Türkiye’de çok sayıda kooperatif kurulmasına rağmen bu kooperatiflerin tamamının faaliyet gösterdikleri sosyal, ekonomik alan içindeki gücünün büyük ölçüde marjinal kaldığını söylemek mümkündür.

Yeni kooperatifleşme hareketi ve yeni kamusallık arayışları

UYGAR DURSUN YILDIRIM

Cem Yılmaz’ın Netflix’te yayınlanan “Kooperatif Kemal” dizisinde konu edildiği gibi kooperatif tipi sosyal, ekonomik örgütlenmeler, 1960’lı ve 70’li yılların Türkiye’sinde, köye giden öğretmenler ve aydınlar tarafından güçlü bir şekilde sahiplenilen, köyün modernleşmesi ve kalkınması idealinin önemli bir aracı olarak görülen bir örgütlenme modeliydi. Geniş kitleler tarafından izlenilen dizide bir köy öğretmeninin kooperatifleşme ideali yoğun bir mizahın konusu olmasına ve dizide kooperatifleşmenin demode bir örgütlenme modeli olarak ele alınmasına tezat oluşturacak şekilde Türkiye son yıllarda yeni bir kooperatifleşme sürecinin içinden geçiyor.

Yeni kooperatifleşme hareketi tarımsal gıdanın üretim, tüketim alanları yanında eğitim, enerji, bilişim, yazılım, tiyatro, basın/yayın gibi çeşitli alanlarda Türkiye’nin farklı yerellerinde her geçen gün yenisi kurulan deneyimlerle kendisini gösteriyor. Özellikle Türkiye’nin bir çok kentinde kadın kooperatifçiliğinin hızlı gelişimi belki de yeni kooperatifçilik dalgasının en belirleyici özelliklerinden birisi haline geliyor. Kooperatifçilik deneyimleri ve tartışması toplumun yeniden gündemine geldiği gibi hükümet bu alanda yeni yasal düzenlemeler yapma gereği duymakta, çok sayıda yeni akademik çalışma ve araştırmada konu gündeme gelmektedir. Ayrıca Türkiye’den yapılan google trent taramalarında da kooperatifler üzerine soru, arama ve araştırmalarda son yıllarda ciddi artışlar olduğu görülüyor. Kısacası Türkiye modernleşmesinin arkaik, hantal örgütlenme modeli olan, önceki tarihsel dönemlerde ya köye göreve giden idealist öğretmen ya da devlet girişimciliğinde kurulan kooperatifler birazdan üzerinde duracağımız yeni rolleriyle yeniden gündeme geliyor.

Bütün olumsuz imajına rağmen kooperatif tipi örgütlenmelerin özellikle son 10 yılda ilginç bir şekilde, tarımsal gıda ve diğer alanlarda yeniden gündeme geldiği, yaygınlaştığı bir döneme girildiğini görüyoruz. Bu yeni hareketin arkasında yatan nedenler bu kısa yazının boyutlarını aşıyor. Ancak bilindiği gibi özellikle 2000’li yıllardan itibaren tarım ve gıda alanında yoğun bir siyasallaşmanın var olduğu tarımda yaşanan dönüşümün ağırlıklı olarak çözülme, tasfiye, kriz gibi başlıklarla ele alındığı bilinmektedir. İçinden geçtiğimiz son 20 yıllık dönem belki de Türkiye tarihinin tarım ve gıda sistemlerindeki dönüşüm açısından en çalkantılı ve çelişkili dönemini yaşıyor. 2000’li yıllarda sayısı milyonları bulan geniş bir çiftçi kitlesinin üretimi terk etmesi, şirket market ve özel bankalardan oluşan sermayenin çeşitli fraksiyonlarının gıda üretim ve tedarik alanlarında artan etkinlikleri, temel gıda ürünlerinde artan dışa bağımlılık ve fiyat artışları ve beslenmeye bağlı sağlık sorunları tarımda yaşanan krizin çeşitli boyutları haline geliyor. Bu süreç kendisini artan işsizlik, toplumsal parçalanma ve bunalımla kendisini gösterirken geçtiğimiz günlerde yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de toplumun yüzde 60’tan fazlası dışlanmış, yüzde 82’si yalnız hissediyor ve yüzde 79’u kaygı ve depresyonla boğuşuyor. Kısacası güvencesizlik ve artan toplumsal riskler içinden geçtiğimiz bunalımlı dönemin yaygın özellikleri haline gelirken bu süreçlerden en çok etkilenen toplumun çeşitli kesimleri dayanışma, işbirliği, demokratik katılımcılık temelinde üretim ve istihdamın yeni imkanlarını yeşertmeye çalışıyor. Ayrıca kooperatifler yanında yerel yönetimler, topluluk destekli tarım grupları, dernekler, tohum takas şenlikleri gibi giderek çeşitlenen deneyimler eşliğinde kamusal niteliği daha güçlü bir bir gıda sisteminin gelişme sürecinde olduğunu görüyoruz. Bu deneyimler etrafında kurulan kooperatifler kendisini dayanışma ekonomileri, sosyal ekonomiler, alternatif kamusallıklar, alternatif ekonomiler gibi kavramlara bağlı söylemlerle tanımlıyor. Kısacası son yıllarda devlet destekli kooperatifçilik geleneği dışına çıkan yerelde ve tabanda örgütlenen yeni ve farklı bir kooperatifçilik geleneğinin gelişim gösterdiğini söyleyebiliriz.

