“Tek bir mahalle bile insanları herhangi bir felakete karşı ayakta tutabilecek şekilde nasıl kurulabilir derseniz, orada Türkiye’nin solu çağırdığını soldan bir dönüşümü çağırdığını görmüş olursunuz.”

Yeniden kuruluş için: Türkiye, solu çağırıyor
Sol Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen deprem bölgesinde dayanışma faaliyetlerine katıldı

Yusuf Tuna Koç

İlk günden deprem bölgesinde dayanışma faaliyetlerini örgütleyen SOL Parti Başkanlar Kurulu üyesi Önder İşleyen ile deprem felaketinin siyasal sebep ve sonuçlarını, dayanışmanın rolünü ve Türkiye’nin geleceğini konuştuk.

İlk günden beri oradasınız. Orada devletin eksikliğini gördünüz, bunun üzerine de çokça yazıldı çizildi. Peki deprem bölgesinde çöken, enkaz altında olan tam olarak nedir?
Kurulan tek adam rejiminin ne kadar işlevsiz olduğu ortaya çıktı. Bu rejimin inşa edilmesinin ana sebeplerinden biri radikal bir özelleştirme ve ticarileştirme politikasıydı. Sermayenin sınırsız bir hegemonyasını inşa etmek için başlayan süreç, yargıdan bürokrasiye kadar bütün kamusal düzeni sermaye lehine değiştirdi. Bunun sonucu olarak bir şirket devlet ortaya çıktı. Tüm bileşenleri ile bakanların şirketleri ile Erdoğan’ın “şirket gibi yöneteceğiz” diye anlattığı mantığı ile dile getirebiliriz. Ötesinde rejimin merkezindeki fotoğrafta siyasi figürlerle birlikte pek çok inşaat şirketi sahibinin o tablonun temel bileşeni olduğunu görebiliriz. Buraya baktığımızda şirketleşmiş bir yönetimin altında Türkiye’deki mevcut kurumların tasfiye edildiği, işlevlerinin ortadan kaldırıldığı gerçeği var. Bu gerçek, somut olarak Telekom’un özelleştirilmesi ile bir iletişim krizine yol açtı, ''duble yol yapıyoruz'' dedikleri kâr amaçlı icraatların Hatay’a ulaşımı imkansız kıldı. Madenciler gibi arama kurtarmanın en önemli parçalarının oraya taşınması, organize edilmesi diye bir durum olmadı çünkü sistemin kendisi özelleştirilmişti. Büyük sağlık krizini sadece hastanelerin özelleştirilmesi olarak düşünmeyelim; enkazdan çıkanın “Beni özel hastaneye götürmeyin param yok” dediği bir sağlık krizi ile Türkiye karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla özelleştirmeler ve kamunun tasfiyesinin yarattığı sonuçlar büyük bir sahipsizlik yarattı.

Deprem bölgesinde de gördüğümüz gerçek buydu. İnsanların canlarını kurtarma, ihtiyaçlarına yanıt verme konusunda herhangi bir noktada olmayan, sadece bir otorite olarak kendisini var etmek üzere hızlıca OHAL ilan eden ve kendi otoritesini tesis etmek için baskı gücünü devreye sokmaya çalışan bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Birincisi çöken bu sistemin kendisidir. Özelleştirmeler, kamunun tasfiyesi ile başlayan ve bunu devletin ve toplumun demokratikleşmesi, adalet ve refah içerisinde yaşamasının biricik yolu olarak gösterilen sistem çökmüş oldu.

İkincisi bu tek adam rejiminin bütün kurulları ve kuralları ortadan kaldırdığı, AFAD’dan Kızılay’a tüm kurumların içinin boş olduğu görüldü. Liyakatte çözülmenin de tüm sistemin tek kişinin yukarıdan aşağıya vereceği talimatlar altında sürüyor olmasının yol açtığı sorunlar da. Dolayısıyla başkanlık sisteminin sorunların çözümünde hız getireceği üzerine bütün propaganda da çökmüş durumda.

20 yıllık tek adam rejimi dolayısıyla çökmüştür ve Türkiye’nin geleceğinde yeri olmayacağı açıktır. Bu siyasal İslamcı rejimin yakın gelecekte yerinin olmayacağı ortaya çıkmıştır, bu rejimin kendisini son süreçte gösterdiği üzere tüketmiş ve sonuna gelinmiştir. Bundan sonrasında Türkiye’nin bütün bu felaketler içerisinde nasıl kurulacağı meselesi önümüzde duruyor.

