Kadınların direnişe adlarını yazdıkları her alan, bu karanlıktan çıkışın, toplumsalın yeniden inşasının önemli işaretçileri...

Yeni bir toplumsallık
Fotoğraf: DepoPhotos

Hande Gazey

6’lı Masa'nın mutabakat metninin yayınlamdığı gün, 6 yaşındaki H.K.G.’nin İsmailağa cemaatinde yıllarca cinsel istismara maruz kalmasına ilişkin açılan davanın ilk duruşması vardı. 20 yıldır ülkenin tüm kamu kuruluşlarını, eğitim kurumlarını tarikat ve cemaatlere peşkeş çeken, tarikat ve cemaatlerin rant kapısı olan iktidarın karanlığının geldiği boyutu gözler önüne seren davanın görüldüğü gün yayınlanan mutabakat metni ise içinde “laiklik” “tarikat ve cemaatlerin kapatılması”na ilişkin tek bir cümle içermiyordu.


Dahası, Siyasal İslamcı rejimin kadınlarla hesaplaşmasında sembol haline gelen İstanbul Sözleşmesi'ni muğlak bir “uluslararası anlaşmalar” diyerek atlatan, toplumsal cinsiyet kavramını kullanmayan, LGBTİ’lerin yaşamlarının tehdit altında olduğu ortada iken tek bir cümle dahi kurmayan metin, en genel anlamda, bugün yarattığı adaletsizlik ve eşitsizliklerle beraber ancak zorbalıkla sürdürülebilir halde olan siyasal İslam’la hesaplaşmayı önüne koymamanın yanı sıra mevcut buhranın sorumlusu olan neoliberal politikalardan “çözüm” bekliyor.”

6’lı masaya yapılan sorumluluk çağrıları, dar grup çıkarlarından vazgeçmeleri, toplumun değişim arzusunu görmezden gelmemeleri ve toplumsal direniş potansiyellerini ve mücadele deneyimini hiçe saymamaları gerektiği yönünde… Bu vesileyle, bu karanlıktan çıkışın politikasında kadın mücadelesinin deneyimlerini ve birikimine ilişkin bazı başlıklardan bahsetmekte fayda var!

Kadınların direnişe adlarını yazdıkları her alan, bu karanlıktan çıkışın, toplumsalın yeniden inşasının önemli işaretçileri... Neden mi, öncelikle iktidarın kendi hegemonyasını inşasının harcında bugün kadınların mücadele ettiği gerici toplumsal cinsiyet rejiminin var oluşu. İkincisi de kadınların, sırtına yüklenen, yaşamın ve toplumun yeniden üretiminin sistemin devamlılığı için kaçınılmaz oluşunun yarattığı olasılıklar.

Biraz açalım… AKP’li 20 yılda toplumsal cinsiyet rejimine baktığımızda, siyasal İslam ve neoliberalizmin kesişiminde erkek egemenliğinin yükseldiğini görüyoruz. Hem simgesel ve söylemsel hem de yasal/fiili uygulama düzeyinde yankısını bulan bu model, toplumsal yapının, sosyal politikaların yeniden inşasının temelini oluşturdu. Kamusal haklar piyasanın insafına, kamu kurumları ve sosyal politikalar tarikat ve cemaatlerin eline terk edildi. Ev ve aile eksenine sıkıştırılmış, bu noktada ev içi ve bakım emeğinin yükünü almış kadınların payına esnek ve güvencesiz istihdam, şiddet, yoksulluk ve hak kayıpları düştü.

Bu hızlı ve yüzeysel özette, toplumsal ilişkilerin öznesi/nesnesi pozisyonlarının taşıyan kadınlar, kelimenin tam manasıyla üretimden gelen güçleri ile karşıt kamusallıklar ve direniş nüveleri yaratma potansiyeli taşıyor olabilir.

