Bizim ufaklık iyiden iyiye sardı şu günlerde yazarlığa. Kendince bir gazete çıkarıyor. Adını Mini Gazete koymuş.  Bilgisayarda yapıp ediyor sonra çıktısını alıyor ve getiriyor önüme.  “Eh, sen de daldın demek basın yayın yaşamına…” diyorum. “Çileli günler başlıyor artık senin için…”  diye de ekliyorum. “Çile”yi duymazca konuya giriyor göstererek:  “Nasıl olmuş?”  Arkalı önlü A4’ten yapılmış Mini Gazetede neler olduğu ilgimi çekiyor ki daha şöyle nasıl görünüyor diye önlü arkalı çevirirken, gazetesini elimden kapıyor  “Ama,” diyor, “bu geçen sayı.”  “Okumamıştım ki, vermemiştin…”  Kestirmeden gidiyor, öyle lütfensiz ricasız: “Bu sayıda seninle söyleşi olacak” diyor…”  “Sonunda aklına geldik!” diyorum. “Neyse, konu ne?”  “Ben bağlarım yazıyı. Sen şu soruları yanıtla yeter!” diyor: “Suç nedir?”  Ne soru ama... “Hadi çabuk!” diyor tez canlı. Sanki tek sözcüklü bir yanıt beklerce duruyor karşımda elinde kağıt kalemle… “Suç mu… Suç…”  “İkinci soru: kimdir suçlu?”  “Yasalara göre, örneğin bir şey çalarsın suç işler ve suçlu olursun…” diyorum. “Peki, çocuk aç, fırından ekmek çaldı. Bu hırsızlık mı olur?”  Geçmişteki bir olaydan yararlanmış belli…  Nasıl anlatacağım, bir yerlerden başlamalıyım… “Suç, gücü elinde tutanlarla tutmayanlar arasına yerleşmiş bir kavramdır bence” diyorum. “Anlaşılır, yalın ol, felsefe yapma!” diyor. Vay canına, ufaklık mufaklık derken bizimkisi bayağı almış yürümüş ha… “Burada suçların çeşitliliği üzerine mi konuşacağım, anlayamadım” diyorum.  “Ha unuttum,” diyor, “bu ‘özel sayı’ olacak ve konu tutuklu gazeteciler-yazarlar, ona göre konuş…”  “Onlar ne suç işlemişler sorusu gelecek o zaman?”  “Sen istediğin gibi anlat” diyor. “Bu dediğin suç kavramına girmez” diyorum.  “Sen yalnızca düşünüyor, yazıyor ve yayınlıyorsun… Kimseye bir şey yapmıyorsun…”  “Düşünce suçu olmaz mı diyorsun.”  “Olmaz. Ama siyasal erk isterse olur. Olmuştur, oluyor…”  “Araştırdım ki,” diyor, “dünyada 170 gazeteci tutuklu ve bunun 83’ü Türkiye’de…”  “Birinciyiz yani” diyorum. “Dünya birincisi” diyor. Senin durumun da iyi değil,” diyorum, “bu gidişle…”  “Bana ne olur ki, daha 18’inde değilim, küçüğüm ben küçük…”   “Biliyor musun küçüğüm,” diyorum o zaman, “ocak ayından bu yana 2824 öğrenci cezaevlerinde…”  “Ben daha küçüklerden söz ediyorum…”  “Ve yine biliyor musun, son on yılda özel mahkemelerde 18 yaşın altında 9 bin 731 kişi yargılanıyor…”  Bir an duraksıyor, bu olanların suçlusu benmişim gibi burnundan soluyarak bakıyor bir süre bana ve çekip gidiyor bir anda.                                                                  
 
Sabah masamın üzerine bırakılmış Minik Gazeteyi görüyorum. Kocaman harflerle şöyle yazıyor: GAZETECİLER YAZARLAR GENÇLER ÇOCUKLAR, DÜŞÜNEN HERKES TUTUKLU! YUH YANİ!  Ufaklık gel buraya diye bağırıyorum. Gelsin de,” böyle gazetecilik mi olur?” diye soracağım, bir çıkışacağım ona; öyle yuhlu muhlu… Bekliyorum bir süre, çıt çıkmıyor odasından… Bana da iyi geliyor bu sessizlik, dinginleşiyorum; “Ne de olsa daha çocuk” diye geçiriyorum içimden; beyniyle değil de duygularıyla yazıyor: Yuhsa yuh! Hani, yuh diyorsa yuhtur yani…