‘Ulusal’ olarak kabul edilmesine rağmen siyasetle ilişkisi çok fazla irdelenmeyen yemek, milliyetçilik (ulusal kimlik) inşasında hayati unsurlardan. Ichijo ve Ranta’ya göre “Yemek ve milliyetçilik, siyasetin doğasını araştırmak için büyüleyici bir eksen oluşturur çünkü siyasetin çeşitli boyutlarına ve bunun bizimle ilişki biçimine ışık tutar.”

Yemek ve ulusal kimlik

Tolga Aras

Yemek; daha geniş bir ifadeyle yeme-içme eylemi, en başta kültürel ve politik bir gösterge.

Kapitalizmin doğup kök saldığı yeryüzünde, hem küreselleşmenin ve neoliberalizmin hem de buna karşı koymanın önemli kodlarından biri hâline gelen yemek kültürü, kimlik inşasına ve onun sürdürülebilirliğine işaret ederken iktidarın ve otoritenin kurulmasına da dayanak oluşturulabiliyor.

Atsuko Ichijo ve Ronald Ranta’nın deyişiyle milliyetçilik çalışmalarında yemek kültürü çoğunlukla göz ardı edilen ya da diğer başka göstergelere oranla daha az dikkate alınan ama önemli bir veri.

Ichijo ve Ranta, Yemek ve Ulusal Kimlik kitabında işte buraya odaklanıyor.

‘Gastromilliyetçilik’
‘Ulusal’ olarak kabul edilmesine rağmen siyasetle ilişkisi çok fazla irdelenmeyen yemek, milliyetçilik (ulusal kimlik) inşasında hayati unsurlardan.

Ichijo ve Ranta’ya göre “Yemek ve milliyetçilik, siyasetin doğasını araştırmak için büyüleyici bir eksen oluşturur çünkü siyasetin çeşitli boyutlarına ve bunun bizimle olan ilişki biçimine ışık tutar.”

Yemek ve milliyetçilik
İnsan yaşamına etkisi tartışmasız ve açık olan yemek, gündelik milliyetçiliğe nasıl şekil verir? Yazarlar, bu sorunun yanıtını örneklerden (Japon, Arap-Filistin, Britanya, Afrika vb) hareketle bulmaya çalışıyor.

Otantiklik, ticaret ve gıda üretimi ise yine milliyetçilikle bağlantılı unsurlar olarak yazarların radarına girmiş.

Birey-ulus etkileşimi
Bütün bunlara dair ayrıntılar, birey-ulus etkileşimi çerçevesinde incelenerek yemeğin milliyetçilikle bağlantısı anlaşılmaya çalışılıyor.

Bir ülkenin ve uygarlığın kültürünü, politik koşullarını ve geleceğini anlamak, bireylerin o ülkeye ve uygarlığa aidiyetinin gücünü anlama babında yemeğin ipuçları sunduğunu düşünen Ichijo ve Ranta, “Yemeğin önemi, ulusal kimlik için ne yeni bir olgudur ne de belli coğrafi bölgelerle sınırlıdır” diyor.

Yemek araştırmaları; antropolojik, kültürel, sosyolojik, gastronomik ve tarihsel olduğu kadar siyasi açıdan da önemli. Ichijo ve Ranta bunu bilerek yola çıkmış: “Milliyetçilik hakkındaki araştırmaların çoğu, yemeğin önemini büyük ölçüde gözden kaçırmıştır.

Bu, yalnızca ulusun tarihsel, kurumsal, toplumsal ve kültürel anlatılarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda milliyetçiliğin popüler kültür ve gündelik yaşamda tezahürü, tahayyülü ve ifade edilmesiyle ilişkilidir.”

Bu da gösteriyor ki yemek söz konusu olunca milliyetçiliği göz ardı etmek pek mümkün değil.

Hatta yemekten bahsetmek, yerelliği ve zanaatkârlığı dikkate almak demek. Ichijo ve Ranta, bunların ‘Gastromilliyetçilik’ ve ‘mutfak milliyetçiliği’ şeklinde kavramlaştırılışının tarihçesine de değiniyor kitapta.

Yemeğin sunumu ve tanıtımı da en az kendisi kadar milliyetçilikle ilintili; Ichijo ve Ranta’ya göre bu durum, ulusu ve onun niteliklerini, pek de nazik olmayan bir biçimde vurgulama yöntemine dönüşebiliyor rahatlıkla.

Yemeğin çizdiği sınır veya yemekle çizilen sınırlar, kişilere kim olup olmadığını hatırlatma işlevine de sahip. Bunu destekleyen imgeler, sahneler ve üretimin bir dil kurduğu da çok açık. Yazarlar, böylece ulusal mutfakların (Amerikan, Meksika, Yunan, Fransız vd) oluştuğunu belirtiyor. Hatta onların tüketimi, deneyimi, tedariki ve gündelik yaşamdaki yeri de ulusal kimliği pekiştirmede önemli rol oynuyor: Yemek kültürü, yaşamı ve kimliği inşa ederken ‘şeylerin nasıl oluştuğunu’ ve ‘şeyleri nasıl yaptığımızı’ anlatmasının yanında, başka uluslarla karşılaştığımız durakların ilkine dönüşür. ‘Gastrodiplomasi’nin doğuşunu sağlayan da bu tür sahiplenmeler ve karşılaşmalardır zaten.

Ichijo ve Ranta; politika, milliyetçilik ve kültürle bağını incelediği yemeğin, ulusun markalaştırılmasındaki rolünü ve millileştirildiğini anlatıyor. Öte yandan yazarlar, devletin ulusal mutfağa dair mülkiyetinin zaman zaman istenmeyen homojenleşmelere yol açabileceğini söylüyor. Küreselleşme de kültürü homojenleştirmekle kalmıyor, onu çeşitli katmanlarla bütünlüyor. Tabii bu arada Ichijo ve Ranta, küreselleşmeye karşı direnç noktalarının oluştuğunu hatırlatıyor.

Çarpışma alanı
Yemek ve yemek kültürü bir çarpışma alanına da dönüşebiliyor. Son söz olarak Ichijo ve Ranta’ya kulak kabartalım: “Tüketiciler, üreticiler, büyük sermayeler, sivil toplum kuruluşları, ulus devlet ve uluslararası organizasyonlar yemek hakkını korumak için çarpışır. Bu, yemek ile milliyetçilik arasındaki bağın, bu bağı politik güçlerin son derece karmaşık dinamiklerini anlamak için kullanışlı bir araç hâline getirerek bu düzeyde meselenin karmaşıklığına nasıl ışık tuttuğunu da gösterir.”