“Bir kadın yıkıntıların üzerine diz çökmüş sağlam kalan bir şey arıyor. Düzenin güçleri Maria Isabel de Mariani’nin evini yerle bir ettiler ve o şimdi boş yere kalıntıları eşeliyor. Çalmadıklarını tuz buz ettiler. Sadece bir plak Verdi’nin Requem’i sağlam kaldı. Maria Isabel kalıntıların arasında çocuklarına ya da kız torunlarına ait herhangi bir hatıra, bir fotoğraf ya da bir oyuncak, bir kitap ya da bir küllük, artık ne olursa, bulmayı isterdi...

... Kimsenin yardımı olmadan yerle bir edilmiş evinin parçalarını kutulara dolduruyor. Gece iyice ilerlediğinde kutuları sokağa çıkarıyor. Çöpçüler kutuları sabah erkenden birer birer, hiç çarptırmadan, dikkatlice topluyorlar. Çöpçüler, sanki içlerinde kırık hayat parçacıkları olduğunu biliyormuş gibi, kutulara çok özen gösteriyorlar. Bir pencerenin ardında gizlenen Maria Isabel, acı çekmeye başladığından beri gördüğü bu yegâne şefkat için onlara sessizce teşekkürlerini sunuyor.”

Eduardo Galeano’nun ‘Kadınlar’ adlı kitabından alıntıladığım “Bir kadın yıkıntıların üzerine diz çökmüş arıyor, 1976, La Plata” başlıklı yazısında geçen yaşam size de yerle bir edilen Cizre ve Sur’u çağrıştırmadı mı? Yasaklar kalktıktan sonra Kürtler evlerine döndüklerinde nasıl bir manzara ile karşılaştılar. Duvarlar simsiyah ve yerler odun kömürü... Her şey yakılmış. Küllerin arasında yanan bedenler... Her yerde yıkılmış binalar, evlerden saçılmış eşyalar, eşyaların ve yıkıntıların başında insanlar... İnsanlar harabeye dönmüş evlerinden, molozların arasından sağlam kalmış eşyalarını çıkarmaya çalışıyorlar.

Pazar gecesi Ankara’da üçüncü bir patlama daha oldu. Gazeteler ve televizyonlar iktidara esir, hükümet ve devlet yetkilileri taziyelerini iletmekte adeta yarışmakta, her katliamın ardından hep yaptıkları gibi devletin gücünden falan bahsetmekte yani zırvalamaya devam etmekteler. Onlar için kopan kafalar, kollar, bacaklar da yıkıntı.

Kentleri, binaları yıkanların kimileri, yaptıklarıyla övünürler. Biz tarihi es geçmeyelim, şu ana örnekse bilelim -ki tarih tekerrürse önlem alalım- Hitit Kralı I. Hattuşili, bu saldırganlardan biri. Asur Kralı Sinnaherib’in izniyle, Asur askerleri, Babil’e, temellerini bile yok edecek kadar vahşice saldırmışlar. Sinnaherib, bütün bu olup bitenleri onayladığını, övünerek anlatmış; “Gelecekte kentin yerini, tapınaklarını ve tanrılarını kimse hatırlamasın diye, su baskınından/tufandan da mükemmel bir biçimde kenti yıktım. Baştan aşağıya suyla kapladım ve otlak haline getirdim.”

Kimilerine göre yıkıntılar sanat eseri; bilindiği gibi 2001’de iki yolcu uçağı art arda New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine dalmıştı. Kuleler yerle bir oldu, üç bine yakın insan öldü. Günlerce bütün dünya televizyonları bu yıkımın görüntülerini sundu. Görüntüler karşısında avangard müziğin bestecilerinden ve teorisyenlerinden Stockhausen’in aklı başından gitti. Ve bu saldırıyı performans olarak görüp, “performansın, bütün kozmosun en muhteşem sanat eseri” olduğunu açıkladı: “Bununla kıyaslanınca biz besteciler ‘sanatçılar’ birer hiçiz,” dedi. Alman sanatçının sözleri büyük infial yarattı. Stockhausen’in konserleri iptal edildi, piyanist kızı onu babalıktan reddetti. İleride meta değeri olur diye yıkıntılardan parça toplayan koleksiyonerler ve müze sahipleri vardı. Geri-dönüşümden, yıkıntılardan sanat üretenler oldu. Yıkıntıların altında kalan insan bedenleri umurlarında değildi.

Neyse, şimdi bırakalım sanat sevicilerini de dönelim bu ülkede yaşanan yıkıma. Hem siyasetin, hem bireyin/öznenin ve/hem de sonuçta aynı/ayrı fikirlere sahip de olsalar da toplulukların yıkımına... Yıkıntılaşıyoruz... Yıkıntıya yanaşmada bir problem var ve bir silsile halinde kendi yıkımını sürdürme istenciyle dolu insanlar. Yıkıntılaştıkları için herkes kendi yaşamlarına hapsolmuş vaziyette. Duygularını ve düşüncelerini yalnızca sosyal medyaya taşımakla yetiniyorlar. Bu nedenle de belki, yıkımın fotoğraflarına bakıp neye dönüştüğünü/dönüştürüldüğünü görmüyorlar.

Yapılan binalar kadar yıkılan binalar da yalnızca mimarlık tarihinin değil, insanlığın da tarihidir. Çökmüş, yıkıntı haline gelmiş bir yapının söyleyecekleri, ayakta duran bir yapının söyleyeceklerinden az olmayabilir.