SOL Parti MYK Üyesi Forta, seçim sonrası ülkenin değişen yapısı ve batının biçtiği siyasal sınırları aşan bir politika geliştirmek gerektiğine vurgu yaptı. Forta, “Ülkenin yeni dönem sorunlarına yeni çözümler aranmalı” dedi.

Yeni sorunlara çözüm aranmalı
Fotoğraf: BirGün

Politika Servisi

SOL Parti MYK Üyesi Bülent Forta, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf’ın (TAKSAV) Ankara Şubesi’nin gerçekleştirdiği “Seçim Sonrası Türkiye’de Solun Yolu” başlıklı söyleşi dizisine konuk oldu. AKP’nin yeni hükümet düzeni, dünyada ve Türkiye’de yeni siyasal sorunlara ilişkin çıkış yolu üzerine değerlendirmelerde bulunan Forta, ülkenin seçim sonrası oluşan yeni yapısına çözümler üreten bir siyasetin gerekliliğine vurgu yaptı.

Seçimlere dair tartışmalar uzun süredir yürüyor. AKP’nin yeni dönemine dair ne düşünüyorsunuz?

Seçim sonrasında ortaya çıkan tabloda esas olarak siyasetin, toplumun taleplerine, adaletsizliklere ve krizlere sahip çıkan, sınıfın güncel ve aktüel görevleri üzerinde yükselen bir siyasetle ancak bugünkü iktidara son verebileceğimiz artık geniş kesimler tarafından kabul görülüyor.

Seçimlerin bitmesiyle yeni bir tablo ile karşı karşıyayız. Resim net olmasa da ipuçlarını görüyoruz. Seçimden önce de söylemiştik; bu yalnızca Türkiye’nin seçimi değil, Biden’in, Putin’in de seçimiydi. Ancak seçimler boyunca tablo çok farklı gelişti. Sanki muhalefetin kendisi dış güçler tarafından destekleniyor, AKP-MHP de yerli milli bir savunma çizgisinde siyaset yapıyor gibi bir algı oluşturuldu. Fakat bugün de ortaya çıktı ki Batı da Rusya da Erdoğan’ın başında olduğu bir Türkiye’den hoşnut. Rusya tarafından açıkça, ABD tarafından F-16 vakasında görüldüğü üzere dolaylı olarak bu durum belirtiliyor. Seçimler sonrasında yine Batı’nın istekleri doğrultusunda Erdoğan ittifakı bir u dönüşü yaptı.

Bülent Forta

BATIYLA UYUMLU HÜKÜMET DEĞİŞİMİ

Milli yerli, Soylu ile temsil edilen güvenlikçi siyasetten Mehmet Şimşek’in IMF memuru gibi ekonominin başına, MİT’in başının Dışişleri’nin başına, hükümet sözcüsünün ise MİT’in başına geçirildiği, Batıyla uyum süreci yürütebilecek bir iktidar değişikliği yapıldı. Bunu çok büyük bir taktik olarak görmektense mecburiyet olarak görmek daha mümkün ama görünen o ki Türkiye’nin gelecek yönelimi esas olarak Batı’nın kendisine çizmiş olduğu koordinatlar üzerinden kurgulanacağı. Bunun manası nedir? Şöyle bir metafor yapılabilir belki. 1945 yılında Türkiye tercihini ABD’den yana kullandı ve güvenlik şemsiyesini onlarla kurmaya çalıştı. Daha sonra NATO’ya girerek orada kanat ülke olma ve Batı’nın SSCB tehdidi karşısında güvenliğini sağlama görevi aldı. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek siyasi tarihini belirleyen bu tercih oldu. Özel harp dairesinin kurulması, yukarıdan aşağı sömürge tipi bir faşizmin inşa edilmesi, devletin ABD ve CIA ile kurduğu ilişkiler, anti komünizm üzerine yükselen bir güvenlik doktrini ve sivil faşist hareketin solun yükselişini önlemek için devreye sokması aslında Batı’nın çizmiş olduğu bu koordinatlar içerisinde ortaya çıktı. Sağ kesim bu dönemi çok partili hayat, demokrasi, özgürlükler gibi sunsa da esasında rejimin o günden itibaren özü sömürge tipi faşizm olarak şekillenmişti.

Soğuk savaş bitti, dünyada yeni bir şekillenme oldu, büyük çalkantılar ve çatışmaların ardından Batı’nın başına yeni bir bela geldi ki o da göç. Meksika-ABD sınırı için ABD’ye bela, Suriye, Libya savaşından, Afganistan’dan kaçanlar için Avrupa’ya bela oldu. Sonuç olarak bugün Türkiye’de batı tarafından çizilen rejim bir tür sığınmacı deposu ve tamponu oldu. Dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonraki bütün siyasal yönelimi esas olarak batı tarafından verilen görevlerin nasıl kotarılacağı olarak şekillendirilecek. Batı’nın Erdoğan’a yönelmesinin sebebi de kendi çıkarlarını koruyabilecek bir lidere sahip olmalarıydı.