GELECEK DÖNEMİ BU DAYANIŞMA BELİRLEYECEK

Bu depremde devletin yokluğuna tanık olduğumuz gibi aslında uzun süredir var olmayan büyük bir toplumsal dayanışmayı da görmüş olduk. Siyasal, ilerici örgütlenmelerin de bir anlamda şekillendirdiği bu dayanışmanın evrilebileceği yerlere ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Birincisi, rejim kendisini toplumsal kutuplaşma üzerine inşa etti. Yıllardır toplumu ikiye bölerek kendi iktidarını sürdürmeye çalıştı. Burada din, mezhep, etnisite temelli bir ayrışma; özellikle MHP ittifakı ile birlikte İslamcılık ve Türkçülük etrafında bir sentezle inşa etmeye çalıştı kendisini ve parçalanmış bir toplum yaratmaya çalıştı. Şimdi başlayan toplumsal dayanışma seferberliği bu parçalanmanın siyasetini çökertti. Bütünüyle toplum içerisine iktidar tarafından atılan bütün zehirlerden de arınarak birbirinin eksiğini kapatmaya çalıştı. Bu ayrımların hiçbirine bakmayan bir dayanışma örgütlendi. Öte yandan Kübalı doktorlardan Yunan arama kurtarmacılara, iktidarın topluma cephe aldırmaya çalıştığı her noktadan büyük bir dayanışmanın parçası olan bir uluslararası seferberlik ilan edildi. Son on yıla damga vuran Türk-İslamcı sentez temelli kutuplaşma siyaseti burada çöken siyasetlerden biri haline geldi. Toplumsal dayanışmanın şöyle önemli bir etkisi oldu. İktidar bunu takip edip önüne geçmeye çalışan bir TV şovu yaptı ve kamu bankalarından yandaş şirketlerden yardımla temel olarak bu toplumsal dayanışmanın önüne geçmeye çalışan bir eksen kurdu. Ama gerçek toplumsal dayanışma; okul harçlığından, sofradaki ekmeğinden, emekli maaşından artırarak, bir kilo mercimek alarak örgütlendi. Kalpten, yürekten bir toplumsal dayanışma örgütlendi ve bu oraya da taşındı. Toplumu ayakta tutan temel de buydu. Bütünüyle yalnız bırakılmış insanlar, toplumun en güzel insanlarının kendi yanlarında olduğunu gördükleri için bu çaresizlik içerisinde ayakta kalabildiler. Bu sadece bugün yaşanan yaranın sarılması bakımından değil, toplumun nasıl yeniden kurulabileceği için de bir işaret sunuyor bize. Toplumun içerisindeki bu seferberliğin aslında gösterdiği şeyin büyütülmesine ihtiyaç var.

Şunu da ekleyeyim, SOL Parti de ilk gün itibarıyla deprem alanlarına gitti. Türkiye’nin 86 noktasında dayanışma örgütleyip, deprem bölgesindeki dayanışma merkezlerimiz üzerinden topladıklarımızı ulaştırdık. Dayanışma ailelerini örgütleyerek, barınma ihtiyacı duyan yurttaşlarımıza destek olduk. İhtiyaç noktalarında o anın ihtiyacını karşılayacak planlı ve örgütlü bir çalışma yürüttük. Bu şunu gösteriyor. Örgütlü bir toplumun ve siyasetin önümüzdeki dönem açısından yegane kurucu gücü olabileceğini gösteriyor. Toplum nazarında da bu ortaya çıktı. Önümüzdeki yıllarda da yaşanan ekonomik sosyal yıkımlar karşısında, muhtemel felaketler karşısında toplumun ayakta kalabilmesinin yolunun insanların sokağında mahallesinde üniversitesinde örgütlenmesi ve birlikte hareket etmesi ile mümkün olacağı en önemli sonucu oldu bu sürecin. Bu büyük yıkım, nasıl ortadan kaldırılacak denildiğinde deprem bölgelerinde yapılanlara, bizlerin oranın belli bölgelerinde başardıklarına bakarak görülen şudur; halk kendi güçlü kollarıyla bu engelleri aşabilir. Bu enkazdan çıkabilir. Bu örgütlenme bilincinin toplumun içerisinde geliştirildiği oranda Türkiye de önümüzdeki dönemde farklılaşacaktır.

O zaman ülke buradan nasıl çıkacak sorusu bu süreçten nasıl bir toplum olarak çıktığımızla da birlikte düşünülmeli. Bu dayanışma başka bir toplumsal nüve ifade ediyorsa bunun siyasal anlamı nedir?
Dayanışma meselesi Türkiye’nin yeniden kurtuluş mücadelesinin bir parçası. İnsanların felaket anında yaşadığı şok ve dehşet ortamı, onun içerisinde ihtiyaçlarını giderecek kapasitelerinin kalktığı anda biz oradaydık ve elimizden geldiğince yaralarını birlikte sarmaya çalıştık. Ama dayanışma sadece tek taraflı bir iletişim değildir, bu başlangıç önemlidir ama bunu biz hızla bir eşitlikçi örgütlenmeye dönüştürmek için çabalıyoruz bu da şudur; birlikte yapmaya başlamak. Esas olarak bundan sonraki hayata bugünkü yıkım içerisinde ve sonrasındaki kendi hayatları, kendi gelecekleri hakkında inisiyatif sahibi olabilmesini kuvvetlenmesini sağlayacak bir yolu açabildiği oranda anlamlıdır. Dolayısıyla onu yardım kampanyalarından, hem devletin muhtaç bırakma siyasetinden, hem tarikat ve cemaatlerin yürüttüğü bir kula kulluk üretme faaliyetlerinden ayıran, devrimcileştiren, devrimci kılan temel budur. Burada bizim yürüttüğümüz dayanışma faaliyetleri meselesi yalnızca ihtiyaçların karşılanması ile sınırlı görülemez. Esasında toplumun yeniden özne olduğu, yarına birlikte müdahale kanallarının çoğaltıldığı bir siyaset alanı olarak biz görüyoruz. Çadırlarda, insanların yaşadığı her noktada komitelerin kolektiflerin kurularak doğrudan insanların kendi hayatları hakkında söz sahibi olabilecekleri bir mücadeleyi örgütlemek olarak görüyoruz. Eğer Türkiye yeniden kurulacaksa da bu şekilde kurulacak. Sadece bu bölge açısından değil, Türkiye’nin tamamında bir mücadele örgütlenecekse bu bilinç ve anlayışın dört bir yanda yaygınlaştırılmasına ihtiyaç var. Önümüzdeki dönem Türkiye’sinin dönüştürülmesinde en önemli mesele o olacak.
Saray kapasitesini tüketti

