‘Siyah Beyaz ve Renkli’ benzer dertleri olan ve 10 yıldır beraber tiyatro yapan, kendini ve vizyonunu değiştirmeye çalışan bir grup. ‘Yuva’ onların yeni oyunu. Grubun yeni oyunlarını yönetmeni Çağrı Şensoy, oyuncuları İmer Özgün ve Tuğçe Yolcu ile konuştuk

'Yıkımı, karanlığı seviyoruz ve umut da burdan başlayacak'

DERYA AYDOĞAN - deryaaydogan6@gmail.com

Sadece yemek yemek ve hayatta kalmak olsaydı yapmamız gerekenler yani bizler de ilkelleşirsek, hayvanlardan çok da farkımız kalmıyor. Benziyoruz birbirimize. Doğduğumuz günden itibaren bizi korumak için konulan kurallarla hareket ediyor, öyle yaşamayı tercih ediyoruz. Sadece kafasını dışarı çıkarabilen gerçekle yüzleşiyor. Peki kolay mı önyargılarımızdan ve bize öğretilenlerden sıyrılabilmek? Birbirlerine sımsıkı bağlı iki kız kardeşin varoluş hikâyelerini sahneye farklı bir bakış açısıyla yansıtan 'Yuva' Siyah Beyaz ve Renkli'nin yeni sezon oyunu. Özge Korkmaz'ın yazdığı Çağrı Şensoy'un yönettiği oyun masalların farketmediğimiz yönlerine de vurgu yapıyor. Ben de Yuva'yı, yönetmeni Çağrı Şensoy, oyuncuları İmer Özgün ve Tuğçe Yolcu ile konuştum.

» İç güdüsel olarak hayvanlarla ne kadar yakın olduğumuzun bir göstergesi gibi başlıyor oyun. Bunu mu göstermek istediniz?
Çağrı Şensoy: Valla o formu tutturmak için çok uğraştık. Bizim için böyle anlaşılması çok güzel. Ne mutlu bize ki anlatabilmişiz. Bu kızlar için çok uzun bir süreç oldu. Cinsiyetsiz insan, kendinden de uzak evrimin neresinde tam olarak durduğumuzu bilmediğimiz ama insanların gideceği yön olduğunu tahmin ettiğimiz bir formu yakalamaya çalıştık uzun süre.

» İki kız kardeşin yabancılaşma, yabancılardan korkma hikâyesi üzerinden bir varoluş hikâyesinin içinde buluyoruz kendimizi.
İmer Özgün: Bir de baba figürümüz var ve babanın aslında kendi ülkesi var. Evin içi onun ülkesi ve onun kuralları geçerli. Fakat kendi kuralları çerçevesinde asla dış dünya ile bağlantı kurmamızı istemiyor. Dışarıya bir korku figürü koyuyor ve iki kız kardeş de o kurallar çerçevesinde evde hayatlarını sürdürmeye çaışıyorlar. İki kardeş birbirlerinden çok farklılar. Biri daha geleneksel, kurallara sağdık. Diğeri ise daha çok hayal eden ve dışarıya karşı ciddi bir merakı olan ve bu konuda zaten eylem gerçekleştirmek isteyen bir karakter. Oyunda da görüyoruz, iki kardeş arasında güçlü bir sevgi bir bağ var ve sevginin zarar veren taraflarını da görüyoruz, oraya vardırıyoruz hikâyeyi.

Tuğçe Yolcu: Küçük kız için varlığını sorgulamaktan çok hiçbir merak duymadan, sorgulamadan, şüphe etmeden o kurallara itaat etmesi var. Merak her zaman problem doğurur ve o buna inanmış. Baba tarafından söylenmiş her şeye her kurala itaat etmiş ve orada yaşayacağına söz vermiş. Ablasının içinde şüphe ve merak doğdukça zaten durum tehlikeli bir yere ilerliyor. Yalnız kalma korkusu, ablayı evde tutma isteği gibi...

