Geleneksel siyasetin hastalıklarına vurgu yaparak yola çıkan AKP, liyakattan sadakate, 'koltuk' inadından, kadrolaşmaya kadar 'düzen'in rızalarından 'nasip'lendiğini, 1.5 yıllık iktidarında, seçmenine de seçmeyenine de gösterdi.

Geleneksel siyasetin hastalıklarına vurgu yaparak yola çıkan AKP, liyakattan sadakate, 'koltuk' inadından, kadrolaşmaya kadar 'düzen'in arızalarından 'nasip'lendiğini, 1.5 yıllık iktidarında, seçmenine de seçmeyenine de gösterdi.

 

AKP seçim sürecinde ve sonrasında geleneksel Türk siyasi yaşamının hastalıklarına vurgu yaparak seçmeni etkilemeye çalıştı, "alışılmış" siyasi anlayışların dışında bir siyaset yapma tarzından söz etti.

 

Ama 1.5 yıllık iktidar dönemi gösterdi ki AKP de Türk siyasetinin kronik hastalığına yakalanmıştı. Atamalarda tayinlerde liyakat değil, sadakat, eş dost, ahbap önceliği vardı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu ithal vergisini artırılmadan birkaç gün önce mısır ithal ediyor, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın oğlu babasına bağlı bir kurumdan gemi kiralıyor ve işletme izni alıyordu. Daha vahimi önce hızlı tren faciası ve 39 ölü, ardından yaşanan ve 8 kişinin canına mal olan tren kazası. Bütün bunlara karşın, siyasi sorumluğu üzerine almak istemeyen Ulaştırma Bakanı ile onun kadrosunun açıklamaları: "Takdiri ilahi, kem gözler"… Ve Türk siyasetinin kronik hastalığı tekrar devreye giriyorsa, "bakan niye istifa etsin"… Yani siyaset sahnesinde AKP adına yeni bir şey yok… Her şey eski hastalıklı haliyle devam ediyor. Çünkü Unakıtan ile Yıldırım Başbakan Eroğan'ın hem Belediye Başkanlığından eski kadrosundan hem de tarikatından…

 

 

SİYASETİN NERESİNDE?

AKP'nin Türk siyasal sistemine katılması aslında DP, AP ve ANAP gibi partilerin çıkışından hiç de farklı değil. Siyasetin tıkandığı, ya da dış etkenlerin etkisiyle daraldığı bir konjonktürde ortaya çıktı. Yaslandığı taban aslında eski değildi, bildik bir akımdı: Milli Görüş... Ama, Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet Partilerini kapattıran Milli Görüş yeni oluşum için öyle hemen sarılacak bir ideoloji değildi. Çünkü Milli Görüş'ün mimarı Necmettin Erbakan'a parti içinde "yenilikçi" adıyla cephe açarak muhalefet eden kadro AKP'yi kuruyordu. Dolayısıyla bir yanda Milli Görüş'ün sahicisi ve sahibi dururken, kopyasının kendisi bu ideoloji ile ifade etmesi hem çok mümkün hem çok akıllıca gözükmüyordu. Bu yüzden merkez sağdan bazı yeni isimlerde AKP kuruldu. Kurulma aşamasında "Milli Görüş" çizgisi muhafaza edildi, hatta bu muhafaza MSP'nin gençlik örgütü Akıncıların nostaljisiyle parti isminde bile kendisini gösterdi.

