Habertürk kanalının Genel Yayın Yönetmeni, TV programcısı ve Habertürk gazetesi köşe yazarı Yiğit Bulut’un kovulmasıyla...

Habertürk kanalının Genel Yayın Yönetmeni, TV programcısı ve Habertürk gazetesi köşe yazarı Yiğit Bulut’un kovulmasıyla 2012’nin basın camiamızdaki ilk bombası da, daha dakka bir gol bir hesabı, yılın henüz 3. gününde patlamış oldu. Hükümeti destekleyen bu çok hırslı , genç ve dinamik habercinin söz konusu akıbetini anlamlandırabilmek için, onun mesleki kariyerine şöyle kuş uçuşu bir bakmamız gerekmektedir.

MHP LİDERLİĞİ İÇİN İSMİ GEÇTİ
Doğan Grubu’ndayken sıkı ulusalcı tavrıyla dikkatleri çeken, ismi bir ara MHP Genel Başkan adayları arasında zikredilen Yiğit Bulut, Ciner Medya Grubuna geçince politik duruşunu neredeyse 180 derece değiştirmişti. Bazı çevrelerin, Ergenekon Dava sürecinde tutuklanmaktan korktuğu için görüşlerini değiştirdiğini ileri sürdükleri Bulut, bu transformasyon sürecinde, başta Fethullah Gülen Cemaati olmak üzere, mütedeyyin çevrelerle ilişkilerini ciddi manada konsolide etti.

ERDOĞAN’A ATEŞLİ DESTEK!
AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a verdiği ‘ateşli’ destekle dikkatleri üzerinde toplayan Yiğit Bulut, Erdoğan’ı, onun 40 yıllık dava arkadaşlarından daha hararetle savunarak imajı etrafında bir güven bunalımı halesi oluşmasına neden oldu. Yazılarında ve TV programlarında Türkiye Cumhuriyeti’nin verili sınırlarıyla yetinmesi durumunda elindekini de yitireceğini savunan Bulut; ekonomik, politik, askeri, sosyal, kültürel ve ideolojik tesirlerini ‘bir şekilde’ Osmanlı İmparatorluğu’nun hinterlandına ve onun üzerinden de giderek bütün dünyaya genişleten bir Türkiye’nin ancak varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebileceğini savunarak basındaki Yeni Osmanlıcılığın bayraktarlığına soyundu.

ÇANAK SORULARIN NİRVANA’SI
Bir kampa, bir ideolojiye, bir kesime sonradan katılan kifayetsiz muhterislerin tarih boyunca düştükleri trajik çukura yuvarlanmaktan kendini alamayan Bulut, özellikle Başbakan’la olan ilişkisinde partizanlığın hudutlarını aşarak yalakalık sularına demir atmakta bir beis görmedi. Onun, 12 Haziran 2011 seçimi öncesinde yaptığı bir TV söyleşinde sorduğu ve gazetecilik okullarında okuyan 1. sınıf öğrencilerinin bile yüzünü kızartacak acemilikteki abartılı çanak soruları, muhatabı olan Başbakan Erdoğan’ı bile şaşırtarak gülmesine neden olmuştu.

GDO İŞİ SONUNU HAZIRLADI
Ancak, Yiğit’i öldür, ama hakkını teslim et! atasözümüzün de işaret ettiği üzere, Yiğit Bulut’u ağır bir şekilde eleştirdiğim bu yazımda, onun bir hakkını da teslim etmeye mecbur hissediyorum kendimi. Bulut, genetiği değiştirilmiş ürünlere karşı açtığı bir kampanya sırasında, çok sayıda TV programını ve köşe yazısını bu çok önemli sağlık meselesine hasretmişti. Bu çerçevede, dünyanın en büyük tohum ve gıda devlerinden olan ABD menşeyli Cargill’i de ağır ve ama bana kalırsa da haklı ve meşru bir zeminde eleştirmişti. İşte, Yiğit Bulut’un, belki de meslek hayatındaki bu en önemli, en faydalı, en etkili ve sosyal sorumluluk yönü en kuvvetli olan çalışması, inancım odur ki, Habertürk’ten kovulmasına neden olan süreci başlatmıştır.

CARGILL DEVREYE Mİ GİRDİ?
Bilenler bilir, Ülker Grubu, yukarıda bahsi geçen Cargill Grubunun Türkiye’deki ortağıdır. Yiğit Bulut’un, genetiği değiştirilmiş ürünler başlığı altında Cargill’i hedef alan ağır itham ve saldırıları, an be an ABD kaynaklı bu dünya devi tarafından kayda geçirilmekteydi. Medya Grubunun satışındaki birkaç pürüzden biri olan Yiğit Bulut probleminin çözülmesi, Ülker ve Ciner’in el sıkışma seremonisine giden yolu kısaltacaktır hiç kuşkusuz. Basın tarihimize, daha çok gençken, fevkalâde olumsuz bir figür olarak ismini yazdırmayı beceren Yiğit Bulut, ne acıdır ve talihin, ya da kaderin ne kötü bir oyunudur ki, işlediği onca mesleki günah yüzünden değil de, kedi olalı, ömrü hayatında yakalayabildiği yegâne eli yüzü düzgün balık (*) olan Cargill’e karşı açtığı kampanya sonucu kovuldu Habertürk’ten.

DERS ALIR MI ACABA?
Yaşadığı bu sevimsiz olayın Yiğit Bulut’a ders olabileceğini; gideceği yeni adresinde, bugüne kadar yaptıklarından çıkardığı sonuçlar ışığında doğru düzgün gazetecilik yapabileceğini ummak ondan çok şey mi beklemek olur acaba, ne dersiniz?

(*) Aslında, atasözünün otantiğinde fare denir, ama, onun buraya uymayacağını düşünerek 'balık' şeklinde modifiye ettim.