İktidar uzunca bir süredir hem içeride hem dışarıda mezhepçi bir siyaset izliyor. İçeride yeni bir rejim inşasına girişen AKP, bu rejime uygun bir kolektif kimlik yaratmaya çalışıyor.

Yurtta mezhepçilik dünyada mezhepçilik

FATİH YAŞLI @fatih_yasli

Umut Kılıç 24 yaşında genç bir avukattı. Hâkimlik savcılık sınavının yazılısını kazandıktan sonra mülakata çağrıldı. Çağrıldı çağrılmasına ama mülakatların nasıl yapıldığını, kimlerin hâkim ve savcılığa kabul edildiğini gayet iyi biliyordu. Mülakata girdi, zaten baştan mimli olduğu için kendisine sadece kimlik bilgileri soruldu, Umut isyan etti ve karşısındakilere şöyle dedi: 

“Siz beni mülakata alıyorsunuz. Ama önünüzde duran kimlik bilgilerimi mülakat sorunu olarak soruyorsunuz. Hukuka dair, mesleğe dair bir şey sormuyorsunuz. Mülakat yapışınızdan aslında duruşunuz ve niyetiniz belli. Taraf tutuyorsunuz. AKP’nin tarafını tutuyorsunuz ve kendinizden olmayanı buraya almayacağınız o kadar açık ki sorduğunuz sorulardan belli.”

Tartışma devam ederken, “sadece kendi yakınlarınızı alıyorsunuz bizi almayacağınız belli’ dediğindeyse, karşısındakilerden biri Umut’a “nasıl kendimize yakın, sen Alevi misin” diye karşılık verdi. Çünkü heyettekilerin uzaklık yakınlık algısını belirleyen olgu açık bir mezhepçilikti ve son yıllarda kaç Alevi’nin ya da kaç solcunun hâkim veya savcılığa kabul edildiğine bakıldığında durum çok daha net bir şekilde görülebiliyordu.

Tartışma büyüyüp genç avukat AKP rejimini teşhir etmeye başladığındaysa polis çağrıldı ve Umut Kılıç önce gözaltına alındı, hemen sonrasında da çıkarıldığı mahkemece “Cumhurbaşkanına hakaret” gerekçesiyle tutuklanarak yaklaşık bir hafta boyunca cezaevinde kaldı.

ALEVİ MİSİN?   
28 Nisan’da Youtube’a yüklenen bir videoda, Cihatçı katillerin şiddeti artık pornografik bir gösteriye dönüştürdüğü Suriye’de gerçekleşen bir infazın görüntüsü yer alıyordu. EL Nusra’ya bağlı cihatçılar ele geçirdikleri İdlib kentinde yakaladıkları Suriye ordusundan bir askere, “Alevi misin, Sünni misin” diye soruyorlar, asker ise korkusuz bir şekilde “Alevi’yim” diyor ve bu yanıtın ardından “Allahuekber” nidaları eşliğinde oracıkta üzerine boşaltılan mermilerle öldürülüyordu. Görüntünün yüklenmesinden hemen önce gelen haberlere göre ise Cisr eş Şuğur köyünü ele geçiren Cihatçılar,  onun hemen yakınlarında yer alan ve nüfusunun çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu İştebrak köyüne saldırarak aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 70’e yakın Alevi’yi katlediyordu. Aynı esnada İstanbul’daki çeşitli camilerde, Nusra’nın “Cisr eş Şuğur zaferi” kutlanıyor, İslamcılar onlarca Alevi’nin öldürülmesinin ardından zafer adına lokum dağıtıyordu.

İÇERİDE VE DIŞARIDA MEZHEPÇİ SİYASET  
Peki Avukat Umut Kılıç’ın başına gelenle Suriye’de yaşananları birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız olaylar olarak değerlendirmek mümkün mü? 

Şüphesiz ki değil. İktidar uzunca bir süredir hem içeride hem dışarıda mezhepçi bir siyaset izliyor. İçeride yeni bir rejim inşasına girişen AKP, bu rejime uygun bir kolektif kimlik yaratmaya çalışıyor. Bu kolektif kimliğin merkezinde ise açık bir şekilde Sünnilik bulunuyor. Benim “Sünni-Ulus” diye adlandırdığım bu kolektif kimlik üzerinden kendisini tanımlayan kitle, AKP rejiminin dayandığı tabanı oluşturuyor ve rejim meşruiyetini buraya dayandırıyor.  