Peki bahsettiğiniz gibi kendisini zor üzerinden somutlayabilen bir iktidar var. Bunu da seçim erteleme gündemlerinde de gördüğümüz üzere gücünün yettiği kadar sürdürme amacı ve motivasyonu var. Buna dair yorumunuz nedir?
Ben saray rejiminin kapasitesini tükettiğini düşünüyorum. Burada bu tükenmişliği görüyoruz. Dolayısıyla ilan edilen OHAL ve seçim erteleme tartışmaları, geçmişindeki hile ve zorbalıkları da hesaba kattığımızda tabii ki çeşitli yollar deneyecektir. Ama bunun karşısında bugün bir dayanışma olarak çıkan şey aynı zamanda bir mücadeledir. Toplumun çok büyük bir kısmı bu iktidarın büyük yıkımla sonuçlanan politikaları karşısında da bu dayanışmayı örgütlüyor. Sadece burjuva medyasının bir iyilik meselesi gibi görmek eksik olur. Burada bu toplumsal dayanışma bu iktidara karşı toplumun büyük çoğunluğunun bir karşı çıkışı olarak da örgütleniyor, bunun bilincinde olalım. Onların karşı hamleleri olabilir ama bugün bu seferberlikte örgütlenen toplum olarak muhalefet olarak bu hamlelere karşı net ve açık bir tutum göstermeliyiz. Önümüzdeki açık hedef en kısa zamanda kötülük imparatorluğuna dönüşen bu iktidardan kurtulmaktır.

Önümüzdeki dönem için de eğer bu felaket hepimize ders olacaksa şunu açıkça görmeliyiz, AKP’nin bir önceki dönemine dönüş denilen siyaset bu yıkımın taşlarını döşeyen siyasettir. Türkiye’de ticarileşme, sermaye düzeninin ihtiyaçlarına yanıt verecek politikalara dönüş, özelleştirmelerin sürdürüldüğü, radikal bir dönüşümün hayata geçirilmediği bir düzlem, Türkiye’nin büyük krizinden çıkışı ve yeniden kuruluşu için asla yeterli olmayacaktır. Türkiye, solu çağırıyor. Ölümle yaşam arasındaki bir çizgi kadar netleşmiş bir ayrım varsa ortada bu çok açıktır ki Türkiye’nin düzeninin köklü bir dönüşümü gerekir. Tam da bütün özelleştirmeleri sonlandıracak bir dönüşüm, tekrar kamuyu ayağa kaldıracak, bunu yaparken toplumun kendi yaşamı hakkında söz sahibi olacağı bir dönüşümdür. İletişimden ulaşıma eğitimden sağlığa tüm kamu hizmetlerinin tekrar nitelikli ve ücretsiz olarak kamu eliyle topluma sunulmasını sağlamak, buradaki tüm rant mevzilerini çökertmek gerekir. Türkiye’nin yeniden kuruluşu bu 20 yıla iktidar olan bilimden akıldan uzak, toplumu kör bir cehalete sürükleyerek yönetmeye çalışan gericilik yerine bilimi ve aklı egemen kılacak bir toplumsal aydınlanma mücadelesidir. Türkiye’nin yeniden kuruluşu bir mahallenin bir kentin kuruluşu kadar açık bir şey: planlı, demokratik ve kamusal nitelikli, bilime dayanması gerekli. Tek bir mahalleyi bile insanları herhangi bir felakete karşı ayakta tutabilecek şekilde nasıl kurulabilir derseniz, orada Türkiye’nin solu çağırdığını soldan bir dönüşümü çağırdığını görmüş olursunuz. Dolayısıyla önümüzdeki süreç sadece AKP’den kurtulmakla sınırlı değildir, yarının Türkiye’sini kurma meselesidir. Bunun için büyük bir güce ihtiyacımız var. Bugün yarattığımız bu büyük kucaklaşma, toplumun kurucu gücünün de varlığını ortaya koydu. Herkes için söyleyebileceğimiz şey bu yıkıntının içerisindeki güzelliğe baksınlar, onu görsünler; “saklında kalsın umut, yarını bunlar kuracaktır.”