Ben bu satırları yazarken de müjdeli haber geldi… Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan’ın tahliyesi! Kalben muazzam bir sevinç duymak bir yana, özgürlüğü ellerinden alınmış afitapların mahpusluk günlerindeki yoksunluğumuza bir kez daha iç geçirdim derin derin…

Yeni ajandanın ilk sözcükleri: Oyuna devam

BETÜL DÜNDER

Gün içerisinde bazı küçük oyunlar oynarız. Kimi çocukluğumuzdan mirastır kimi yetişkinliğimizde buluştuğumuz yollarımızın kesiştiği insanların bize armağanı. Söz oyunları da vardır aralarında jestler de, artık mizacınıza göre. Tek başınalığı bilenlerdenseniz, yanınızdaki her kimse gözünüze çarpan her neyse başlar ve biter oyun, kimseciklerin ruhu duymaz bile. Bir kuş kanat çırpar başınızın üzerinde, kaldırdığınız anda başlar oyun, takılır peşine gidersiniz, bir yerlerde biter oyun geri dönersiniz… Bir araba aniden frene basar bir çocuğun elini daha çok sıkarsınız, telefona gelen mesajlar başka bir oyuna davettir oynamak isterseniz oynarsınız siz ve diğerleri olarak…Kimi cesaretlidir kimi oyun nasıl oynanır hiç tecrübe etmemiştir. İnsan şaşırıyor aslında onlarla karşılaşınca; çocukluk ve oyun arasındaki diyalektik ilişkinin dışında nasıl kalabildiklerine, nasıl bir bileşimden olduklarına…İster ünlü matematikçi John Nash’ın “oyun teorisi”ne dönüp bir daha göz atın, isterseniz “oyun kuramı” üzerine biraz daha düşünün en sahici oyunu kendinizde kendi zihninizde olduğunu fark edip büyük bir oyuna dönüşecek o günü arzularsınız. Ve döngü böyle devam eder… O zaman başkalarının da oyunlarını farkına varırsınız. Ama yüzlerine karşı söylemeyin yine de; çünkü duyan da söyleyen de mutsuz olur oyun ifşa edildiğinde….Oyun oynamak ciddi bir iştir, bütün kuramcılar bunu söyler, hatırlayın. Siz kimsiniz? Oynadığınız oyunlar ele verir sizi… Oyun kutusuna çevrilmiş olan bir hayatın içinde kaybolmadan durabilmek de bir oyun yetisi değil mi?.. Herkes kendi oyununun öznesi olduğunu düşünürken başkalarının oyununun içinde olduğunu fark ettiğinde ne hisseder? Biz kendi oyunumuzu kurduğumuzu sanarken daha büyük bir oyunun piyonlarına dönüşmüş olabilir miyiz acaba?

Birkaç zamandır karşılaştığım insanların yüzlerine bir sözcüğün refakatinde bakıyorum. Vapurda, sokakta, okulda, balık pazarında, meyhanede, çarşıda… Birini arıyor gibi…Farsça bir sözcük dolanıyor kafamın içinde. “Afitap” diyorum, hah işte bir tane daha …“Güneş kadar aydınlık güzel yüz”. Daha önce de yüzlere, seslere göre gövdelerine göre kategorize etmeye çalıştığım oyunlar oynamadım değil, özgüvenli olup olmadıklarını şiire ilgi duyup duymadıklarını anlamaya çalışarak çekilmez yolculuklardan iyilikle çıktığımı bilirim. Ama bu seferki farklı. Bu kara toplumda, kışlık paltoların gri, siyah, lacivert toplamında bir aydınlık, bir ışık süzmesi arama çabası da değil sadece, akşam haberlerinden sabah ajansına değin içimize üflenen şiddetin, gün içerisinde narkozlu gibi uzaklara dalan boş gözlerin ardında her an kendini havaya uçuracak bir ilkelliğin saklı olduğu bilgisine sahipken ve bu bilgi ile şehrin sokaklarında, meydanlarında, kalabalığında her gün sınanıyorken afitapı o yüzü aramak bir çıkış oyunu olamaz mı? O yüzlerle karşılaştıkça onların çoğulluğunu anımsadıkça içimiz biraz olsun ferahlamaz mı?

