Mehmet Güreli, Necip Sarıcı’yı anlattığı belgeseline ilişkin “Yeşilçam’a emek verenleri yeni nesillere aktarmak hepimizin görevi. Bunu kimse yapmıyorsa sen yaparsın. Ona bir katkı da bizden olsun istedik” diyor.

Yeşilçam’ın belleği beyaz perdede
Mehmet Güreli (Fotoğraf: BirGün)

Eda Köprü YILMAYAN

Yeşilçam’a emek verenler sinema perdesinde. Daha önce Türk sinemasının dünyaya tanıtılmasında önemli rol üstlenen yapımcı Abdurrahman Keskiner’i anlatan Karina Film ekibi, bu sefer de perdeye küçük yaşlarda Yeşilçam’a makinist olarak adım atan, yüzlerce filmde ses mühendisliği yapan Necip Sarıcı’yı yansıtıyor. Yönetmenliğini Mehmet Güreli’nin yaptığı, yapımcılığını Görkem Yeltan ve Yalçın Akyıldız’ın üstlendiği film, sinemaya gönül verenlere bir saygı duruşu.

Yeşilçam’ın en önemli ses teknisyenlerinden biri olan Necip Sarıcı belgeselde, Lale Film’de çalışmaya başladığı zamanki heyecanını “İşe değil, adeta Topkapı Sarayı’nın hazine dairesine düştüm” diye anlatıyor. 70 yıllık sinema kariyerinde ses mühendisliğinin yanı sıra yapımcılık ve yönetmenlik de yapan Sarıcı, daha sonra yıllarca emek verdiği Lale Film’in ortaklarından biri olur. Karina Film ekibi ‘Sinema Hakikatinin İçinde Uzun Bir Yolculuk: Necip Sarıcı’ belgeseli ve daha önce hazırladıkları ‘Bir Zamanlar Yeşilçam: Abdurrahman Keskiner’ belgeseliyle sinemaya emek verenlere ilişkin bir bellek oluşturuyor.  Belgeselle ilgili sorularımızı Mehmet Güreli yanıtladı.

Necip Sarıcı (Fotoğraf: Alican Sekmeç)

Necip Sarıcı’nın belgeselini yapmaya nasıl karar verdiniz?

Sarıcı’yı çok eskiden beri tanıyordum. Sinemacıların buluştuğu Papirüs diye bir yer vardı, oraya çok sık giderdim, ahbap olmuştuk. Sinemaya emek verenler üzerine yaptığımız uzun bir proje bu. Kurumların, üniversitelerin yapacağı bir iş aslında. Bazen kendi kendime bize mi düştü diye de düşünüyorum. Çünkü çok emek gerektiren bir iş, o zaman öbür sinemayı ihmal ediyorsun. Ancak bu insanların neler yaptığını yeni nesillere aktarmak hepimizin görevi. Bunu kimse yapmıyorsa sen yaparsın. Ona bir katkı da bizden olsun istedik.  O insanların duruşu, kendilerine bakışı bana güzel geliyor. Hepsi hala 20 yaşındaki gibi kendilerine özen gösteren, kendilerini seven, söylediklerinden sapmayan, kendilerini geliştiren insanlar. O insanları yansıtmak önemli çünkü onlar gelecek kuşaklar için de rol model oluyorlar.

Sarıcı için Yeşilçam’ın belleği diyebiliriz, öyle değil mi?

Filmde Necip Sarıcı, Çetin Kahraman’dan söz ediyor. Çetin Kahraman, Metin Erksan’ın kardeşidir. Genelde sinema tarihinde pek bilmezler. Soyadlar farklı olduğu için kimse kafa yormaz ama sinemanın içinde olursan Metin Erksan’ı da tanırsın, bilirsin. Bunlar önemsiz gibi gözüken detaylar. Necip Bey’in en önemli özelliği yaptığı şeylere inanan biri olması. Belgeselimizde var, eğer Necip Bey, Charlie Chaplin’in bastonunu almışsa Chaplin’in bütün filmlerini izlemiştir. O bastonu boşuna almıyor yani. Onunla neler yapıldığını bilerek alıyor. O insanlarla yaşıyor, o isimler hafızasından silinmiyor. “Aklıma gelmedi” diyenler genelde aklında tutmadıkları şeyden bahsediyorlardır. Bir şeye önem veriyorsanız istemeseniz bile kafanıza kazınır. Necip’teki hafıza da öyle. Abdurrahman Keskiner’deki de öyleydi. 

