Eskiden yalnızlık gibi sorunların yalnız Avrupa’daki gibi gelişmiş, ama bireyci toplumlara özgü olduğu düşünülürdü; son olaylar ülkelerin gelişmişlik ve toplulukçuluk düzeylerinin bir öneminin kalmadığını gösterdi. Toplumların kendini yok etme olaylarında olası gerekçeler çoğu kez aynı olsa da, bireysel pratikler toplumdan topluma farklılaşabilir.

Yedinci Kıta’nın toplumbilimsel açıklamaları

Meriç Kırmızı - Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

Son haftalarda üç farklı aile toplu olarak kendilerini öldürdü. Toplu kendini öldürme (intihar) olayları daha önce Türkiye’de pek örneği görülen bir durum değil. Özellikle bu konuda çalışan sosyal bilimcilerimiz varsa, kendini öldürme olaylarında son dönemde bir artış olup olmadığını istatistiksel olarak detaylı bir biçimde incelemişlerdir. Bu olaylarla ilgili gazete haberlerinin sıklığına dayanarak, kendini öldürme olaylarının sayısının yükselen bir grafiğe karşılık gelebileceği düşüncesiyle, TÜİK verilerine hızlıca bakınca yakın geçmişte hafif eğimli bir artış eğilimi gözlemleniyor (bkz. Şekil 1). Özellikle 2011’den sonraki kademe yükselmesi dikkate alınarak, toplumun yurttaşlarının kendini öldürmesi gibi kritik bir sorunu olduğu söylenebilir.

Son olayların ardından basında paylaşılan bilgilerden söz konusu aile bireylerinin topluca kendilerini ya da aile bireylerinin kendileriyle birlikte diğer aile üyelerini de öldürmelerinde ana gerekçenin ekonomik sıkıntılar olduğu anlaşılıyor. Yoğun bir yoksulluk ya da yoksullaşma tablosu söz konusu. Öte yandan, yoksulluk bu olayları açıklamakta tek başına yetersiz kalabilir.

Emre Kongar yaşanan son olayları değerlendirdiği 17 Kasım tarihli Cumhuriyet’teki yazısında bu üzücü olaylara Durkheim’ın (1897) İntihar çalışmasında intihar türlerinden birinin gerekçesi olarak ele aldığı “anomi” kavramına başvurarak bir açıklama getirdi. Anominin, yani yasaların, ahlaki kuralların çerçevesini belirlediği toplumsal bağların güçsüzleşmesiyle ortaya çıkan kuralsızlık durumunun insanları kendine öldürmeye sürükleyebildiğini vurguladı. Bu açıklamaya para ve erk sahipliğinin yarattığı bireysel ve toplumsal yozlaşmayı ya da çöküntüyü de eklemek olanaklıdır. Merrifield (2014) Yeni Kent Sorunu kitabında bu türden bir toplumsal yozlaşmayı Rousseau’nun (1754) Eşitsizlik üzerine Söylev’ine (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı) ve Marx’ın 1844 Elyazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe’sine göndermeler yaparak ele alır. Merrifield günümüzde daha eşitlikçi, yeni bir kamusal alanın ve bu kamusal alanı güvence altına alacak yeni bir toplum sözleşmesinin kentli yurttaşların etkin eylemleriyle oluşturulması gerektiğini belirtir.

Buna dayanarak, aile ölümlerinin kamusal alanın özel alan karşısında gerilemesiyle ilişkili olduğu varsayılabilir. Örneğin, ölen ailelerin yaşadığı apartmanlardaki komşuları genellikle bu aileleri pek tanımadıklarını söylemişlerdir. Bu durum Sennett’in (1977) Kamusal İnsanın Çöküşü’nde ortaya koyduğu şeydir. Günümüzde insanlar sosyal medyanın yarattığı Gösteri Toplumu’nu (Debord, 1967) saymazsak, bütünüyle kendi özel alanlarına ve kendi içlerine kapanmışlardır. İçindeki birçok iyi dayanışma örneklerinin varlığına karşın, sanal gösteri(ş) toplumu, tüketim ve yarışma ağırlıklı olduğu durumlarda bireyin yalnızlaşmasını ve doyumsuzluğunu artırır. Örneğin, Haneke (1989) Yedinci Kıta filminde görünürde hiçbir sıkıntısı olmayan ve rahat bir yaşam süren, orta sınıf bir ailenin kendini öldürmesi öyküsünü anlatır. Günümüz toplumlarında özel alanın kamusal alanı yenmesini daha iyi anlamak için, bu sonucun arkasında yatan egemen özelleştirme ve kamunun ortadan kaldırılması politikalarına bakmak yerinde olur.