» İnancın bazen ne kadar tehlikeli olduğunu görüyoruz oyunda. Kapının önündeki köpeği biri beyaz renkte görürken diğeri siyah görüyor.
Tuğçe Yolcu: Kesinlikle burda çok önemli bir inançtan bahsediyoruz Beste için. İnanç gerçekten ne kadar korkunç boyutlara varabilir, inandırılmış bir insana her şeyi yaptırabilirsiniz. Beste de bu inacı uğruna ablasını evde tutmak için yapmayacağı şey yok.

» "Sen beni görmezsen ben nerden bileceğim gerçek olduğumu" diyor küçük kardeş. Varlığımızı sürdürebilmemiz, başkaları tara fından görünmemiz ile bağlantılı mı?

Tuğçe Yolcu: Tam olarak öyle zaten. Beste'nin savaşı da kurallara itaat etme savaşı da tam olarak burdan kaynaklanıyor. Kendi varlığını ablası üstünden bu ev üstünden kuruyor. Bunları yitirmeyi asla göze alamaz. O yüzden de onları yitirmemek için elinden gelen her şeyi yapıyor.

Çağrı Şensoy: Tuhaf bir varoluş hikâyesi. Ben hayatla tiyatronun özdeştirdiklerini bulmaktan sorumlu hissediyorum kendimi. Her ailenin bir devlet olduğu her ailenin bir yönetim biçimi olduğunu düşünürsek çok tuhaf biçimde tecrid geleneğinden gelen, kendini dışardaki kötülüklerden korumak için hayatını, hayallerini saklayıp yok edebilen tuhaf bir yönetimden bahsediyoruz. Bazen bu durumu haklı bile bulabiliyorum. Bugün yaşadığımız hayatın ta kendisi olduğunu düşünüyorum. Evlerimizden çıkmayan, dışardakinden korkan ve bazen de korkmakta da haklı olan ve bu şekilde yaşamak zorunda olan insanlarız. Tecridimiz tercihe dönüşür bir yerde. Dolayısıyla da bugün sıradan bir ailenin hayatını konu alıyormuşçasına basit bir şekilde bakabiliyorum bu duruma.

» Kimilerimiz dışarıya daha yakın oluyor aynı evin içinde aynı kurallarla büyüse de kimimiz ise kabuğumuzdan çıkmayı reddediyoruz. Tıpkı iki kız kardeş gibi.

Çağrı Şensoy: Kafamızı dışarıya çıkarırken binbir düşünce ile dışarıya uzatıyoruz. Önce önyargılarımızı geliştirmeye başlıyoruz hayata karşı ondan sonra ön yargılarımızı aşabilen şeyleri kabul ediyoruz hayatımıza. Bu bir kültür. Belki de haklı bir durum. Oyundaki baba karakterinin de bazen haklı olduğunu düşünüyorum. Dışardaki köpeğin rengi tamamen bizim algımızla ilgili. Köpek belki siyahtır belki de beyaz. Dışarı çıkmak istememekte de haksız değiliz ama dışarı çıkarsak görebiliriz.

Tuğçe Yolcu: Evet dışarı çıkmaya cesareti olan gerçeği görebilecek.

İmer Özgün: Bir şekilde hayal etmek bir muhalefeti de doğuruyor. Dolayısıyla böyle inanç yıkıcı bir hal alabiliyor durum. Güçlü bir merak konusu var. Aslında onu da ne olursa olsun bunu içine dahil etmeye çalışıyor. Değişime kendiyle birlikte kardeşini de ikna etmeye çalışıyor fakat değişim çatışma yaratıyor ve zarar verici bir hale geliyor. Finalde ben bazen umutlanıyorum çünkü değiştirmiş diyorum, heyecanlanıyorum. Kardeşi de o hayalin bir parçası haline gelmeye başlıyor. Değişmez dediğimiz kural kendi evresi içinde değişimini tamamlamış oluyor.

