2000-2003 arasında TRT’de yayımlanan ve kültleşen dizi Yedi Numara’nın oyuncularından Engin Alkan ile konuştuk. “Bugün o dünyaya yirmi yıl öncesinden daha uzak, daha yabancıyız” diyen Alkan, “Durum ortada; yorgun, yalnız ve öfkeliyiz. Çok sesliliğin sesi boğuldu, yekpare bir griliğe büründük” diye konuştu.

Yorgun, yalnız  ve öfkeliyiz

Havva Gümüşkaya

Yedi Numara; 2000’li yılların TRT’sinde yayımlanan unutulmaz dizi… Yayınlandığı dönemde ‘sıradan’ hikâyeleri olan karakterleri ve kötülükten beslenmeyen olay örgüsüyle fark yaratan dizi, Türkiye’nin en başarılı gençlik dizileri arasında ilk akla gelenlerden.

Hâlâ daha en çok tekrarı izlenen dizilerden... 2000-2003 döneminde yayımlanan dizi, 75’inci bölümde final yapmasına rağmen yoğun istek üzerine devam etmişti. Ancak dizide ne kötü karakter vardı ne de ‘ünlü’ oyuncu…

AKP’nin ayak seslerinin duyulduğu dönemde yayımlanan diziyi ve aradan geçen 20 yılda TV dizilerindeki dönüşümü oyuncularından Engin Alkan ile konuştuk. Yedi Numara’yı “Kötülük projelendirmeyen, çıkarları için şeytanlaşmayan bir dünyaydı o” diyerek tanımlayan Alkan, “Bugün o dünyaya yirmi yıl öncesinden daha uzak, daha yabancıyız” diyor.
Alkan’a göre sistem kâr etmeyi riske edecek farklı ölçülerle üretmeye fırsat tanımıyor. 

Bugün Türkiye’nin en başarılı gençlik dizileri sıralaması yapıldığında Yedi Numara, ilk akla gelenlerden biri. O dönem diziyi yaparken cesur bir iş yaptığınızı düşünüyor muydunuz?
Yedi Numara' nın bugün hâlâ yaşatılan, sonraki nesilleri de içine alan kültleşmiş değerini senaristi Oya Yüce dâhil, başında hiçbirimiz öngörmemiştik sanırım. Bu ilginç kitlesel teması sürecin içindeyken ve sonrasında analiz etmeye çalışmıştık. Yedi Numara alışılagelmiş reyting formüllerine yaslanmadan, özgün bir komedi olarak çok fazla risk taşıyordu, bunun farkındaydık; düşük prodüksiyon gücüyle, kadrosunda "star" isimler olmadan, magazin basınına malzeme taşıyan "arzu nesnesi" genç oyunculardan uzak, hikâyesinde şiddet, kan davası, mafya ilişkileri, hamaset, zengin-fakir melodramları vb klişeler olmadan, tüm bu kalın ezberin konforunu seçmeden yola çıkmak cesaret gerektiriyordu. Neticede, kimsenin tanımadığı, gencecik oyuncularla başarıldı tüm bunlar.

Yedi numara, aslında 75. bölümde final yapıyor sonra yoğun istek üzerine bir sezon daha çekiliyor. Şaşıfelek Çıkmazı, Yedi Tepe İstanbul… Bir döneme damga vurmuş TRT dizileri. Bu tarz yapımlar şimdi ‘tutmuyor’ mu?
TV'de neyin reyting alacağını öngörmek bir uzmanlık işi ki orada bile büyük isabetsizlikler yaşanabiliyor. Dolayısıyla neyin tutacağına dair nesnel bir iddia paylaşmakta yetersiz kalabilirim. Çok pratik bir bakışla, TV seyircisinin bir istiap haddi olduğunu düşünüyorum. Bugün benim de bazılarının içinde olduğum pek çok dizinin genel geçer reyting klişelerini uyguladıkları halde 3-4 bölümde yayından kalkması hesaplanamayan bir istiap haddi sorunu sanırım. Sözünü ettiğiniz dönem, TRT' de Yücel Yener'in başlattığı ve dramalarda Tomris Giritlioğlu'na sorumluluk verdiği çok yenilikçi, gustosu olan bir hamleydi. TV seyircisine pek çok üst düzey, özgün iş hediye ettiler. Bugün aslında yapımcıların fark yaratabilmek için daha geniş olanakları var, dijital mecralar örneğin... Fakat, yurt dışı satışlarını da kapsayan işin ticari boyutu o kadar çılgınca yükseldi ki tüm eğilimler ana akımın genel seyirci profiline kilitlendi. Sistem kâr etmeyi riske edecek farklı ölçülerle üretmenize fırsat tanımıyor. Hatta tutmama riskini ortadan kaldırmak için "seyircinin ne istediğine" dair kendi kontrollü ezberini yaratmaya çalışıyor.

