Yol tarifi alma konusundaki isteksizliğin, erkeklere ya da ülkemiz insanlarına özgü olduğunu söylediğimde

Yol tarifi alma konusundaki isteksizliğin, erkeklere ya da ülkemiz insanlarına özgü olduğunu söylediğimde (yine) aşırı bir genelleme yapmış olduğumu düşünüyorum. Her ne kadar “sora sora Bağdat’ı bulan”ların torunları olsak da, yol tarifi almadan Bağdat’a doğru yola çıkanlar bir tek bizim aramızda yok. Üstelik yol tarifi almayanlar, yol sormayı da yüzyıllar içinde bırakıp, kafalarının dikine giderek doğru yolu bulacaklarını sanabilir. Otomobille bir yerden bir yere giden çiftler arasındaki en büyük kavga sebeplerinden birisi kadının erkeğin yolu birisine sormamakta ısrarı olduğu konusunda bir araştırma makalesi görmediysem de, doğruluğu için kanıt aramam. Yiğitliğin onda dokuzu kaçmak olmasına rağmen, erkek adam yol da sormaz. Bu soyut giriş paragrafı, mutluluk tarifi alma hastalığının toplumda zaman zaman depreşmesini anlamaya çalışırken karışan kafamın ürünü kabul edilsin. Özel bir kastı, iması yok.

Mutluluk tarifleri vermek gerektiğinde ki bu bir psikiyatr ya da psikoterapist için aşçının pilav tarifi vermesi gibi bir işlem olarak algılanıyor, söylenenler genellikle pek beğenilmez. Örneğin, bence en geçerli ilkelerden birisi olan, ”üzüntüyü bir kenara sakın bırakma, neye (niye değil) üzüldüğünü görmeye çalış” önerisi “biz burada bunalırken, daha da üzmenin ne faydası olur ki” ile karşılaşıyor. Zahmet veren ya da “yapmasam olmaz mı” dedirten, kısacası yapmak pek de içimizden gelmeyen, ama yapmadığımızda içimizin pek rahat etmediği (düğüne mi gidelim, cenazeye mi ikilemini birisi örnek verdi geçenlerde, biraz absürd kaçsa da...) durumlarda içinizi ne rahat ettirecek’e odaklanın, desem, “içinden geleni yapmalısın” diyen bir başka tarifin cazibesi daha ağır basıyor. Rahatınızı kaçıran her şey içinizi rahat ettirebilir, desem, iç rahatlığı mutlu edecek mi, sorusu ile köşeye kıstırılıyorum.

Sonunda yapması, uygulaması değil dinlemesi, okuması güzel ve zevkli tariflere yöneliyoruz. Belki doğrusu bu. Yemek tarifleri içeren kitapların çok okunduğu, okuması güzel kitaplardaki tariflerden yemeklerin ise pek yapılmadığı izlenimindeyim. Tarifler, yapmak isteyenlerin yapabileceği cinsten, ama okur tarifi okumayı, yine de bildiğini yapmayı tercih ediyor. Geçenlerde elime geçen 'Natali: Tarifler ve Anılar' kitabının yazarı Natali Gökyay da, kitabında sayısız yemeğin pratik tarifini verirken, yapmak değil okumak, bakmak isteyen benim gibileri de düşünerek, İstanbul’daki Rum ve Ermeni toplumlarının neredeyse yok edilmiş ve anılara gömülmekteki yaşantısının tarihini de aynı sayfalara yerleştirmiş. Tarifleri uygulamasanız da, şehrin anlatılmamış, hiç var olmamış gibi gösterilen (ya da silikleştirilmiş) bir kültürünün tarihinden anlatılarla karışık resimleri sunulan artık pek pişirilmeyen yemeklere baktığınızda doyurucu bir burukluk hissedebiliyorsunuz.

Belki de tarif konusunu ciddiye alıyorum. Bana mutluluk tarifini soranlara oturup “bak bu iş öyle tarifle olmaz, önce yorulacak ve acı çekeceksin, sonra şaşıracak, hayret edecek ve gayret edeceksin” demem beyhude, hatta nafile. (Bu arada bu iki kafiyeli kelimeyi, hayret ve gayreti, aklıma sokan sevgili Dr Sedat A. listeyi tamamlayan kafiyesiz üçüncü fiili de eklediyse de buraya yazamayacağım). Maksat tarif almak, tarifle bu işin olacağına inanmak değil, tarif vesilesiyle düşünmek, keyiflenmek, hüzünlenmekten ibaret. Uygulanmayacak tarifleri olan yemeklere bakmak, gidilmeyecek yerlerdeki lokantaların mönülerini okumak, bir hayal dünyası içinde bir anlığına kayboluvermek.

Oracıkta hayal gücünün, irrasyonelitenin anlamını bir kez daha yakalayamadığıma, kaçırdığıma karar veriyorum. Her şeyin bir anlamı olması gereğine takılmış olan aklım, tariflerimi kesin ve etkili yapabilse bile, tarifler kimsenin uygulamak istemeyeceği cinsten oluyor. Yolun sonuna bir an önce ve en doğru güzergâhtan gitmenin heveslisi değil yol tarifini şaşırıp da bana ve benzerlerime soranlar. Garanti arar gözükseler de, dertleri başka. Tarifin zevki sora sora, kaybola kaybola yolu bulmakta. Anlayamadığım, anlayamadığımız bu olsa gerek.