Bu anlamda, belki de toplumsal muhalefet açısından en kritik noktalardan biri, özellikle Gezi Direnişi sonrası kadınların kolektif siyasal mücadelesinin çeşitli uğraklardaki etkinliği… Saldırının yeni bir rejimin inşasında kilit haline gelişi, kadın adının, yaşamının, bedeninin ve haklarının adeta savaş alanına dönmesi, mücadelenin bu bütünlüklü saldırıya yanıt oluşturabilecek politikalara ve toplumsal ittifaklara yönelmesi anlamına geldi. Var olma-yok olma arasında gidip gelmek elbette bir zemini şart koşar. Burada öne çıkan başlığın laiklik olduğu açık. Aynı zamanda çok da somut. Öncelikle eğitimden -okullardan yurtlara- başlayarak yargıdan sağlığa dinin tüm etkileri ortadan kaldırılmadan, tarikat-cemaat ve bunlarla ilişkili vakıflar kapatılmadan bu zeminin sağlanma olasılığı yoktur. Kuşkusuz, ücretsiz, kamusal, laik eğitim feminist mücadelenin konusudur. Öte yandan da hareketin toplumun ilerici dinamikleriyle ittifakını, sol hareket ile geçmişten gelen mesafesinin kapanmasını da sağlayan politik başlıklardan biri... Hareketin kendisini toplumsallaştıran ve politik olarak güçlendiren laiklik mücadelesi, 20 yıldır dört bir yanı tarikat ve cemaat ağları ile sarılmış olan toplumun yeniden inşasına dair atılacak en önemli somut adımların taşıyıcısı olacak önümüzdeki dönem.

Laiklik, kadın mücadelesinin yaşamsal bir talebi haline geldi. Bununla ilişkili bir başka uğrak olarak da, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin bugün, gerçek güçleri yani, tüm aygıtları ve kurumları ile kadınların üzerindeki tahakkümü derinleştiren tek adam rejimini, siyasal İslamcı iktidarı hedef almasını ifade edebiliriz. Faillerin aklanmaması, etkin ve adil yargılamanın sağlanmasının ötesinde devletin görevi olan önleme ve koruma ve buna yönelik yasal düzenlemelerin uygulanması talepleri ile, dava takibi, kamuoyu oluşturma, dayanışma pratiklerinin içerisinden büyüyen mücadele, özgürlük talepleriyle birlikte tek adam rejimine karşı en önemli direniş potansiyellerinden biri oldu. Toplumsal değişim isteğinin baskı ve zor karşısındaki gücünü gösteren 8 Mart, 25 Kasım eylemleri de bu birikimin bir parçası… Türkiye’de siyaset alanı, iktidarın baskısının en yoğun yaşandığı zamanlarda dahi, yaşamın her noktasını meydana çevirerek direnen kadın mücadelesi pratiği ile genişlerken tek adama ve ona öykünen çeşitli tek adam pratiklerine de izin vermeyeceğini ortaya koydu.

20 yıllık mücadele sürecindeki bir başka politik uğrak ise, geçiş döneminde, neoliberal politikalara karşı toplumsal muhalefetin güç biriktirmesi gereken mücadele alanlarından birine işaret ediyor. AKP’nin kusursuz bir aktörü olduğu neoliberal birikim modeli ile gündelik yaşamın her alanı, emekçi halkın yaşam ve geçim kaynakları sermayenin talanına açılmış durumda. Barınmadan sağlığa hayatın her alanı piyasaya terk edilirken emekçi sınıflar ile mevcut iktidar arasında henüz belirgin bir politik temsil kazanamamış psikolojik kopuştan söz etmek yeridir. Toplumsal ilişkilerin, bağların ve yakınlıkların kurulacağı mekân ve zamanlar parçalanıp yok oluyor. Rantiyenin ve talanın gündelik yaşamın her alanına girmesi yaşamın üretilmesi yükünü sırtında taşıyanlar için felaket anlamına gelmektedir. Kadınlar açısından, bu felaket ve kopuşun politik tercümesi kendisini en çok yaşam alanı, toprak ve doğa mücadelelerinde gösterdi diyebiliriz. Üreticilerin şirketlere bağımlılığını artıracak şekilde düzenlenen tarımsal yapı ve ilişkilerin yanı sıra tarımsal üretim için gerekli olan ortak varlıkların, derelerin, meraların, toprakların sermaye tarafından talan edilmesine karşı yükselen mücadelenin en önemli öznesi kadınlar. Yaşam ve geçim kaynakları üzerindeki haklarının gaspına karşı mücadeleleri, gaspın faillerine, emperyalist kapitalist şirketlere, destekçisi iktidara, güvencesizliğe, patriyarkal ilişkilere karşı yükseliyor. Toplumsal ilişkileri, bağları ve yakınlıkları yeniden tesis edecek bir başka zaman ve mekânı yaratan bu pratikler, önümüzdeki süreçte yeni bir toplumsallığı da yaratma potansiyeli taşıyor.
Yenilgisi ile başlayacak dönem, yeni mücadele dönemine başlangıç olacak. Kadınların bu karanlığı yenecek olan direnişi ve birikimi, gerçek bir değişimi, devrimci ve feminist tahayyülü ile örgütleyecek.