Depremin üzerinden 6 aya yakın bir süre geçmesine rağmen Hatay’da durum çok da değişmemiş. Çadır ve konteynerlerde 40 derece sıcakta kavrulan yurttaşlar belirsizliğin bir an önce bitmesini istiyor.

Yıkıntılar arasında yeni hayat umudu
Fotoğraflar: BirGün

Semra KARDEŞOĞLU / HATAY

Hatay Samandağ’da düzenlenen Evvel Temmuz Festivali’nde “Gazetecilik ve deprem” başlıklı bir panel için yola çıkarken doğrusu karşılaşacağımız manzaranın daha farklı olabileceğini düşünmüştük. Maraş merkezli depremlerin üzerinden 5 aydan fazla bir süre geçtiğine göre bir şeyler düzene girmiştir diyorduk. Tamam, çok büyük bir deprem, 11 kenti etkiledi kabul. Ama yine de gördüğümüz manzarayı kabullenmek çok kolay olmadı.

Adana’da uçaktan indikten sonra Samandağ’a doğru otomobille yola çıktık. Çevre yolundan gittiğimiz için uzun süre deprem bölgesinde olduğumuza ilişkin bir manzara görmedik.

Antakya’ya toz duman içinde girdik. Yıkılan binaların taş moloz yığını ortada duruyor. Ayakta kalan ne var ki her an düşecek gibi duran apartmanlar yerinde. Mahalle, sokak, cadde değiştiriyoruz ama manzara hep aynı. Oysa gazeteci olmamıza, her gün tüm ajansları takip etmemize rağmen daha fazla bir ‘normalleşme’ bekliyorduk sanırım. Yıkılan yerlerde bomboş sokaklar, bomboş apartmanlar ve diğer yanda yol kenarlarına ya da merkeze uzak yerlere kurulmuş 40 derece sıcaklıkta kavrulan çadırlar, konteynerler.

Konuştuğumuz hemen hemen tüm depremzedelerin ortak hissi, dışarıdan ‘Her şeyin yoluna girdiği, normalleştiği’ görüşünün hakim olması. Bölgeden yavaş yavaş el çekildiği duygusu.
Oysa hepsi bunu gerçekten istiyor yani eski günlere dönmeyi. 26 yaşındaki Ece öğretmen örneğin. “En çok neyi özledin?” sorusuna “İş çıkışı Samandağ’dan Antakya’ya gelirdik. Burada arkadaşlarımla gittiğim iki kafe vardı. Oturup orada bir kahve, bir bira içmek. Arkadaşlarımla böyle havadan sudan konuşmak” yanıtını veriyor. Böyle gündelik şeyler işte özledikleri.

MEMLEKETİMİZ EŞSİZ

Cemile Yavuz enkaz altından yaralı çıkarılmış. Çarşıda arkadaşının çanta dükkanın önünde oturuyor. Tedavisi Bursa’da 3 ay sürmüş. Yavuz duygularını şöyle anlatıyor: “Bursa’da çok yardımcı oldular bize. Eksiğimiz yoktu. Ancak buraya dönmek istiyor insan. Memleketini bırakamıyorsun yüz üstü. Pasta dükkanında çalışıyordum. Pasta, waffle ve çiroz yapıyorduk. Yıkıldı. Özledim işimi. Yine yapalım güzel pastalar istiyorum. Çarşıya her geldiğimde yeni bir dükkan açıldığında gözlerimiz doluyor."

***

Depremde dükkanı yıkılan kuaför destek verilmediğini aktardı.

Dükkanı yıkılan esnaf zorda

Bu normalleşme özlemini en çok tarihi Uzun Çarşı’ya ilişkin cümlelerde buluyorum. Konuştuğum birçok depremzede “Mutlaka Uzun Çarşı’ya git” diyor. Dükkanların bir bölümünün açılmış olmasını büyük bir sevinçle haber veriyor. Kaldırılan her kepenk, her kapı sanki yeni bir hayata açılacak, yaşanan onca acı kapının gerisinde kalacak gibi. O halde umuttan başlayalım diyorum, Uzun Çarşı’ya gidiyorum. Büyük bir yıkımın yaşandığı tarih çarşıda yürünebilecek kadar enkaz kaldırılsa da manzara halen iç açıcı değil. Yine de neden gitmemi istediklerini anlıyorum. Farklı medeniyetlerin buluştuğu kentteki çok kültürlülüğü simgeliyor bu çarşı.  Daha önemlisi, hayatın yeniden aktığını görmek demek, kaldırılan kepenkler. Baharatçının önünden geçerken yeniden duyulan baharat kokusu mesela, tencerenin yeniden kaynaması demek. Kısacası sanki sevilenler hiç ölmemiş, umutla kurulan yuvalar hiç yıkılmamış, yaz sıcağında bir kova su dökülerek serinletilen balkonlardaki daha da sıcak bir sohbetten az önce kalkılmış gibi ‘normalleşmek’.

Çarşıdaki baharatçılardan Muhammed Demir, kentteki enkazın kaldırılmasını istiyor bir an önce, Hafriyat kamyonlarının yol açtığı kazalarda ölenler olduğunu anımsatıyor. Demir “En çok arkadaşlarımı özledim. Hiç arkadaşım yok. Hepsi şehir dışında şu an. Gelin diyemem. Benim işim var da onlar ne yapacak bir işleri yok. Bitişik dükkânın sahibi her gün yan yana çalışırdık, ailesinden 7 kişiyle birlikte öldü depremde. Onun yanındaki dükkânın sahibi gitti ve dönmedi” diye anlatıyor. 

***

Antakya simidi kimyonsuz olmaz 

Antakya’nın geleneksel dev simitlerini satan Fatma Kaymakçı, bir süre Muğla’da misafir olduğunu ama yine de memleketinden ayrı kalamadığını söylüyor. Kaymakçı, “Her şeyim vardı orada. Ama biz Antakyalılar başka yerde yapamıyoruz. Çadırda yaşıyoruz şimdi. Eşim ve 3 çocuk birlikte. Evimiz ikinci depremde ağır hasar gördü. Acil yıkılacak kararı çıktı. Eski yaşanabilir düzenimizi istiyoruz” diyor. Bir Antakya simidi alıyoruz. Yanında küçük bir pakette tuz ve kimyon veriyor. Simidi bu karışıma batırıp yiyoruz. Güzel tadı. Bu tadla ayrılıyoruz Uzun Çarşı’dan. 

Çarşı çıkışında Defne’ye geçiyoruz. Uğur Mumcu Caddesi’nde Ece öğretmene rastlıyoruz. "Her şeye rağmen bu kentten gitmeyi hiç düşünmedim" diyor. Ece öğretmen eğitimdeki belirsizliğin yarattığı sıkıntıdan söz ediyor: "2 ay sonra okullar açılacak. Yıkımın olduğu bölgede sadece 20 okul açıldı."  

Belirsizlik Hatay halkının gücünü kırıyor. Belirsizlik bir an önce bitmeli.