Bu kara senenin ardından yazıp da bize oyun mu oynayın diyorsunuz, diyeceksiniz belki. EVET! Büyük oyunu kendi oyunlarımızı kurarak bozarız. Onları çoğullaştırmanın yollarını bularak atarız üzerimizden zamanın korkunç ağırlığını.

Eğlenelim ve unutalım demiyorum, diyemem… Oyunun içinde sözcükler var çünkü, bilgi var en önemlisi… teori var, müzik var, akıl ilkeleri var, şiir var şiir…yoksa nasıl inanır insan “Sonsuzluk ve Bir Gün”e… kelimeleri para ile toplayanların varlığına…
Afitapları arayın yeni yılın ilk günü diyorum… İlk önce yanınızdaki insanlara bakın. Size gelenlere sizin gittiklerinize. O yüzün taşıdığı gövdeye, kalbe, akla bakın. Neden aynı oyun içindesiniz? Kötülerin oyunlarına karşı bir arada durmanın iyicilliğini görmüş olmalısınız. Bir takım olabilmenin dayanışmanın gücünü hissetmiş olmalısınız. Güven duymanın.

Yeni bir ajandaya başladık bugün. Yıllardır günlüklerini Ece ajandasında tutan ben aksattım bu alışkanlığımı nicedir. Bu da benim batılım olsun ama işler hiç iyi gitmiyor o zamandan beri. Edebiyatın kurucu gücü, sanatın düşsel dayanağı bizi ne kadar daha ayakta tutar emin değiliz. Yan yana tutmadığını gördüğümüz günleri de dertop edip bir kenara koyduk çünkü. Her gün gövdemizden yeni bir can çıkarıp gece olunca onu oraya geri döndürebilmenin şükrünü yaşayarak yaşlanıyoruz. Sevdiklerimizden kimse göç eylemedi bu yıl da, hastane önü mahpushane kapısı beklemedik çok şükür diyecekseniz de siz bilirsiniz. Ama bazılarımız çok bekledi.

Ben bu satırları yazarken de müjdeli haber geldi… Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan’ın tahliyesi! Kalben muazzam bir sevinç duymak bir yana, özgürlüğü ellerinden alınmış afitapların mahpusluk günlerindeki yoksunluğumuza bir kez daha iç geçirdim derin derin…Türkçe oyunların, dil oyunlarının en güzellerini oynayanlardan ki onlar, savunmalarında bile oyunun kuralını anımsatan onlar… Afitaplar… bizim güzel çoğulluğumuz. Daha nicesi gözden ıraktayken üstelik…

Bitirdik dün ikibinonaltıyı. Evet kabus gibi bir sene geçti ömrümüzden…Aramızdan ayrılanlar oldu ve bizim kalben ayrıldığımız bazıları da ekleni buna. Bir başlangıça yeni bir oyuna ihtiyacımız var…Öyleyse, hangi ajandaysa elinizde tuttuğunuz; tazelenmiş, küt küt atan bir kalple tutmalı kalemi, sağaltılmış bir akılla yazılmalı cümleler ve hayalhanenin en dirençli kızlarını oğullarını ağarlamalı… Yeni bir üçyüzaltmışbeş gün için söylenmiş en güzel dilekler ajanda bittiğinde gerçekleşmiş olarak zamandaki yerini almalı…

“En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımızdır.
Ve sana söylemek istediğim en güzel şey:
Henüz söylememiş olduğum sözlerdir.”diyen Nazım’a bir selam göndererek çoğaltıp paylaşarak iyilikleri…oyuna devam yani. Oyuna devam kaldığımız yerden…