» Oyundaki fasulye merak, böcek ise korku ve yüzleşmeyi mi simgeliyor?
İmer Özgün: Fasulye aslında merak duygusu ile doğru orantılı bir biçimde büyüyor. Dışarıya çıkma arzusu, inancı, çatışması güçlendikçe fasulyenin de büyüdüğünü ve geliştiğini görüyoruz. Anneye tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Bir anne var ve anne dışarıya gitmeyi tercih eden bir anne. Belki baba tarafından dışardaki köpek tarafından yenmiş olduğu inandırılmış da olabilir. Dolayısıyla anne masallarımızda aslında.

Tuğçe Yolcu: Beste fasulye gördüğünü söyleyen ve umudu orda bulan bir abla ile karşı karşıya ve üstündeki ilgiyi de gitgide azalmış gibi hissediyor. Bu durumda Beste şüphe uyandıran, merak uyandıran onu dışarıya sevk edebilecek herhangi bir figürü yok etmek derdinde ve bunu da yapıyor zaten. Kendisi de bu fasulyeyi görüyor ve kendi gözünü oyuyor. Şüphe onun için öyle bir tehdit. Şüphe etmek ona öğretilen en büyük korku. Bu tehdit karşısında kendi gözünü bile oyabiliyor. Böylece şüphe etmeden mutlu, huzurlu bir şekilde hayatlarına devam ediyor.

İmer Özgün: Böcek ise dış dünyadan gelen bir canlı bir yaratık. Karakteristik özellikleri zaten orda da hemen açığa çıkıyor. Biri büyük tepkiler vererek, korkarak yaklaşırken diğeri ise temas ederek, zarar vermediğini anlayarak daha cesurca adım atıyor ve o böceği tanıyor. Böceğin geri gelip gelmeyeceğini test etmek için kendince bir yol seçiyor. Kırılmalar hep o böceğin gelişinden sonra başlıyor. Dışardan gelebilen hatta değişmeden gelebilen bir figür bizim için önemli bir done.

Çağrı Şensoy: Hepimizin görmesi hâlâ yasak olan çok fazla şey var. Görmememiz gereken, duymamamız gereken ya da hissetmememiz gereken çok fazla şey var. Merak ettiğin şey seni değiştirecekse ama değişmemen gereken bir noktadaysan, seni değiştirecek bir etkiyi yok etmek zorundasın hayatta kalabilmek için ya da tamamen değişime kollarını açıp ne olacaksa olsun demelisin. Bunu da fasulye ve böcek sayesinde farkedebiliyoruz oyunda. Fasulye gösterge bilimi olarak yukarıya değişim ve çıkışa giden umut. Masal da onu söylüyor. Fasulye sırığı masalı da önemli orda. Masalın orjinalini biz biraz da tersten okuyoruz. Masalların orjinallerinde öyle şeyler oluyor ki bazen, insan şaşkınlık içinde kalıyor. Oyunumuzun yazarı Özge de çok iyi kullanmış masalları bu hikâyenin içinde. Bize ezberletilen ve ne olduğunun bile farkında olmadığımız masallar da bizim için sona giderken önemli göstergeler bizim için.

» Siyah Beyaz ve Renkli Tiyatro olarak repertuarınızda nasıl oyunlar var?
Çağrı Şensoy: Biz genelde aynı türün peşine takılmayan, benzer dertleri olan ve 10 yıldır beraber tiyatro yapan, kendini ve vizyonunu değiştirmeye çalışan bir grubuz. Sert, gerçekçi, distopik hikâyelerden hoşlanıyoruz. Yuva'nın dışında, 3. sezondur oynayan 'Tesir' adlı oyunumuz var. Ben onu da çok seviyorum. Yuva'dan çok farklı bir oyun. İki oyunumuzda da aynı karanlık sonuca ya da aynı karanlıkta insanları barıştırmaya çalışan bir tavrımız olduğunu söyleyebilirim. Yıkımı, karanlığı seviyoruz ve umudun da burdan başlayacağı kanaatindeyiz.

» Yuva'nın Şubat ayı programı nedir?
8 Şubat Çarşamba ve 22 Şubat Çarşamba akşamı 20.30 da Toy İstanbul'dayız.