Eylemlerini barışçıl ve zarif bir şekilde yapan Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrenci ve akademisyenlerine terörist damgasını vurarak masumiyet karinesini, lekelenmeme hakkını ihlal eden, öğrenci evlerine özel tim gönderen, masum protestoları suça dönüştüren de bu iktidardır.

Yeni anayasa ve laiklik

MUSTAFA KARADAĞ

Siyasi iktidar, gündemi değiştirmek, kamuoyunu oyalamak amacıyla yeni bir anayasa ihtiyacını dile getirse de bizim yeni anayasayı konuşmak için vesileye ihtiyacımız yok. Zira yapılması gereken aynı anda hem ülke gündemini takip etmek hem de Türkiye’nin anayasal rejimini konuşmak, bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek ve hatta değişikliğe hazırlamaktır.

Ne var ki TBMM mevcut yapısıyla yeni bir anayasa yapmaya ehil değildir. Yeni bir anayasa yapmak için yeni bir TBMM’ye ihtiyaç vardır. Üyelerinin iradelerine ipotek konulmamış, kendilerini aday yapan liderlerine bağlılık yemini etmemiş, her bir üyesi bağımsızlık ve yurtseverliği, samimiyeti ile evrensel hukuk değerlerine bağlılığı hususunda ehliyetini kanıtlamış bir TBMM’ye.

Türkiye şimdiye dek birçok anayasa değişikliğine tanıklık etmiştir, fakat 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği, halkoylamasına sunulma tarihi itibarıyla kendisini deşifre etmiş, ne yazık ki bazı “yetmez ama evet”çilerin unutulmaz katkısıyla yasalaşmıştır. Ve o tarihten sonra Türkiye demokrasisinin önlenemez çöküş hikayesi de başlamıştır. Derdimiz, bu tartışmayı yeniden açmak değil, iktidarın sürekli kandırıldığını söylemesine karşın kandırma ve hala bir “vesayet teranesi” tutturma konusundaki ısrarına karşı uyarmak.

An itibarıyla Türkiye, sürekli dini değerlere atıf yapan ve giderek daha çok otoriterleşen, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen gayrisahih nesepli bir rejim ile yönetilmekte, tüm demokratik gelenek ve kurumları yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu rejimin acilen değiştirilmesi gerekmektedir, esasen iktidar da yönetemediğinin farkındadır ve iktidarını sürdürmek için otoritesinin tartışılmaz kılınmasını sağlayacak, mutlak iktidarını ilan edecek bir formül arayışındadır. Özetle, siyasi iktidar ile bizlerin yeni anayasadan muradı oldukça farklıdır.

ANAYASA, TOPLUM SÖZLEŞMESİDİR

Gelelim TBMM’nin mevcut haliyle neden yeni bir anayasa yapamayacağına. Meclis aritmetiğine ve kurucu meclis tartışmalarına girmeden, nitel anlamda mevcut engeller üzerinden tartışmanın daha anlamlı olacağını düşünenlerdenim. Zira TBMM’nin iktidar ortağı partilerin milletvekillerinin oylamalarda takındıkları tavırlar, sergiledikleri davranışlar bizim için yeterli bir ölçüdür. Anayasalar, netice itibariyle toplum sözleşmeleridir ve rejimin temellerini oluşturan değerler konusunda mutabakat gerektiren metinlerdir. Bu mutabakatın temelinde de öncelikle laik, sosyal, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik, toplumsal barış ve huzuru, eşitlik ve özgürlüğü önceleyen bir devlet anlayışı olmalıdır. Yargının bağımsızlığı, yargıçlık teminatı, hukuk güvenliği, yasamanın dokunulmazlığı, olmazsa olmazlarındandır.

Ne yazık ki TBMM pratiğine baktığımızda, yolsuzluk, yoksulluk, katliamlar ile ilgili araştırma önergelerine, hak temelli tekliflere, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin oylamalarda AKP ve MHP milletvekillerinin blok halinde olumsuz oy verdiklerini, genel başkanların sözlerinden çık(a)madıklarını görmekteyiz. Yargının yürütmeye teslimi sonucunu doğuran HSK üyelerinin seçimlerinde bu çoğunluk yine blok olarak “seçilmesi gereken” adaylar üzerinde hemen oydaşabilmişlerdir. TBMM’nin üçüncü büyük partisi HDP’nin kapatılması alenen dillendirilebilmektedir. Yani, iktidar ve muhalefet partileri arasında, ama iktidar partilerinden kaynaklı olarak ciddi bir husumet bulunmaktadır.

Ülkenin genel iklimine bakarsanız, durum en az TBMM’nin işle(me)yişi kadar vahimdir. Şu andaki AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı partisi için “artık devlet partisi olduk” ifadesini kullanmakta hiç tereddüt etmemektedir. İllerde valiler AKP üyeleriyle toplantı yapmakta, Cumhuriyet ve kurtuluş savaşı düşmanı İskilipli Atıf hocanın mezarı başında methiyeler düzebilmekte, hiçbir eylem tartışması olmadığı yerlerde toplantı ve gösteri yasağı koymakta, sosyal medya üzerinden aynı zamanda bir partinin genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’na bağlılıklarını bildirmekte beis görmemektedirler.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, anayasaya rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımadığını, saygı duymadığını ve uymayacağını açıkça söyleyebilmekte, tarafsızlığını unutarak, demokrasilerin olmazsa olmazı siyasi partiler ve liderlerine karşı, düşündüklerini süzgeçten geçirmeden ifade etmekten çekinmemektedir. Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı da kerameti kendinden menkul yorumlar yapıp Anayasa Mahkemesi kararlarının esasen ilk derece mahkemelerini bağlamayacağı açıklamasını yapabilmektedir. İlk derece mahkemeleri bu beyanatları emir kabul etmekte ve Anayasa’ya rağmen AYM ve AİHM kararlarına uymaktan imtina etmektedirler. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala AYM ve AİHM kararlarına karşın halen tutukludur ve Cumhurbaşkanı onların tahliye edilmemeleri gerektiğini deklere edebilmektedir. Diğer avukat ve gazeteci tutuklamalarına, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanan bireylerin haksız tutuklamalarından bahsetmiyorum bile. Rahip Bronson ile gazeteci Deniz Yücel’in tahliye edilerek Türkiye’den ayrılışlarının hafızalardan silinmediğini hatırlatmakla yetinelim.