Kamusal alanın yok edilmesi insanların toplumsal dayanışma ağlarının ipliğinin sökülmesine ve toplumsal sermayelerinin (Bourdieu, 1986) tükenmesine neden olur. Bunun sonucunda neoliberal ekonominin tüketim toplumunun aşırı borçlandırılmış ve yalıtılmış bireyi bütün sorunlarını tek başına yüklenmek zorunda olduğunu düşünür ve bir noktadan sonra çözümsüz kalır. Bireyci, liberal bakış açısı da zaten kişileri kendi sorunlarının tek suçlusu olarak göstererek, bu çözümsüzlüğü körükler. Harvey’nin (1989) Postmodernliğin Durumu’nda ve Sennett’in (1998) Karakter Aşınması’nda yaptığı Fordist ve post-Fordist üretim biçimleri karşılaştırmasında daha sıklıkla ikincisinin esnek çalışma koşullarının güvencesiz çalışanı olan günümüz bireyi sınıf dayanışmasından da artık yoksun kalmıştır. Bütün bu gerekçelerle yalnızlık yeni toplum düzeninin her yaştan üyesini kuşatır, evde tek başına oynayarak büyüyen çocuktan, evdeki ölüsü günlerce kimselerce fark edilmeyen yaşlısına dek.

yedinci-kita-nin-toplumbilimsel-aciklamalari-655902-1.


Eskiden yalnızlık gibi sorunların yalnız Avrupa’daki gibi gelişmiş, ama bireyci toplumlara özgü olduğu düşünülürdü; son olaylar ülkelerin gelişmişlik ve toplulukçuluk düzeylerinin bir öneminin kalmadığını gösterdi. Toplumların kendini yok etme olaylarında olası gerekçeler çoğu kez aynı olsa da, bireysel pratikler toplumdan topluma farklılaşabilir. Örneğin, Japonya’da da yaygın toplumsal beklenti erkeğin evini geçindirmesi gerektiği yönünde… Bu sorumluluğu yerine getiremeyen Japon erkekler çözümü kendilerinin peşi sıra bütün ailelerini öldürmekte görmeyip, yalnızca kendileri gözden yitiyorlar.

Sonuçta evsiz kalıp, sosyal yardım alıyor ve günlük yevmiyeli işlerde çalışıyorlar. Japonlar böyle ailesini ve bütün toplumsal ilişkilerini arkada bırakıp, gözden yiten erkekler için “bağlantıları koparmak” anlamındaki şu sözü kullanıyorlar: En o kiru. Peki, kendini öldüren erkeklerin eş ve çocuklarını da peşlerinden sürüklemesinin açıklaması ne olabilir? Örneğin, ölen kişinin borçlarından geride kalan çekirdek aileleri yasal olarak sorumlu mu, yoksa redd-i mirası yoluyla borçlardan kurtulabiliyor mu? Ya da toplu ölümlerde öteki dünyada birlikte olmak gibi dini inançlar etkili oluyor olabilir mi?

En başta kadınlar üzerinde baskı kuran ataerki erkekler için de yukarıdaki gibi sorunlar yaratıyor. Bunun yansımaları ise, toplumdan topluma değişiyor. Her koşulda, toplumbilimi on dokuzuncu yüzyıldaki klasik köklerinden başlayarak, kendini öldürmeyi toplumsal bir konu olarak ele aldı ve öyle açıkladı. Bugünkü ardışık olayların açıklaması için de bireysel açıklamaların kolaycılığına sığınılmamalıdır. Böyle üzücü olayların önünü kesmek için, Keyes’in (2004) Hakikat Sonrası Çağ’ının toplumunun aşınmış ve inanılırlığını yitirmiş dürüstlük, alçakgönüllülük, üreticilik, eşit yurttaşlık gibi toplumsal ögelerinin doğru örnekler üzerinden yeniden oluşturulması ve bunun üzerine yeni bir toplum sözleşmesinin kurulması gerekir.

cukurda-defineci-avi-540867-1.