Dizi ve sinema filmlerinin vazgeçilmez isimlerinden Caner Cindoruk: Gelecek düşüncesini tiyatro üzerine kurmuştum. Yazının kapısını açmam için gereken cesareti ve ilhamı da belli bir süre yol aldıktan sonra oyunculuğun içinde buldum

Yazma cesaretini oyunculukta buldum

KADİR İNCESU

Adana’da uç veren tiyatro sevdasının yaşamını değiştirdiği bir isim Caner Cindoruk. Yaşamak zorunda bırakıldığı hayatı elinin tersiyle iterek İstanbul’un yolunu tuttu, üniversite eğitimi sonrası yılmadı, pes etmedi, sürekli çalıştı.
İlk sevdası tiyatroya ihanet etmedi. Başrollerinde oynadığı dizi ve sinema filmleriyle de kendisini kabul ettirdi. Gençlik günlerindeki yazın denemelerini kimseyle paylaşmadı bugüne kadar.

Yazmaktan da geri durmadı ve Alfa Yayınları tarafından yayımlanan ‘Sessiz Şarkıcı’ adlı öykü kitabıyla çıktı sanatseverlerin karşısına.

Hayallerinin peşinde koşan ‘Pavyonların aranan sessiz şarkıcısı’ Nuri’yi anlattığı kitapla aynı adı taşıyan ‘Sessiz Şarkıcı’, Nejat Uygur’la bilye oynayan işportacı çocuğu anlattığı ‘İmzalı Fotoğraf’ ve ille de ‘Yalan Dünya’ adlı öykü:
İlaç mümessili kahramanımız şahit olduğu bir olaydan sonra kararını verir: “Bu çarkın bir dişlisi olmak istemiyordum. (…) En kötüsü, baba mesleği işportacılık yapardım, o daha yalansızdı ya da ‘yalansız bir tiyatro’ yapmak için yalanın başkentine gelecektim.”

Caner Cindoruk’un öykülerinde zaman zaman anıların ağırlığı hissedilse de başarılı bir kurguyla öyküsel bütünlüğü sağlıyor.

► Her fırsatta kağıda kaleme sarılan, kitaplarıyla ödüllere değer görülen bir baban var. Yazmaya karar vermende onun etkisi oldu mu?
Yazma dürtüsünün genetik bir tarafı da olduğuna inanıyorum. Varsa böyle bir yeteneğim, bunun ortaya çıkmasında babamın elbette bir etkisi oldu. Şansım bir yazar babanın oğlu olmam, yazı ve edebiyat konusunda onun hayat deneyimlerinden yararlanmam. Bu konuda yeni şeyler öğrendiğim, bana okuma alışkanlığını kazandıran insandır babam. Evimizde iyi kötü mutlaka bir kütüphanemiz oldu.

► Yazmayı ne zaman istedin?
Tam olarak ne zaman bilmiyorum ama yazmayı hep istemişimdir, içimden hep gelmiştir yazmak. Ama bir türlü cesaret edip yazmaya oturamıyordum; özellikle de yazan bir babanın yanında, onun bu yolda nasıl olağanüstü çaba gösterdiğine tanık olmuşken.

► Yayınlamadığın günlük, şiir ve anı denemelerin olduğunu biliyorum. Öyküde seni çeken, etkileyen ne oldu?
Öykü okudum bol bol, şu sıralar daha çok okuyorum. Evde öyküler, öykü üzerine konuşmalar, sobetler dinledim, öykülere çocukluğumdan beri aşinayım. Yaşadığımız hayat, mahallemiz, sokağımız, çevremdeki insanlar, bu insanların yaşama biçimleri öyküler için bana zengin malzemeler, geniş olanaklar sundu. Erken yaşlarda tanıştığım Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Muzaffer İzgü öyküleri... Babama gelen dergiler, kitaplar...

► Yaşamın sana dayattığı hayatı yaşamaktansa her türlü riski göze alarak kendi yolunu çizdin. Bu düşüncenin temelinde neler vardı?
Oyunculuk benden bir parça gibiydi, çocukluğumdan bu yana hayalimde hep iyi bir oyuncu olmak vardı. Kendini bir yerde ifade etme isteği duyuyorsan, düşlerini de bunun üzerine kuruyorsun. Öğrenim hayatımda da hep bunu düşündüm. Okulun bana dayattığı meslekle değil, yapmak istediğim meslekle mutlu olacaktım. İşletme okurken, okulun tiyatro kolunu yönetiyordum. Gelecek düşüncesini tiyatro üzerine kurmuştum. Yazının kapısını açmam için gereken cesareti ve ilhamı da sanırım belli bir süre yol aldıktan sonra oyunculuğun içinde buldum. ‘Yalan Dünya’ bu zor kararı verdiğim, verili bir hayattan kopup gönlümün istediği yolu çizdiğim günleri anlatır.

► ’İşportacı Yazar’ın kahramanı baban Zafer Doruk. Babanın yaşadıkları, her türlü zorluğa karşın yazmaktan vazgeçmemesi, seni gelecekle ilgili planlar yaparken nasıl etkiledi?
Onun yaşadığı tüm zorluğa karşın yazma inadı beni olumlu yönde etkiledi. Yazma uğraşını aradan çıkarırsak, benzer sıkıntıyı yaşayan babam gibi binlerce insan var: Bir şey uğruna ve her şeye rağmen hayata sımsıkı tutunmaya çalışan insanlar...Yalnız babamı değil, babam ve babam gibi yaşayan insanları da anlatmaya çalıştım.

► Bir söyleşimizde, “Oyunculuğun özü hissetmektir, yaşatmaktır, bir ruha bürünmektir” demiştin. Yazmak için neler söylersin?
Yazmak da öyle. Babamın şöyle dediğini anımsıyorum ve onu şimdi daha iyi anlıyorum: “Yazarken, kendi kişiliğimle yazdıklarımın arasına belli bir mesafe koymaya özen gösteriyorum.” Sanırım yaşamak ve hissetmek bu. Oyunculukta da böyle, yazarken de... O an, bulunduğun dünyanın dışında, senden bağımsız kişilerle yaşıyorsun. Sen de artık o kişilerden birisin ve dünyaya onların gözünden bakıyorsun. Babamın kolay bir iş yapmadığını bu kitabı yazdıktan sonra daha iyi anladım; gösterilen ilgi, omzuna yüklenen sorumluluk bir yana, gece gündüz hiç yüksünmeden oturup nakış işler gibi, bir kuyumcu titizliğiyle ince ince çalışman, bir o kadar da okuman gerekiyormuş.

► Öykülerinde baban, kardeşin Münircan, Adnan Yücel, Nejat Uygur, adı geçmese de başka tanıdıklar da var. Kurguyla yaşanmışlıklar arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Yaşanmışlıklar ağır basıyor, kurmacanın ve kendi yaşadığım gerçekliklerin sınırlarında geziniyorum. Hani denir ya: “İlk kitaplar yazarların kendi hayatlarından fazlaca izler taşır.” Sanırım bende de bu böyle oldu. Hayatıma renkli anılar bırakan insanlardan yola çıktım. Anlatmasam olmaz dediğim insanlar, enteresan olaylar, yaşantılar...

► Babanın öykülerinden bir kolajı filmleştirme planını ne zaman hayata geçireceksin?
Şartlar oluşur oluşmaz, hayata geçirmeyi düşündüğüm projelerden biri bu.