Geçen haftaki Günlüğü Mersin 78'liler Derneği Başkanı Ethem Dinçer'in Ali Uygur'la ilgili yazdıklarına ayırmıştım. Hatırlatmakta fayda var. Ali Uygur'un işkencede öldürülmesi kamuoyu

Geçen haftaki Günlüğü Mersin 78'liler Derneği Başkanı Ethem Dinçer'in Ali Uygur'la ilgili yazdıklarına ayırmıştım. Hatırlatmakta fayda var. Ali Uygur'un işkencede öldürülmesi kamuoyunun gündemine epey bir zaman önce girmişti. 12 Eylül öncesi yazılanları geçiyorum ama darbeden yedi yıl sonra konu yeniden açılmıştı. 0 yıllarda buna cesaret edeni hatırlar mısınız acaba? Elbette, bizim kuşak hatırlar. Derdim, gazete okurları arasındaki gençleri bilgilendirmek, okuyup da unutanların hafızasını tazelemek.

Şimdi, Birgün'deki köşesinde, ağırlıkla şeriat özlemcilerinin ve İslamcı sermayenin başına bela yazıları kaleme alan, dolayısıyla da başı beladan hiç eksik olmayan Erbil Tuşalp darbe yıllarında da 12 Eylülcülere musallat olmuştu. Tuşalp, Ali Uygur'un katledilmesini "Bin Belge" kitabında ele almıştı. Örtbas edilen yalnızca Ali Uygur cinayeti değildi o yıllarda. Birçok insan ölümcül işkencelerden geçirilmiş, sorgusuz sualsiz öldürülmüştü. Çok az dava açılmıştı bu olaylarla ilgili olarak, açılan davalar ya komik cezalarla nihayete erdirilmiş ya da suçluların beraatıyla sonuçlanmıştı. Hatta işkence davalarında adı geçen polislerin taltif edildiği bile oluyordu. İşkence sanığı olmanın, itibar nedeni sayıldığı yıllarda yazmıştı Tuşalp unutulmaz yazılarını, kitaplarını.

Bugünden geriye bakınca kolay olduğu sanılabilir Erbil Tuşalp'in o gün yaptığı işlerin. Ne olacak hepi topu bir küçük gazete yazısı, birkaç kitap, ne gelebilir ki insanın başına, diyen olabilir. Fena halde yanıldıklarını söyleyebilirim. Korkunun karabasan gibi 12 Eylül karşıtlarının üstüne çöktüğü yıllarda bir gazeteci ortaya çıkıp, 12 Eylül'ün neden olduğu insanlık dramını gün ışığına çıkartmaya, hukuksuzluğu gözler önüne sermeye çalışıyordu. Az iş mi bu?

Bin İnsan, Bin Belge, Bin Tanık... Kütüphaneme bakmam lazım eksik bırakmamak için. Açıkçası "Manifesto"dan daha değerli eserlerdi bizler açısından. Bin insan bizdik, bin belge bizimle ilgiydi, bin tanık bizleri görmüştü. İşkencede, cezaevinde, dağ başlarında, evlerde her türlü insanlık dışı muameleye maruz kalmıştık; Erbil Tuşalp bunları yazdı. Mağdur olmak mecburiyettendi belki, Tu-şalp'inki ise taammüden.