Yukarıda kısaca üzerinde durduğumuz umut verici gelişmelerin yaşandığı aynı süreçte kooperatif deneyimlerini kendi içinde oldukça farklılaştıran başka gelişmelerin de yaşandığını görmekteyiz. Son 10 yıllık süreçte Türkiye’de yaygınlaşan kooperatifleşme hareketi içinde Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruşların çeşitli sosyal projeler kapsamında verdiği fon ve hibelerle desteklenen, farklı bir kooperatifleşme dinamiği de gelişmeye başlamıştır. Uluslararası kuruluşlar yanında Türkiye’deki çeşitli bakanlıklar, büyük holdinglere bağlı vakıflar da yerellerde girişimciliğin ve istihdamın gelişimine katkı sağlayan kooperatiflere yönelik hibe desteklemeleri sağlamaktadırlar. Bu kooperatiflerin amaçları; kadınlar ve mülteciler gibi dezavantajlı gruplar için istihdam fırsatları sağlayan, sağlıklı, organik ürünler üreterek gıda piyasasında fiyat ve kalitesiyle kendisini farklılaştırarak markalaşmaya çalışan sosyal girişimler olarak örgütlenmek olarak kendisini gösteriyor. 2021 Yılında Ticaret Bakanlığı’nın bu kooperatifler için 15 Milyon TL’ye yakın desteklemede bulunduğu biliniyor. Ayrıca Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da geçtiğimiz yılda 510 yeni kooperatifin kuruluşuna aracılık etti. Türkiye’de son dönemde gelişen kooperatif deneyimleri içinde örgütlenme mantığı, kullandığı söylem ve içinde bulunduğu ağlar bakımından bu kooperatiflerin büyük ölçüde fonlara bağımlı bir şekilde, sermayenin dolaylı yollarla güçlü bir şekilde nüfuz ettiği yapılar haline geldiğini görüyoruz. Dışarıdan fon desteğiyle kurulan, Türkiye’nin çok sayıda kentinde görebileceğimiz bu kooperatifler üretici/emekçi ortaklarının öz gücünden ziyade dış kaynaklara bağımlı bir gelişim gösteriyor.

Bunun yanında kırsal kalkınma odaklı, çiftçilerin üretimle bağını güçlendirmek ve kentin gıda iaşesini düzenlemek gibi çeşitli sosyal, ekonomik hedeflerle kurulan ve özellikle CHP’li Belediyelerce desteklenen diğer bir kooperatifleşme sürecinin özellikle İzmir Çevresinde yaygınlaştığını söyleyebiliriz. İzmir yanında İstanbul, Eskişehir gibi kentlerin büyükşehir belediyeleri sözleşmeli alımlar, fide ve makine dağıtımı ve diğer desteklemelerle kırsal alanlarda kooperatifleşmeyi desteklemektedirler. Belediye destekli kooperatifleşme deneyimleri içinde en bilinenlerinden biri olan Ovacık Deneyimi diğerlerine nazaran antikapitalist niteliği daha ağır basan, Türkiye’nin farklı kentlerindeki tüketicilere ulaşan kendi dağıtım ağlarını güçlü bir şekilde kuran bir deneyim olarak ön plana çıkmaktadır.

