Google Play Store
App Store

Latin Amerika uzmanı, akademisyen Ertan Erol’a göre Kolombiya’dan Honduras’a, Şili’den Peru’ya ülkeleri homojenleştirerek genelleme yapmaktan kaçınılmalı. Dr. Erol, “Her ülkedeki sol kendine özgü sosyal, sınıfsal çatışmalar tarafından şekillendiği için farklı ideolojik ve kültürel programlara sahip” diyor.

Yeni sol dalganın dinamikleri farklı
Şili’de devlet başkanlığı seçimlerini solcu aday Gabriel Boric’in kazanmasıyla ülkede değişim başladı. (Fotoğraf: AA)

İbrahim VARLI

Güney Amerika’da yeni bir sol dalga esiyor. Bolivya’dan Honduras’a, Şili’den Kolombiya’ya pek çok ülkede geniş sol ittifakların desteklediği liderler devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. Bu ülkelere Brezilya da eklenmek üzere. Küba, Venezuela, Nikaragua’nın yanı sıra sosyal demokrat liderlerin işbaşında olduğu Meksika ile Arjantin de dahil edildiğinde Güney Amerika’nın “sol iktidarlar kuşağı”nın büyüklüğü görülmüş olur. Kıta genelinde esen sol rüzgâr 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren esmeye başlayan sol dalgayı anımsatıyor. Sol dalganın yeniden esmeye başlaması sadece Güney Amerika’da değil, tüm dünyada büyük heyecan yarattı. Bu ülkelerden Şili ve Kolombiya özellikle dikkate değer. Kolombiya’da Gustavo Petro ülke tarihinin ilk solcu devlet başkanı seçildi. Şili hazırlanan ilerici yeni anayasasıyla fark yaratıyor. Güney Amerika’daki yeni sol dalgayı İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Öğretim Üyesi ve Latin Amerika uzmanı Dr. Ertan Erol ile konuştuk.

Peru’dan Kolombiya’ya Latin Amerika'da yükselen “yeni” sol, ne kadar sol?

Bu sorunun cevabı hiç şüphesiz soldan ne anladığınıza göre değişecektir. Ancak bölgedeki ülkelerin kendine özgü sosyoekonomik ve politik durumları, hâkim iktidarların sınıfsal kompozisyonları, küresel kapitalizme eklemlenme biçimleri ve buradan doğan sınıfsal yapılarının farklılıkları, farklı etnik ve kültürel toplumsal yapıları bu soruyu cevaplamayı daha zor hâle getiriyor. Bu bağlamda bölge ülkelerini birbirine yakın sayan belirli küresel ve bölgesel koşulların olduğunu reddetmesek bile her ülkedeki ‘solun’ kendine özgü sosyal ve sınıfsal çatışmalar tarafından şekillendiğini ve kendine özgü ve farklı ideolojik, ekonomik, politik, kültürel programları olduğunu unutmamak gerekiyor. Sağ ve aşırı sağda gördüğümüz homojenliği ‘sol’ içerisinde aramak bu bağlamda doğru sonuçlar vermeyebiliyor.

Peş peşe yükselen halkçı, bağımsızlıkçı siyasi hareketler iktidara geliyor. Bu yeni dalganın bir önceki -2000’ler- sol dalga ile farkı nedir?

2000’lerde ortaya çıkan ve birçoğunun “Pembe Dalga” olarak adlandırdığı ve temelde sol, sosyalist, ilerici sosyal-demokrat hareketlerin peşi sıra kazandıkları seçim zaferleri ile iktidarları almasına evrilen bir süreç tanımlanmıştı. Günümüzdeki süreci bir önceki dönemden tam anlamı ile koparmanın mümkün olmadığı gibi derin benzerlikler kurmayı zorlaştıran unsurlar da mevcut. 2000’lerde iktidara gelen sol hareketlerin elini güçlendiren bir küresel ekonomik durum mevcuttu. Özellikle Venezuela artan emtia fiyatlarına dayanarak bölgede güçlü ve ABD karşıtı bir birlikteliğin öncülüğünü yapabiliyordu. Bugün için ise iktidarda bulunan ve yeni iktidara gelen sol hükümetlerin enflasyon, dış ticaret açıkları, maliyetleri artan borçlanma gibi derin ekonomik sorunlarla karşılaştığını ve toplumsal muhalefete maruz kaldığını görüyoruz. Ekonomik sorunların yanı sıra, politik ve ideolojik alanlarda da sol iktidarların tam anlamıyla başarılı olduklarını söylemek güç değil. Yine burada tüm ülkeleri homojenleştirerek genellemeler yapmaktan kaçınmak gerekiyor. Ancak bölge hızlı bir biçimde kentleşen, eğitimli ve genç bir nüfus yapısına sahip ve bu geniş kitlelerin önemsedikleri, tartıştıkları ve kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayan konuların giderek çeşitlendiği söylenebilir. Bu bağlamda, sol iktidarların ne kadar tabanda düşünsel bir dönüşüm sağlayabildikleri tartışma konusudur.

Dr. Ertan Erol, İÜ SBF Öğretim ÜyesiDr. Ertan Erol, İÜ SBF Öğretim Üyesi

Solun yükseldiği temel dinamikler nedir?