AİLESİ BULDU, DEVLET HÂLÂ ARIYOR
Ali Uygur Mersin Devrimci Yol sorumlusu olduğu gerekçesiyle birkaç arkadaşıyla Mer-sin-Adana arası trenden indirilip gözaltına alınıyor. Tarih 1 Temmuz 1980. Önce Ada-na'da, sonra Mersin'de sorgulanıyor. Gözaltına alınanlardan üçü 9 Temmuz'da savcılığa çıkartılıyor. Ali Uygur yok aralarında. Aile telaşlanıyor, Mersin Savcılığı'na başvuruda bulunuyor. İki gün sonra Mersin Emniyeti'nden yanıt geliyor. Polis, Ali Uygur'un yer gösterme sırasında kaçtığını ve arandığını iddia ediyor. Aile ikna olmuyor. Ellerinde oğullarının fotoğrafı kapı kapı geziyorlar Mersin'i. Mersin Devlet Hastanesi'nden bir görevli tanıyor, Ali'yi. Polislerin gece yarısı getirdiklerini ve güneş doğmadan alıp götürdüklerini söylüyor, aileye. Bu arada polis, komik senaryoyla iddiasını kanıtlamaya çalışıyor. Mevzu bahis edilen bölgede bir yer gösterme işi tezgâhlanıyor. Birisi onca polisin arasından kaçıyor. Mahalle sakinleri olayı izliyor ama bir bit yeniği olduğunu çocuklar bile anlıyor. Kötü rol yapıyor hem kaçan hem de kovalayanlar. Demokrat gazetesi haberi manşetten veriyor: "Ali Uygur Öldürüldü mü?" Ailesinin ve arkadaşlarının dikkatleri kimsesizler mezarlığına çevriliyor. Bu kez Demokrat "Ali Uygur Mersin Mezarlı-ğı'na mı gömüldü?" diye başlık atıyor. Mahkemeye başvurulup o tarihte başka bir isim için hazırlanan mezarın açılması isteniyor. Kalabalık bir heyet gidiyor mezar başına, heyette anne de var. Anne başka bir isimle gömülen oğlunu teşhis ediyor. Ertesi gün bu kez Hürriyet gazetesi başlık atıyor: "Polis işkencede öldürdüğü genci gizlice gömmüş." Tanıklar konuşuyor, olay iyice açığa çıkıyor. İşkencede öldürülüyor Ali Uygur. Polis bilgi istiyor, O direniyor. İşkenceci kızgınlıkla vuruyor elindeki kürek sapıyla kafasına. Oracıkta ölüyor Ali. Soruşturma açılıyor ama 12 Eylül örtbas ediyor. Ne çalacak bir kapı kalıyor ne de onları dinleyecek birileri. Oğullarının başına gelen o kadar yaygınlaşıyor ki, Türkiye birkaç ay içinde işkencede öldürülen, gözaltında kaybedilenler diyarı haline geliyor adeta. Aile acısını kalbine gömüyor, bağrına taş basıyor. Faili meçhul olarak kalıyor, göz göre işlenen cinayet.

Devlet kayıtlarına göre Ali Uygur hâlâ kaçak. Erbil Tuşalp kitabında anne Hatice Uygur'un oğlunun cansız bedenine sarılmış fotoğrafının o günkü gazetelerde yayınlandığını ama bunun bile devlet katında kimseyi ilgilendirmediğini yazıyor. Bir kez resmi açıklama, 'yer gösterme sırasında kaçtı, biz de arıyoruz' şeklinde olduğu için, iğreti bile olsa çalınan minareye bulunan kılıf koruma altına alınıyor. Hatta devlet asker kaçağı olduğu gerekçesiyle sık sık kapısını çalıyor ailenin. "Asker kaçağı oğlun nerede?" diye soruyor polisler. Anne, "Gidin emniyete, sıkıyönetime, mezarlık müdürüne sorun" diye yanıtlıyor, acılar içinde.

Ali Uygur Gazi-Der'liydi, Devrimci Yolcuydu, öğretmendi; işkencede öldürüldü. Çeyrek asır geçti öldürülmesinin üzerinden. Uzun zamandır yaşlı bir kadının mezarını temiz tuttuğu söyleniyor. Kim acaba, evladını arayan bir anne mi? Geçenlerde, ilk kez tören düzenlendi Ali Uygur için. Mezarına karanfiller bırakıldı. Tören sırasında bir konuşmacı, "Ali'yi bulduk, Veysel'i bulduk" dedi. "Katilleri de bulacağız!" 78'liler ağır bir yükün altına girdi. Arkadaşlarımızı arıyorlar. Yolları hep kimsesizler mezarlığına düşüyor.