Bunun ekonomik anlamda da siyasal anlamda da reçetesi emekçi halkların, gençlerin, kadınların üzerine yıkılacak gibi gözüküyor. Bu saat çalışmaya başladı. Yeni seçimlerle beraber korkunç bir zam furyası, zenginlerin daha fazla zengin olduğu, çevreyi tahrip edeceklerin daha çok para kazanacağı bir dönemin açılması, göçmen ve sığınmacı sorununun adeta Türkiye’nin demografik yapısını değiştirecek bir yol açması…

GÖÇ BATI'NIN ÇİZDİĞİ DOĞRULTUDA YAŞANIYOR

Aslında Türkiye tarihsel olarak göç dalgasıyla ilk kez karşılaşmıyor. Birinci savaş sonrasında Balkanlar ve Kafkasya’dan gelen iki göç dalgası ülkenin demografik yapısını değiştirdi. Bu aynı zamanda Ermeni ve Rumların gönderilmesiyle de yaşandı. İkinci bir göç dalgası, köyden kente bir iç göç olarak yaşandı. Bu iç göç yeni bir proletarya yarattı. Ve sonucunda bizim de içinde bulunduğumuz devrimci hareketler, biraz da bu yeni kapitalizmin geliştirilmesinin proleterya ve onun taleplerinin yükselmesi üzerinden gelişen hareketler olarak doğdular. Daha sonra 90’larda Kürt hareketi ile savaş sebebiyle batı illerine ciddi bir Kürt göçü oldu. Batı illerinin demografisi ve siyasal çatışmaları değişti. Ankara, İstanbul’da mahallelerin yapısı değişti. Şimdi, Balkanlar ve Kafkasya’dan göç, dış göç gibi görülse de yine imparatorluk sınırları içerisinde bir göçtü. Şimdi ilk defa Türkiye, bir dış göç sorunuyla karşı karşıya ve bu ülkenin demografisinde, sosyolojisinde, Türkiye kapitalizminin işleyişinde çok ciddi sorunlara yol açıyor. Ucuz iş gücü, güvenlik sorunları vs. Bunun Batı’nın çıkarları ile uyuştuğu ve yürütücüsünün mevcut siyasal iktidar olduğu konusunda kuşku yok.

DEĞİŞİMİN GARANTİSİ DEVRİMCİLER OLDU

Peki böyle bir konjonktür değişimi kendisini muhalefette de gösteriyor mu?

Biz yeni bir siyaset anlayışı öreceksek bu esas olarak ülkenin yeni yapısı ve Batı’nın biçtiği siyaset yapısına karşı politika geliştirmekle mümkün olabilecek. Gerçek değişim de ancak bu yolla sağlanabilecek gibi görünüyor. Ancak siyaseti bu kadar derinliğine kavrayan, sorunları, çözülmesi gereken problemler olarak ortaya koyan bir muhalefetten de bahsedemiyoruz. Özellikle CHP’nin değişimden anladığı şey mevcut genel başkanının yerine çok benzer siyasal taleplerin savunucusu olan, aynı siyaset tarzına sahip olan başka birinin gelmesi. Ne köklü bir değişim ne de program gündemde var. 70’li yılları yaşayanlar hatırlarlar, Ecevit kurucu lider olan İnönü’ye karşı ‘toprak işleyenin, su kullananın’ gibi taleplerle, kontrgerilla-devlet eleştirisiyle değişim sağlamıştı. Bu değişim de esas olarak Ecevit’i ileri iten devrimci gelişmelerin itkisiyle farklılaşma ve değişime yol açmıştı. Bugünse bundan bahsedebilmek mümkün değil. Kurultayda kimin adamı kimin yerine geçecek üzerinden bir değişim tartışması içerisindeyiz.

Ancak şunu söylemek mümkün; artık toplumun siyasetin bu şekilde değiştiremeyeceği konusundaki kanısı kökleşiyor ve derinleşiyor. Kime sorsanız ‘bu CHP ile muhalefet ile bu iş olmayacak, kendi taleplerimizin taşıyıcısı olmalıyız’ şeklinde bir dip dalga mayalanmaya başladı. Bizim için siyasette örgütleyebileceğimiz esas alan bu mayalanan değişim düşüncesinin önüne yeni bir siyaset tarzını koyabilmekle mümkün. Burada avantajlı olduğumuz nokta ‘biz demiştik’ özgüvenidir. Yaklaşık iki senedir ‘siyasetin yönü bu tarafa döndürülmelidir’ diyerek de bunu ifade ettik. Dolayısıyla şimdi yeni dönemin yeni siyasetini kendi eski fikirlerimize rağmen değil, onların devamı ve değiştiricisi olarak yapmak durumundayız. Bu tabii bizim de eksik bıraktığımız, hatalı olduğumuz, yeniden değiştirmemiz, büyütmemiz gereken yanlarımız olmadığı anlamına gelmiyor. Ama şu net; bugünkü mevcut iktidar elbet bir ev hesabı yapıyor, krizi bu şekilde emekçilerin üzerine nasıl yıkabileceğine dönük bir hesap yapıyor, ancak Türkiye gibi bir ülkenin dinamizmini düşündüğümüz zaman pekala bu ev hesabının çarşıya uymaması da mümkün. Bunun en büyük garantisi de bu ülkenin devrimcileridir.