 

AKP'NİN İKTİDAR YILLARI

AKP'nin iktidara gelmesi kendi yönetimini aslında şaşırtmadı, bekleniyordu; çünkü siyaset alanında kendilerinden başka aktör yoktu. Yeni değillerdi ama toplumunun son dönemde en çok tepkisi çeken siyasal sistemin muhalifleriydiler. Genel Başkanları milletvekili olamıyor, sistemle "cebelleşme" her alanda sürüyordu. Sistemi savunanlara toplumda son yaşanan krizlerle belirgin bir biçimde ortaya çıkan tepki, AKP'yi seçenek olarak öne sürmeye yetiyordu. Ve bu tepki ile meclisin meşruiyet sorunuyla birlikte seçmenin ancak yüzde 52'lik bir temsil oranının bulunduğu Meclis'te iktidara gelindi... Bu iktidar sürecinde AKP'nin kendi ruh dünyasında yaşadığı "siyasi meşruiyet" sorununun aşılması için en iyi alan Avrupa Birliği ve dış ilişkilerdi. Ve bu alanlarda yoğunlaşıldı, çünkü bu biraz da mecburiyet içeriyordu. Ekonomi alanında IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarıyla ortaya konulan ekonomik programı "iyi" uygulamaktan başka seçeneği yoktu. Ekonomi alanı, kendi siyaset sahasının dışına çıkmıştı. Ara sıra bu alana müdahale etme isteği ve gayreti IMF duvarına toslamadı da değil.

 

 

ASKER, İKTİDAR İLİŞKİSİ

Aralık 2002 Askeri Şurası'na Başbakan olarak Abdullah Gül ile Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül katıldı. TSK'dan ihraçlara, "yargı yolu açık olmalı" gerekçesiyle hem Gül hem de Gönül muhalefet şerhi koydular. Ve bu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün hükümete cepheden ilk tepkisini koymasına neden oldu. Ağustos 2003 YAŞ toplantısına katılan isim ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı. Toplantının gündeminde 18 subay ve astsubayın ihracı vardı. Erdoğan, ihraç gerekçelerine "esas" itibariyle karşı çıkmazken "temyiz hakkı saklıdır" diye muhalefet şerhi düştü. Erdoğan bu ve bir yıl sonraki YAŞ toplantılarının tamamına katıldı.

Dışişleri Bakanlığı'nın bir genelgesi iktidar ile asker çekişmesini MGK'ya kadar taşıdı. Ve bu genelge Milli Görüş ve Fethullah Gülen cemaatlerinin yurtdışı faaliyetlerini "meşrulaştırmak" olarak yorumlandı ve sert tepki gördü. Tepkinin sahibi yine Özkök'tü.

 

 

İLK KRİZ VE KAMUSAL ALAN

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eşini Hollanda'ya uğurlamaya Arınç da eşi ile birlikte geldi. Böylece türban ilk kez devlet protokolüne girmiş oldu. Sezer bir sonraki Almanya gezisine eşi ile gitmedi ve türbana tavrını böyle koydu. Kamusal alan tartışmaları başlayınca Arınç eşini uğurlama ve karşılama törenlerine getirmeme kararı verdi. Kriz 23 Nisan resepsiyonuna kadar sıçradı. Resepsiyon davetiyesinde Arınç'ın eşinin adı yer alınca tartışmalar alevlendi. Arınç son dakika eşinin katılmayacağını açıklasa da Cumhurbaşkanı Sezer, Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları ve CHP'liler resepsiyona katılmadı.

 

TÜRBAN SORUNU BİTTİ Mİ?

AKP iktidarında ilginç bir unsur da türban sorunuydu. Çünkü bir dönem önceki hükümet zamanında günler boyu süren ve sık sık siyasi alana taşınan türban sorunu bu dönemde hiçbir alanda kendisini göstermedi. İlahiyat ve İmam Hatipler önündeki türban eylemleri bıçakla kesilir gibi kesildi. Türbanla ilgili bir ilginç tutumda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünisa Gül özel örneğinde yaşandı. Milli Görüş gömleği henüz üzerindeyken Gül, eşinin bıraktığı okula, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ne giderek türbanlı eşinin kaydını yaptırmak istedi ancak okula kaydı yapılmadı. Bunun üzerine Hayrünisa Gül Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. Eşi Başbakan hatta Dışişleri Bakanı olunca bu başvuru hayli ilginç aynı zamanda da karmaşık bir hal aldı. Çünkü, türban yasağını savunacak makamda, bu yasaktan dolayı mağdur olduğunu dile getiren kişinin eşi oturuyordu. Ve türban yasağını savunan devletin yazılı savunması geri çekildi.