İktidarın küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı, kendisinden fazla milletvekiline sahip HDP’nin kapatılmasının ve kendine göre kötü karar veren Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesinin çığırtkanlığını yapabilmektedir. Tüm ülkede mafya liderliği ile bilinen ve çete reisliği nedeniyle mahkumiyeti bulunan bir zattan ‘dava arkadaşım’ diye bahsedebilmekte ve bu kişi de akademik geleneklere, hukuka aykırı (kanuna uygun olan her şey hukuka uygun değildir) atanan ve tüm üniversite öğretim üyeleri ile öğrencilerinin kayyum olarak nitelediği rektöre “sakın istifa etme, memleketi teröristlere teslim etme” mealinde mektup yazma cüretini gösterebilmektedir.

Anayasa’nın açık hükmüne rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmayı tartışan, sözleşmenin hiçbir hükmünü yerine getirmeyen, kadın cinayetlerini görmezden gelen, kadınlardan, “kadın mı kız mı?” “...’nın karısı” diye bahseden de mevcut hükümet ve meclistir. “Kuru ekmek yiyenler toktur” diyerek, gelir adaletsizliğini ve yoksulluğu yok sayan, ‘cahillerin ferasetinden’ medet umanlar da yine bu yapının mensuplarıdır.

Eylemlerini barışçıl ve zarif bir şekilde yapan Boğaziçi Üniversitesi’nin her biri bu iktidarın temsilcileri ve yandaşlarının hayalini bile kuramayacağı başarıların sahibi öğrenci ve akademisyenlerine terörist damgasını vurarak masumiyet karinesini, lekelenmeme hakkını ihlal eden, öğrenci evlerine özel tim gönderen, masum protestoları suça dönüştüren de bu iktidardır. Beyazıt Meydanı’nda, şeriat propagandalarına ve Boğaziçililer aleyhine açıklama yapan gruplara hoşgörüyle bakarken, destek açıklaması yapmak isteyen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerine engel olan, Boğaziçili öğrencilerin ailesine tehdit telefonu açtığı iddia edilen polis de bu iktidarın polisidir. Ankara’da, Ulus Meydanı’nda bulunan Atatürk anıtının ışıklandırılmasını ve temizlenmesini isteyen insanlara şiddet uygulayan, ama aynı meydanda şeriat propagandası yapan grupların açıklamalarını yapmalarına olanak sağlayanlar da aynı polislerdir. Polislere bu kanunsuz emirleri verenler, mevcut iktidar temsilcileridir. Polislerin kanunsuz emirlere karşı gelmelerini güvence altına alabilecek şekilde örgütlenmelerinin önünü kesen yine bu iktidardır.

Ülkede, yurttaşlarının sosyal medya hesaplarını takip ederek suç yaratan, iktidarı en küçük eleştiriden vareste tutan bir anlayış hakimdir. Artık savcılar dahi sosyal medya hesabı takip edip, tutanak düzenleyerek muhalif düşünceye soruşturma açmaktadır. İktidar, her yurttaşın kendisine gardiyan olmasını dayatmaktadır.

Adalet Bakanı’nın 1921 Anayasası'nın ruhundan bahsetmesi, iktidar temsilcisi ve yandaşlarının laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılmasını istemeleri, Anayasa Mahkemesi’nden şikayetlerin yüksek sesle dillendirilmesi, hatta Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın İçişleri Bakanı tarafından uyarılması, iktidarın niyetini ortaya koymaktadır. İktidarın istediği, Anayasa’nın tümden değiştirilip, iktidarlarını sürdürmeleri için sürekli gerginlik yaratma, çatışma çıkarma zahmetinden kurtaracak, dine dayalı, baskıcı, piyasacı ve otoriter bir devlet kurmaktır.

Son olarak, ülkede gerginlik, çatışma ve ayrışma iktidar tarafından pompalanırken; devletin tüm kurum ve kuruluşları ile milletvekilinden tutun, il başkanlarına, valilere kadar herkesten tam bir sadakat ve biat istenirken; tüm demokratik kurum ve kuruluşlar, gelenekler ve Cumhuriyet değerleri yok edilirken gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Ve fakat yine aynı nedenlerle, mevcut koşullarda, mevcut yapılarla ve aynı nedenlerle laik, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, hak ve emek temelli, çoğulcu, katılımcı, barışçıl bir anayasa yapmanın olanağı bulunmamaktadır.

Çatışmalara ve düşmanlıklara boğulmuş, iradeleri kendilerine ait olmayan milletvekillerinin oluşturduğu mevcut TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yeteneği ve ehliyeti yoktur.