Sonuç olarak Türkiye’de çok sayıda kooperatif kurulmasına rağmen bu kooperatiflerin tamamının faaliyet gösterdikleri sosyal, ekonomik alan içindeki gücünün büyük ölçüde marjinal kaldığını söylemek mümkündür. Diğer bir değişle hızlı bir gelişme göstermesine rağmen mevcut kooperatiflerin etkisi ve gücü oldukça sınırlıdır. Bununla birlikte son dönemde açığa çıkan deneyimlerde kooperatiflerin sistem içinde üstlendiği rol ve işlevler bakımından kendi içinde oldukça farklılaştığını, çeşitlendiğini görebiliyoruz. Fonlara ve devlet desteklemelerine bağımlı gelişen, zayıf bir sosyal tabanla kurulan kooperatifler yanında antikapitalist niteliği söylem, uygulama ve örgütlenme pratiklerine yansıyan kooperatifler de yaygınlaşmaktadır. Bu süreçte sistemin ürettiği kriz ve çöküş derinleşirken emekçi sınıflarla organik bağı olan, dış kaynaklardan ziyade kendi özneleriyle kurulan bu kooperatiflerin nasıl daha etkili, kalıcı ve güçlü birlikler haline geleceği önemli sorulardan biri haline geliyor. Çeşitli tarihsel deneyimlerde kooperatiflerin ancak diğer kooperatiflerle ve farklı kurum ve örgütlerle sıkı bağlar kurabildikleri ölçüde uzun ömürlü olabildiklerini görebiliyoruz. Dikkat edilirse fon ve hibelere bağımlı gelişim gösteren kooperatifler sivil toplum kuruluşları, bakanlıklar, sermaye gruplarına bağlı vakıflar ve uluslararası kuruluşlar gibi kurum ve aktörlerle güçlü ağlar içinde yer almaktadır. Sistemin dezavantajlı bıraktığı, dışladığı kesimleri yeniden sisteme dahil etmek bakımından çeşitli roller üstlenen bu kooperatiflerin güçlü finansal, kurumsal desteklerle gelişim göstermesi hızlı bir büyümeye yol açarken aynı zamanda bağımlılık ve kırılganlığın da bu yapılarda önemli sorunlar haline geldiği söylenebilir. Nitekim yeni kurulmasına rağmen işlevsizleşen kooperatiflerin sayısı da giderek artmaktadır. Bunun dışında sistem eleştirisi üzerinden hareket eden, sistem içinde alternatif deneyimler yaratma perspektifi taşıyan kooperatiflerin en önemli gücü sistemin parçaladığı, birbirine yabancılaştırdığı kır ve kent emekçileri arasında dayanışmayı geliştirme kapasitesinde yatıyor. Sistem giderek büyüyen, derinleşen bir kriz sarmalına girerken kooperatiflerin de daha büyük birlikler oluşturmaya doğru genişlemesi, gücünü temel olarak dışlanan, yok sayılan, ezilen kesimlerden alması büyük önem taşıyor. Son dönemde kurulan çok sayıda üretici, tüketici kooperatifinin dağınık, parçalı yapısının aşılması bu kooperatifler arasında uyum, koordinasyon, planlama sağlayacak yeni mekanizmaların, yeni işbirliklerinin gündeme gelmesini zorunlu hale getiriyor. Önümüzdeki yıllarda toplumsal krizin daha da derinleşeceği varsayılırsa devlet ve sermaye dışı alanda ayakta kalmaya çalışan kooperatiflerin etkisini ve gücünü, sürekliliğini artıracak mekanizmaların neler olabileceği, serbest piyasanın dengesizliklerine karşı ne tip düzenleyici roller oynayacakları sorularının giderek daha da önemli hale geleceği tahmin edilebilir.