Şimdilerde muhalif ve seküler kesimlerin karşı karşıya geldiği, tarikatların iç yüzünün anlatıldığı yapımlar popüler, bir dönem mafya dizileri aynı şekilde popülerdi. TV dizilerindeki bu dönüşümü nasıl gözlemliyorsunuz?
Toplum ve siyaset mühendislerince yıllardır sistemli biçimde uygulanan bir kutuplaşmanın, ayırımcı bir dilin ve ötekileştirmenin mağduriyetinin yaşandığı bir coğrafyada çok titizlikle işlenmesi gereken, hassas alanlar bunlar. Mafya dizilerinin pek çoğu içerdikleri "nefret" diliyle sinir uçlarımızı harekete geçirip, bunu kâra dönüştürmekte başarılı oldu. Fakat son popüler yapımları biraz ayrı değerlendirmek gerekiyor. Çünkü TV dizilerinde anlatılan hikâyeler kurgusal karakterler ve bu karakterlerin çatışkıları üzerinden ilerler. Bu kurgusal kimlikler müstakil çizgilerinden çıkıp, sosyal paydaların, sınıfların, ideolojik ve etnik kimliklerin alegorik birer taşıyıcısı haline getirildiğinde, hikâye etmenin sınırları "dramatik belgesel" e doğru genişler. Toplumun karşıt paydalarının çatışkıları gündelik olana taşıyabileceğinden fazla ağırlık yükleyebilir. Amaç her ne kadar bugünün tespiti ya da toplumsal uzlaşma arayışı olursa olsun, reyting hedeflerinizde ilgiyi tırmandıracak her seçim sizi algıyı yönlendiren bir forma sokabilir. Maalesef ülkemiz koşullarında bir hafta içinde yazılıp çekilen fabrikasyon işler için sekülerlik, muhafazakârlık, kadınlık, ataerkillik, ötekileştirme, ayrımcılık, önyargılar ve inançlar vb aceleye getirilemeyecek kadar majör konular. İşimizin uygulanabilir pratikleri bakımından durumun hassasiyet gerektirdiğini düşünüyorum. Tıpkı tarihi hoyratça yontan dönem dizileri gibi. Keşke senaryolar gerektiği kadar uzun sürelerde, danışmanların yoğun analizleriyle kaleme alınabilse...
 
Dizi bir süre Üsküdar Kandilli’de çekilmiş. AKP’nin hemen öncesi bir dönemde başlıyor ve ayak sesleri yüksekten duyulan bir dönem... O dönem bu köklü değişiklik gündelik hayata, sanat ve sosyal hayata nasıl yansıdı?
Doğru, Kandilli'de başladık ama hemen akabinde karşı sahile Arnavutköy'e geçtik ve orada bitirdik. 7 Numara köylü-kentli, kadın-erkek, gelenekçi-modern, okullu-alaylı vb toplumsal bilinçaltımızda biçimlenen tezat kimliklerin nahif ilişkilerine odaklanıyordu. Masal bu ya, karakterlerimiz farklılıklarını bir tehdit değil, zenginlikleri olarak görüyorlardı. Dahası kurulması zor bir hayale izleyiciyi motive ediyor, ikna ediyorlardı. AKP de başlangıçta benzer hayallerden beslenmiş olabilir. İlk dönemlerinde hatırlıyorum, demokratikleşme, açılımlar, toplumsal konsensüs, sivil anayasa, Anadolu insanının iade-i itibarı, Avrupa'yla entegrasyon...  Pek güvenemesek de kabul etmek lazım çok etkileyici argümanlara sahiptiler. Yedi Numara'da bizim hiç "kötü" karakterimiz yoktu. Kurgumuz dönemin dizilerinin aksine, kerameti kendinden menkul "kötülerin" yarattığı düğümlerden beslenmezdi. Tüm karakterlerimiz ne iyiydi ne de kötü, yaptıkları seçimler ve insani zaaflarıyla var olurlardı. İntikam hislerine sahip değillerdi ve kimsenin gidecek başka yeri olmadığı bir evde, bir arada yaşayabilmek için uzlaşırdılar. Dedim ya, kötülük projelendirmeyen, çıkarları için şeytanlaşmayan bir dünyaydı o. Bugün o dünyaya yirmi yıl öncesinden daha uzak, daha yabancıyız.
 
O günlerden bugüne sanat ve siyaset ilişkisinde değişenler neler? Yerel seçim sonrası değişen iklim sizde nasıl bir etki yarattı?
Sezen Aksu'nun bir şarkısı var; "Bize mi denk geldi?" diye sorar, "maalesef" diye biter şarkı. Durum ortada; yorgun, yalnız ve öfkeliyiz. Modern dans, performans sanatları, alternatif oluşumlar bitti. Çok sesliliğin sesi boğuldu, yekpare bir griliğe büründük. Kurumların içi boşaldı. Akademisyenler, sanat entelijansiyası yerlerini sanatsever muhabirlere terk ettiler, ki onlar için bile görüşlerini dile getirebilecek mecralar çok sınırlı. Büyük sermayedarlar sanatsal başarıyı başka denklemlere yöneltti. Belediyeler kiraladıkları salonlardan kâr etme peşinde. Sanat eğitimi çöktü. Binlerce işsiz genç sanatçı adayı... Ülkenin en nitelikli sanatçıları ömürlerini set karavanlarında geçiriyor. Yazılamıyor, araştırılamıyor, okunamıyor, üretilemiyor; çünkü biz üretenler çok fakiriz. Planlı programlı fakiriz ve sesimizin kesilmesi için daha da fakirleştirileceğiz, mâlum. En yaralayıcısı da iktidar-muhalefet ayırmadan, bu durumdan fayda sağlamaya çalışıp, bir dirhem destek için sanatçıyı siyasi propaganda malzemesine indirgeyen pragmatizm....

31 Mart'ta alınan sonuca sevindim. Güçler ayrılığının derhal tesisi için önemli bir adım olarak gördüm. Her ne kadar siyasi partilere bir güven beslemesem de sokağa yansıyan motivasyonun öneminin farkındayım. Tarih insan ömrüyle ölçülemeyecek kadar uzun bir süreç; bin yıllardır bu toprakta yaşayan insanların sağduyusuna güveniyorum.