Yine her ülkenin kendi öz dinamikleri, sosyal, ekonomik, politik, kültürel yapıları olduklarını unutmamak gerek. Ancak Meksika, Şili, Kolombiya gibi geleneksel olarak sağ iktidarların hâkim olageldiği ülkelere bakıldığında kentleşen nüfusların yaşadıkları kentli yoksulluğunun, işsizliğin, gelecek kaygısının başat aktörler olduklarını söylemek güç olmayacaktır. Bu ülkeler aynı zamanda bölgenin gelir adaletsizliğinin en derin olduğu ülkeler olarak karşımıza çıkıyor. Meksika ve Kolombiya nüfusunun yüzde 50’sinin yoksul veya aşırı yoksul bireylerden oluşurken dünyada dolar milyarderi en çok olan ülkelerin başında geliyorlar. Su hakkından iletişim hakkına, toprak sahipliliğinden medya araçlarının kontrolüne, adı koyulmamış imtiyazlardan kamusal kaynaklara ulaşıma kadar birçok konuda tekeller ve büyük holdinglerin baskın rol oynadıkları toplumlarda kaçınılmaz olarak artan gelir eşitsizliği geleneksel siyasi partilerin hesabına yazılıyor.

Pek çok Güney Amerika ülkesinde farklı sol skalanın farklı noktalarında yer alan liderler/partiler işbaşında. En özgün deneyim nerede yaşanıyor?

Her ülkenin kendine özgün deneyimleri olduğu şüphesiz. Şili’de yeni anayasa süreci çokuluslu, özerkliği önemseyen, başkanı sınırlayan, doğaya duyarlı, anayasal olarak sosyal olması garanti altına alınmış bir siyasi yapı oluşturması açısından ilginç. Meksika’da yaklaşık 3 senedir iş başında olan López Obrador hükümeti sınıfsal ve kültürel ayrışmanın faş olmasını da beraberinde getiren ve muhalefeti oldukça zayıflatan bir politik mücadeleyi, sıkı para politikasından taviz vermeden ve önemli kamusal ve sosyal yatırımlar gerçekleştirerek sürdürüyor. Arjantin’de iktidar kendi içinde ikiye bölünmüş mevcut ekonomik krizi aşamaz durumdayken, Peru’da ağır bir politik kriz Castillo’yu önemli ölçüde orta yola itmiş durumda. Bu bağlamda her ülkede kendine özgü süreçler işliyor denilebilir.

Brezilya’nın da eklenmesi halinde –ki yüksek olasılık- kıtanın neredeyse tamamında sol liderler işbaşında olacak. Neden güçlü bir sol seçenek yaratılamıyor?

Bu sorunun kolay bir cevabı olmadığı muhakkak. Geçtiğimiz pembe dalga da bugün gerçekleşen iktidar değişiklikleri de ekonomik politikalarda gerçek anlamda bir dönüşüm sağlayabilecek güce sahip değiller. Toplumsal değişimin sağlanması ve sosyoekonomik adaletsizliklerin çözülmesi kısa sürede gerçekleşebilecek şeyler değil. Bütün iktidarlar son tahlilde mevcut piyasa mekanizmalarının bozulmamasına gayret ediyorlar. Dolar fiyatlarındaki oynaklık ve yabancı yatırımcıların mutlu edilmesi korkutulmaması temel öncelikler olmaya devam ediyor. Hâl böyle olunca sorunlara gerçek anlamda neşter vurabilecek politikaların izlenmesi pek de mümkün olmuyor.

Sol yönetimleri bekleyen tehlikeler neler? Malum ABD, Latin Amerika’yı “arka bahçe” olarak gördüğünden işbirlikçi sağcı yapılar üzerinden sola ve toplumsal muhalefete karşı bir set örebiliyor. Amerikan emperyalizminin olası hamlelerine karşı neler yapılabilir?

Sol için yapamadığımız programatik ve ideolojik genellemeleri sağ ve aşırı sağ için yapmamız mümkün. Latin Amerika’da sağ, kültürel olarak da ideolojik olarak da izlenecek stratejiler bağlamında birbirine yakın, koordineli ve birbirinden çok şey öğreniyor. Ülkenin Venezuela gibi ekonomik bir çöküntü yaşayacağından tutun da toplumsal cinsiyet eşitliğinin küresel bir komplo olarak tanımlanmasına kadar, aşı karşıtı, kürtaj karşıtı, iklim değişikliği inkârı gibi bütün konularda birbirinden öğrenme ve dayanışmada bulunma gibi bir durum söz konusu. Tabii ABD’nin de kurumsallaşmış faaliyetleri ve askeri varlığı yadsınamaz. Bu bağlamda Meksika’nın başını çektiği ve mevcut Amerikan Devletleri Örgütü yerine, ABD ve Kanada’nın var olmadığı bir bölgesel mekanizma oluşturulması tartışması önemli. Ancak her ülkenin ekonomik sorunlarla boğuştuğu bir dönemde böyle bir bölgesel dayanışmanın ortaya çıkacağını beklemek güç olacaktır.

Türkiye ve dünya solunun “Latin solu”ndan ve sol iktidarlarından alması, çıkarması gereken dersler neler?

Belki de bu seçim başarılarından alınacak en önemli derslerden biri orta yolculuğun zararları olacaktır. Merkez siyaset, onun partileri, ideolojileri, ekonomik stratejileri çökmüştür ve toplumun geneline ve yeni nesillere vaat edebileceği tek şey daha az ücrete daha çok çalışmak, yoksulluk, kaybolan kamu hizmetleri, iş kaygısı ve her daim güvencesizliktir. Bu bağlamda da basmakalıp argümanlardan, sosyal medya merkezli muhalefetten, merkeze özenmekten vazgeçerek gerçekten ‘bir şey söylenmesi’ gerektiği ve bunun da politik doğruculuktan çok farklı bir şey olduğunu konuşmak gerekiyor galiba.