verecektir. Yoksa eşit vatandaşlar düzeyinde olmaları gereken Roman yurttaşlarımıza ayrımcılık yapıldığı, yaşama haklarının bir anlamda gasp edildiği doğrulanacak.  Bu denli bir hak ihlali olabilir mi acaba? Yerel yönetimlerin görevi bu mu olmalıydı?
(*) Yaratıcı Drama ve Sanat Tarihi eğitimcisi