Yunan melodramı ya da aslında kim ne istiyor?

IMMANUEL WALLERSTEİN

Nasıl tanımlarsak tanımlayalım günümüz Yunanistanı’nda veya daha doğrusu Yunanistan ile diğer ülkeler ve kurumlar arasında olup bitenler tam bir melodramdır, epik bir melodramın bölümleridir. Melodram derken kastettiğimiz şey, birçok katılımcı tarafından bilinçli olarak abartılı şekilde oynanan dramatik bir karşılaşma. Oyuncular üstü örtülü veya bazen açıkça tehditler savuruyor. Müzakerelerde aşılmaması gereken kamusal çizgileri çiziyorlar. Tavsiyelerine uyulmadığı takdirde ortaya çıkacak sonuçlar hakkında korkutucu öngörülerde bulunuyorlar. Olayları köpürten ve ahlaki ikilikler üzerinde ısrar eden bir melodram…

Bir melodramda oyuncular, başkalarının geçmişi, şimdiyi ve geleceği olumsuz sonuçları bakımından kınamalarını sağlamak amacıyla ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Yapmadıkları tek şey kendi önceliklerini itiraf etmektir; farklılıklara bazı çözümler getirecek ciddi tartışmalara girmek yerine melodramda rol kaparak kendi önceliklerine hizmet etmektir. Peki, bu dikkate değer karşılaşma ne zaman ve nasıl başladı? Başlangıç tarihi kesinlikle çekiştirilmekte olan konudur. Aslında tartışmalarla ilgili en azından üç sorun var: Yunanistan’ın bugünü ve geleceği, Avro Bölgesi’nin bugünü ve geleceği, Avrupa Birliği’nin bugünü ve geleceği. Ama katılımcıların hepsi bu üç sorunla birden ilgilenmiyor. Ve ilgilenmekte olanlar ise bunlar hakkında farklı görüşlere sahipler.

Yunanistan’la başlayalım. 1945 yılı sonrasında Yunan ekonomisi, tıpkı çok sayıda başka ülkedeki gibi refah içinde görünmekteydi. Buna “Yunan ekonomik mucizesi” deniyordu. Ancak 1970’lerden sonra Yunanistan’da durum, yine pek çok ülkedeki gibi giderek kötüleşti. Bununla birlikte 2008 yılındaki “büyük resesyon” denilen noktaya dek, görünürde Yunan hükümeti bakımından fazla sorun yoktu.

Yunanistan, biçimsel kriterleri karşıladığı farz edilerek 2000 yılında Avro Bölgesi’ne kabul edildi. 2008 yılında hükümet borçlarının çok fazla artmasıyla ve Yunanistan’ın varsayılan tehdit altında olduğu düşünüldüğünde,  hükümetin borç yükümlülüklerini yerine getirebilmesi amacıyla yabancı kuruluşlar Yunanistan’a “kurtarma paketleri” sundular. Gerçekte 2010 ile 2013 arasında bu tür yedi paket bulunuyor.

Borçların bedeli, kemer sıkma denilen uygulamalar oldu. Esas olarak bunun anlamı zaten yüksek olan işsizlik oranı arttıkça tasarruf tedbirlerinin de yok olmasıydı. Yunan hükümeti harcamaları çeşitli yollarla azaltma derdine düştü; bunlar arasında, devlet personelinin sayısının, emekli maaşlarının, sağlık harcamalarının ve işsizlik ödemelerinin azaltılması vardı. Bunlara ilave olarak hükümetten birçok devlet kuruluşunu özelleştirmesi istendi. Hükümet böylece bir kereliğine bu satışlardan gelir elde etti, ancak bu durum özelleştirilmiş kurumlarda daha fazla kemer sıkma tedbirlerinin uygulanmasına yol açtı. Bütün bu tedbirler IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası gibi üç kurum tarafından çok sıkı şekilde denetlenmekteydi.