Benim için film yapmak insanlığa bir tür teşekkür etmek gibi. Aldıklarımızın cevaplarını vermek veya vermeye çalışmak. Verdik mi veremedik mi artık onu zaman ve tarih değerlendirecek.

Belgeselin adının uzun olduğuna ilişkin yorumlar okudum. Bu tür yorumları nasıl değerlendirdiniz?

Evet yaşamı uzun çünkü. İsmi çok önemli değil, yarı mizahi bir şey yapmaya çalıştım. Bunu söylerlerse “Sen de o kadar yaşa, sana da öyle diyelim” diyecektim. Yaşamı dolu dolu yaşamak olarak algılıyorum. Filmde de yansıtmaya çalıştığımız şey o. Tespihten resme geçiyor, sesten prodüktörlüğe geçiyor. Üstüne başına bakınca sanki Paris sokaklarında elinde bastonla dolaşan bir beyefendi gibi. Zaman zaman şövalyeyi andırıyor. Böyle bir dünyadan bahsediyoruz.

Sinema zaten bir sentezdir. Nereden çıktığı anlaşılmayacak kadar pek çok şeyi kapsar. Sinema birdenbire hayata hareket katmıştır sanki. Sanatın her türlüsü içine giriyor. Bunlarla karmaşık bir şey. Sinema o yüzden çok önemli bir sanat dalı. Her şeyi buluşturup ayırıyor.

Siz de çok yönlüsünüz. Yaşamınızda sinema, müzik, resim, edebiyat var. Üretiminizde tüm bu sanat dallarını nasıl harmanlıyorsunuz?

Kolay bir yanıt olacak ama hepsi birbirini besliyor. Öyle bir şey haline geliyorsun ki parçalanmadan bütünü koruyan bir beyin düşün. Benim evimde Gauguin ile Godard yan yana durabiliyor. Aklıma binlerce şey geliyor. Hayat hikayelerini merak ediyorum. Benim serüvenim de aslında edebiyat, felsefe, müzik, sinema arasında bir dolaşmalar bütünü. Yıllar önce hikayeler yazarak başladım, film eleştirmenliği yaptım, sonra denemeye geçtim. Tüm bunlar beni bu bilgilerle bir deneme yazmaya zorladı. Hepsi birbirinin içine geçti. Birbirlerinden etkileniyorlar ama birbirlerini seviyorlar. Sinema varken içeri müzik de resim de giriyor. Ekibimizde de herkes bir sürü şeyle uğraştığı için paylaşım kolay. Dünyanın en büyük zevki paylaşabilmektir. Evde dolaşırken nereye uğrayacağımı bilmiyorum. Bilgisayarım da tuvalim de yanı başımda.

Resimleriniz çok ilgi görüyor. Kadınları resmediyorsunuz. Resim yaşamınızda nerede duruyor?

Çok kadın tanıdım ama resimlerimde daha çok kadın çizdim. Yedi-sekiz saat resim yaparım, ayakta çalışırım. Sulu boya yaparken bazen otururum, yağlı boyalarda çoğunlukla ayaktayım. Günde 10-12 saat çalıştığım da olur. Ben sette de öyleyim. En erken gelip en geç giderim. Yazarken de öyle. Sayfalarca yazıyorum yazdıklarımı sonra okuyorum. Resim yaparken de onlarla konuşuyorum. Çizdiklerim tanımadığım insanlar da oluyor, bazen de birilerine benzetiyorum. Çok sevdiğim oyuncular, yönetmenler var. Herkesten bir şeyler alıp onlara başka formlarda iade ediyorum. Bu konuşmamız bile bana başka bir duygu, başka bir sıcaklık getirecek. Birdenbire başka bir şey olacağım sonra.