AKP, yola çıkarken türban ile ilgili tavrını da ortaya koymuştu. 7 türbanlı parti kurucusu vardı ve bununla ilk önce sistemle bir çatışma alanı yaratıldı. Çatışma sonrasında Anayasa Mahkemesi, türbanlı kurucu olabileceğine ancak milletvekili olamayacağına karar verdi. AKP için bu da yeterliydi.

 

YÖK İLE HEP ÇATIŞMA HALİ

AKP hükümeti ilk icraatlarından birisini YÖK'ü değiştirerek yapmak istedi. Ama bunu bir türlü başaramadı. AKP'nin "acil eylem" planında YÖK'ün "koordinasyon" kurulu haline getirilmesi öngörülüyordu. Üniversiteler bölünecek, ÖSYM YÖK'ten ayrılacaktı ve YÖK'ün adı YEK olacaktı. Ancak tartışmalar alevlendi. Tasarı sahibi Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu tarafından geri çekildi. YÖK Başkanı Kemal Gürüz eleştiri dozunu arttırdı ve "Türkiye, etekli vahabi bataklığına saplanmayacak, laiklik tehlikede" dedi. Tartışmalar Gürüz'den sonra da sürdü. Rektörler Türk Silahlı Kuvvetleri ile toplu görüşmeler de yaptılar. Rektörlerin bir protesto gösterisinde, "ordu göreve" pankartı açılması ise tartışmayı büyüttü. Konu tam uyutulmuşken Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik YÖK yasasını, bu kez İmam Hatiplerin katsayı ile önünü açmak için tekrar gündeme getirdi. Ve yine aynı tartışmalardan sonra tasarı geri çekildi.

 

 

1 MART TEZKERESİ

AKP hükümetinin kucağında bulduğu sorun sadece Kıbrıs ile sınırlı değildi. ABD ile komşu olmaya kadar gidecek bir de Irak sorunu vardı. Irak'ta nasıl bir direnişle karşılaşacağını bilmeyen ABD, Türkiye ile Kuzey'den de bir cephe açmak istiyordu. Bunun için öncelikli olarak üs ve limanların asker sevkıyatına olanak verecek bir biçimde düzenlenmesi için gerekli olan izin tezkeresine Meclis onay verdi. Ama asıl önemli olan yetki, Kuzey Irak'tan ABD'nin taarruz yapmasını sağlayacak olan tezkereydi. Bu tezkere ile ABD 70 bin askeri Türkiye üzerinden Kuzey Irak'a göndermeyi planlıyordu. Bu askerlerin bir kısmı da Türkiye'de konuşlanacaktı. İlk tezkere çıktıktan sonra ABD ikinci tezkerenin de çıkacağından emin bir tavırla çalışmalara başladı, askerlerin konuşlanacağı yerler belirlendi, limanlar hazırlandı, yollar asfaltlandı.

 

MİLYONLARCA DOLAR MASRAF YAPILDI

Ve tezkere 1 Mart'ta Meclis gündemine geldi. Yapılan oylamada 264 kabul, 250 ret ve 19 çekimser oy kullanıldı. Kabul oyları salt çoğunluğa tekabül etmediği için tezkere Gül ve Erdoğan'ın tüm gayretlerine karşın reddedildi. Bu tezkerenin reddedildiğini açıklamak da, başından beri Irak'a operasyona ve ABD askerlerinin Türkiye'ye gelmesine karşı çıkan Meclis Başkanı Bülent Arınç'a nasip oldu. Bu oylamada AKP'de fire sayısı 97'ye kadar çıktı. Tezkere aslında ilk krizi Meclis'te değil Bakanlar Kurulu toplantısında çıkarmıştı. Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen, Devlet Bakanları Mehmet Aydın ile Beşir Atalay bu tezkereye imza atmayacaklarını açık bir dille söylemişlerdi.