Kritik nokta, Yunan bankaları zarar görmesin diye Yunanlıların çoğunluğunun hayat standartlarındaki çarpıcı düşüşlerde ortaya çıktı. Çünkü bu bankaların birçoğuna öteki Avrupa bankaları (özellikle Almanya ve Avusturya bankaları) ortaktı. Yunanistan’da kemer sıkma uygulamalarına karşıt SYRIZA adında solcu bir siyasi hareket yükseldi ve nihayet 2014 seçimlerini kazandı. Bu partinin programı kemer sıkma politikalarını geçersiz kılmak veya tersine çevirmek, Yunan siyasi hayatını denetleyen üçlünün rolünü reddetmek ama yine de Avro Bölgesi’nin bir üyesi olarak kalmaktı. Bu programın gerçekleşmesinin son derece zor olduğu ispatlandı, çünkü kısa dönemde Yunan yurttaşlarının acılarını en düşük düzeye getirebilmek uğruna daha fazla borca (veya borç ödemesinin azaltılmasına) ihtiyaç duyuluyor. SYRIZA’nın başbakanı Aleksis Çipras, mayıs ortasından önce bir geçici anlaşma yapılabileceğini savunsa bile birçok gözlemci bu konuda kuşku duyuyor.
Eğer anlaşma sağlanamazsa (Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nden çıkışı anlamında bir terim olan) “Grexit” denilen hadise gerçekleşecek. Dünyanın tartıştığı sorun Grexit’in ne anlama geleceğidir. Bu konuda üç görüş var: dünya-ekonomisinin tamamında (ve özellikle AB’de) bir çöküş; nispeten küçük bir olay (elbette Yunanistan hariç); ne olacağına dair tam bir belirsizlik (yani, “piyasaların” nasıl tepki vereceğine dair).

Grexit’in Avro Bölgesi için daha iyi olacağında ısrar eden birçok aktör var (ve bunlar arasında Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaüble öne çıkıyor). Bu insanlar tek bir şeyden kaygılanıyorlar, o da borçların geri ödenmesi ilkesinin Yunanistan ve dünyanın başka yerlerindeki herkes için zorunlu bir öncelik olması. Sonra Avro Bölgesi’nin ayakta kalmasına öncelik veren ve Grexit’ten endişe duyan aktörler var. Aslında bu grupta en kayda değer kişi Almanya Şansölyesi Angela Merkel. Grexit nedeniyle sadece Avro Bölgesi’nin parçalanmasından değil, Avro Bölgesi’ndeki çöküşün AB’de bir çöküşe de yol açacağından korkuyor. Dolayısıyla SYRIZA’nın bir uzlaşma için yaptığı tekliflere bazı yönlerden uyum sağlamayı arzuluyor.

Öte yandan doğru olanı ise üçüncü görüş, yani topyekûn belirsizlik görüşü.“Piyasaların” veya herhangi bir kurumun nasıl tepki vereceğini öngörebilmenin hiçbir yolunun olmadığı koşullarda dünyanın kaotik bir bölünme içinde olduğu gerçeğini dikkate alan tek görüş bu. Birçok yatırımcı belirsizliğe alışkın olduğundan onların tepkileri de fiyatlarda vahşi salınımlara ve sıklıkla meydana gelen donmalara yol açabilir. Dolayısıyla önceliklerden birisi tercih edilmek durumunda. SYRIZA’nın tercihi büyük çoğunluğun acılarını hafifletmek. Bana göre bu tercih borç ödemesinin ihlal edilemezliği karşısında daha övülebilir bir öncelik görünüyor.

Elbette SYRIZA kendi önceliğini gerçekleştirebilmek uğruna bir dizi kısa dönemli ve çok zor tercihler arasında cambazlık yapıyor. Yanlış kararlar alabilir, hatta daha kötüsü, seçimlerde verdiği sözlere aykırı ciddi tavizler verebilir. Önümüzdeki iki ayda göreceğiz.

Kaynak:
Toward Freedom