 

ABD-Türkiye ilişkileri son dönemlerin en kötü günlerini yaşamaya başladı. Akdeniz kıyısında uzun süredir bekletilen askeri mühimmat geri döndü, bütün emekler boşa gitti. ABD'liler buna öyle çok kızdılar ki, Türkiye'ye haddini bildirmek için Süleymaniye'de 13 Türk subayını terörist muamelesiyle başlarına çuval geçirerek esir aldılar. ABD ile ilişkiler gerildi. Yürütülen ikili diplomatik ataklarla ilişkiler biraz yumuşadı, Irak'taki ABD zayiatları artınca Türkiye'den bir kez daha asker istendi. 10 bin asker gönderilmesi konusunda mutabakata varıldı, karşılığında 8.5 milyon Dolar kredi açılacaktı. Ancak Kürt liderler Türk askerine karşı çıktı ve bu asker gönderme tartışmaları da böylece kapandı.

 

EKONOMİDEKİ RAHAT ALAN

Art arda yaşanan krizlerin ardından, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinde "ölümü" görenler AKP'nin "sıtmasına" razı oluyorlar. Siyasetteki tıkanma ve ekonomideki çaresizlik belki de AKP'nin en büyük avantajı. IMF'nın dayattığı ekonomik programı uygulamak dışında bir hareket alanının olmadığı ekonomide, bir dönem öncesinin krizleri, ekonomik gidişata ilişkin eleştiriler için en iyi "öcü" görevi görüyor. Bu durumda da faizler düşüyor, döviz düşüyor, borsa çıkıyor. Bunun sonucu ihracatta rekorlar kırılıyor.

 

BDDK'nın Başkanı Engin Akçakoca bu dönemde istifa ettirildi. BDDK'nın öteki üyeleri bu yöntemle sindirildi, TMSF, BDDK'dan ayrıldı ve hükümetin kontrolüne verildi. Böylece elinde medya gücü bulunduran bütün hortumcuların AKP'li olması sağlandı.

 

Özelleştirme AKP hükümeti için de iyi bir slogan olmaktan öteye gidemiyor. Yine devletin kar eden kuruluşları teker teker peşkeş çekiliyor. Petkim Uzan grubuna satılıyor ancak grup bunu alamıyor. Tekel'in sigarasına verilen fiyat beğenilmiyor içki kısmı 292 milyon Dolar gibi bir rakama elden çıkarılıyor. Tüpraş gibi ulusal bir tesis ise ne idüğü belirsiz bir Tatar firması ile bir Türk ortağına, sadece depolarındaki akaryakıt fiyatına veriliyor. Ancak bütün bu uygulamalar yargıdan dönüyor.

 

Borç yükünden kurtulmak isteyen AKP, hocaları Erbakan gibi kaynak arayışlarına da gitti. Ormanların satışı bu arada gündeme geldi ancak Sezer engeline takıldı.

 

Milletvekillerini sempatik göstermek için AKP meclis lojmanlarının satışına karar verildi. Bunun için bir firma ile anlaşıldı ancak aradan geçen süre içinde sadece iş merkezi olarak düşünülen siteden sadece 25 lojman satılabildi.

Ekonomide AKP'nin afları da sık sık gündeme geldi. Hatta bu aflardan hem Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın hem de Başbakan Erdoğan'ın bizzat kendisinin yararlanmış olması dikkatlerden kaçmadı.

 

Erdoğan'ın en büyük projesi duble yollar ilk kışla birlikte bir skandala dönüştü. Bütün yollar kalktı, bozuldu tamiri bile imkansız hale geldi.

 

BAŞBAKANIN MAAŞI, MALİYE BAKANININ OĞLU

Ekonomide olanların yanı sıra bir de olmaması gerekenler vardı. Örneğin Maliye Bakanı Unakıtan'ın oğlu, gümrük vergileri artmadan bir gün önce tonlarca mısır ithal etmişti ve bu ortaya çıkmıştı. Konu Bakan Unakıtan'a sorulunca her zamanki, hafife alma huyuyla cevap vermişti, "tavuklara vermek için ithal etmiş"

Tabi bakanın bu açıklamaları aslında çok da tartışılmadı aynı maaşını az bulan Başbakan Erdoğan'ın Alman Başbakanı'na ne kadar maaş aldığını sorması gibi. Başbakan Erdoğan'ın çocuklarının da bir işadamı tarafından Amerika'da okutulduğu dikkate alındığında maaşı üzerinden yapılan tartışmaların aslında arkasının kesilmemesi gerekiyordu ama öyle olmadı. Bu tartışmalar bir katkı da Erdoğan'ın Başbakanlığı devam ederken ortağı olduğu ve Ülker ürünlerini pazarlayacak bir şirket kurdurmasıydı. Bunu açıklarken, Erdoğan "sadece hissem" var demekle yetindi, ama herkes biliyordu ki Başbakanın sadece hissesinin olması bile pek çok sorunun aşılması için yeterliydi.

 

DEMOKRATİKLEŞME

AKP hükümetinin, uygulamaya geçirmekte zorlansa da demokratikleşme konusunda attığı adımlar dikkat çekti. Anayasa değişikliği ile MGK'nın yapısı değiştirildi çalışma alanı daraltıldı, sivil üyelerin çoğunluğu sağlandı. Erdoğan'ın parlamentoya girmesinin önünü açmak için Siyasi Partiler Yasası değiştirildi. Parti kapatma zorlaştırıldı ama HADEP kapanmaktan bu dönemde de kurtulamadı.

 

İşkence ile mücadele de hükümet işi biraz da dış baskılar nedeniyle sıkı tuttu. Manisa davası bu zorlama ile zamanaşımı süresinden çok az önce bitirtilebildi. Aynı yöntem Hacettepe Öğrencisi Birtan Altuntaş örneğinde de yaşandı. İşkenceden alınan suçların ertelenmesi kalktı ama işkencecilerin korunmasına devam edildi. Başbakan Erdoğan'ın bu dönemde işkenceden yargılanmış bir koruma müdürü oldu. Bu ortaya çıkınca da korumasını korudu.

 

OHAL uygulaması resmen kalktı ama uygulamalarda sık sık OHAL'li günler hatırlatıldı. Bölgedeki hukuk normal hukuka dönderildi. Gizlilik ve sır kavramları, Bilgi Edinme Yasası ile kaldırılmış gibi gözükse de biraz daha muhafaza altına alındı. Örgütlenme özgürlüğü önüdeki engeller yasalardan kaldırıldı ancak, Alevi Dernekleri Konfeedrasyonu'na ilişkin kapatma kararı Yargıtay'dan döndü. İHD yöneticileri Başbakanlıkta toplantıdayken, binaları basıldı. Başka dillerde yayın ve eğitim hakkı getirildi ama Kürtçe kursları kapı genişliğine takıldı, Kürtçe yayın ise TRT'ye. Yeni TCK hazırlandı, çağdışı maddeler büyük ölçüde elendi.

 

F tipi cezaevlerindeki uygulamalar ve operasyonlar nedeniyle onlarca insanın ölümünden sorumlu gösterilen dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Öztosun'a devlet Üstün Hizmet Nişanı Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve TBMM Bakanı Bülent Arınç tarafından verildi. Nişanın verilmesi bir önceki hükümet döneminden karar verilmişti ama nişanı verecek kimse bulunamamıştı. AKP'nin kendi içinde yaşadığı en büyük çelişkilerden en somutu da bu olarak kayda geçti. Demokratikleşmede kriterleri, kimin için olduğuyla hep sınırlı kaldı. Başbakan Erdoğan'ın kendisine soru soran üniversiteli bir kız için söylediği, "onun zaten sicili bozukmuş" sözleri gibi.

 

YÜCE DİVAN'IN ANAHTARI AKP

AKP iktidarı döneminde ilk kez eski bir başbakanın Yüce Divan'da yargılanmasına karar verildi. Mesut Yılmaz ile birlikte eski bakanlar Güneş Taner, Hüsamettin Özkan, Koray Aydın, Yaşar Topçu, Cumhur Ersümer, Zekin Çakan, Recep Önal'ın Yüce Divan'da yargılanmalarına karar verildi.

Tam yolsuzluklarla ilgili tartışmalar yaşanırken AKP kadın kolları başkanlığından bir ihale skandalı patladı. Yeşik kart sahibi AKP kadın kolları yöneticisi Emine Alioğlu TCDD'den milyarlarca liralık ihale almıştı, hem de topu topu bir yıllık geçmişi olan inşaat şirketiyle.

 

TEK MUHALEFET SEZER'DEN GELDİ

Bu süreç içerisinde AKP hükümetinin en ciddi muhalefeti Cumhurbaşkanı Sezer oldu. Atamaların büyük bölümünü onaylamadı, hepsiyle ilgili bilgi istedi. TRT Genel Müdürlüğüne AKP hükümeti Şenol Demiröz'ü atamak için 1.5 yıl uğraşmak zorunda kaldı.

 

AKP, kadrolaşmanın önünü açmak için TÜBİTAK'a bile el attı. MHP'nin buralarda yapmadığını yaptı ve seçimle iş başına gelen sistemi bir kereliğine de olsa atamaya çevirdi ve kendisine yakın isimlere TÜBİTAK'ı teslim etti.

Başbakanlık koltuğundaki durumunu belirginleştirmek için Erdoğan, bu yaşına kadar savunduğu fikirlerinden radikal dönüşler yapmayı da ihmal etmedi. Bunlardan birisi, "değiştim" sözcüğünün içine bile sığmayacak büyüklükteydi. Bir Yahudi nişanı aldı ardında da üzerinde katalik sembolleri olan cübbe giydi. Bu kıyafetiyle çekilen resimler de Milli Görüşçülerin duvarlarını süslemeye başladı.

 

MÜSTEŞAR KRİZİ

Başbakan Erdoğan koltuğuna oturduktan bir süre sonra Başbakanlık Müsteşarlığı'na, yani devletin 1 numaralı bürokrat koltuğuna Ömer Dinçer'i getirdi. Dinçer, kendisi tarafından hazırlanan kamu yönetimi reform tasarısını açıklayınca kıyamet de kopmaya başladı. Çünkü muhalefetin itirazlarının merkezinde, tasarıdan daha çok Dinçer'in geçmişte yazdığı bir makale vardı. Diçer önemliydi, çünkü 28 Şubat döneminde irticanın kadrolaşmasının önüne geçmek için oluşturulan Başbakanlık Takip kurulu başkanıydı ve bu sıfatla MGK toplantılarına katılacaktı. Dinçer'in makalesinde yer alan, "Türkiye Cumhuriyeti'nin başlanğıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin, laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi bir çok ilkenin yerini, daha çok katılımcı, daha adem-i merkeziyetçi, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu olduğunu ve artık bunun zamanı geldiği düşüncesini taşıyorum" görüşü büyük kıyamet kopardı. CHP, Dinçer'in istifasını istedi, Ali Topuz bu yaklaşıma karşı "gerilla" tipi mücadele önerdi. Dinçer ise "değiştiğini" söylemekle birlikte, makalesinin arkasında olduğunu yineledi, yazdıklarını savundu. Asker ise Dinçer'e tepkisi, MGK toplantısına katılmasına izin vermeyerek gösterdi.