Alevileri, sosyalistleri, muhalif Kürtleri, Cumhuriyetçileri siyasal alanın dışında tutmayı ve onların siyasal eylem ve taleplerini gayrimeşru olarak göstermeyi hedefleyen Sünni-Ulus inşası elbette ki henüz tamamlanmış bir nitelik taşımıyor. Tam da bu nedenle rejim, başta eğitim alanı olmak üzere, geliştirdiği İslamizasyon politikalarıyla “kininin ve dininin sahibi nesiller” yetiştirmeyi ve böylelikle Sünni-Ulus kolektif kimliğini asli kimliği olarak kabul edecek ve çoğunluğu teşkil edecek “makbul vatandaşlar” yaratmayı hedefliyor. Yani rejim Sünni-Ulusu yeniden ve yeniden-üretmeyi öncelikli amaçlarından biri olarak görüyor.  

SÜNNİ İRADE  
Rejimin dış politikasını ise “emperyal-mezhepçi” diye adlandırmak mümkün görünüyor. Çünkü rejim bir yandan Osmanlı’yı yeniden diriltmek ve bölgede emperyal güç olmak gibi bir fantezinin peşinden koşuyor, öte yanda ise bu emperyal vizyonu merkezinde Sünniliğin durduğu siyasi ve askeri stratejiler üzerinden hayata geçirmeye çalışıyor. Bu mezhepçi dış politikanın en somut haliyle gözlemlenebildiği yer olarak ise Suriye karşımızda duruyor. AKP dış politikasının Suriye söylemine göre, %90’ını Sünnilerin oluşturduğu bu devleti azınlıkta bulunan Arap Alevileri yönetiyor, bu ise Suriye’deki BAAS rejiminin mezhepçi bir karakter taşıdığını ve yıkılması gerektiğini gösteriyor. 

Peki gerçek böyle mi? Gerçek elbette ki böyle değil. Artık CIA raporlarında dahi Suriye’de rejimin Sünnilere yönelik sistematik bir mezhepçilik yapmadığı, Suriye burjuvazisinin ve ordu da dahil bürokrasisinin önemlice bir bölümünün Sünnilerden müteşekkil olduğu kabul ediliyor. Dolayısıyla mesele AKP’nin “Sünni-Ulus” anlayışının ve mezhepçiliğinin dış politikaya damgasını vurmasıyla ilgili. AKP rejimine göre “milli irade”, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, Suriye’de de çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlar, yani “Sünni irade” anlamına geliyor. Dolayısıyla bu akıl yürütmeye göre, nüfusun çoğunluğunu Sünniler oluşturduğu için devletin de Sünni bir karakter taşıması, egemenliğin kaynağı olarak ise Sünni Müslümanlardan oluşan “millet”i, yani “Sünni-Ulus”u görmesi gerekiyor.

ANTAKYA OPERASYON ODASI  
Bu mezhepçi dış politikanın askeri bir ayağı da bulunuyor elbette. AKP rejimi Suriye ile doğrudan bir savaşa henüz girmemişse de Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte, Cihatçılar üzerinden Suriye’ye karşı bir “vekalet savaşı”nı ya da aynı anlama gelmek üzere bir “taşeron savaşı”nı yürütüyor. Cihatçılar ise hedef tahtalarına sadece “Nusayri rejimi”ni değil, bütün Şiileri ve Alevileri oturtmuş durumdalar. Savaşın başından beri, Suriye Ordusu’nun geri çekildiği bütün yerleşim birimlerinde sivil Aleviler Cihatçıların katliamlarına maruz kaldığı ve binlerce kişinin yaşamını yitirdiği biliniyor.

İşte İslamcıların İstanbul’daki camilerde lokum dağıtarak kutladığı İdlib ve Cisr Eş Şuğur “zaferi”nin gerisinde de Suriye devletine karşı dört bir koldan sürdürülen vekâlet savaşı ve Alevilerle cihat uğruna dünyanın her yanından Suriye’ye akın eden Sünni İslamcı militanlar bulunuyor. Hasan Sivri’nin geçtiğimiz perşembe günü BirGün’de yayınlanan makalesine göre, Arap basınında Cihatçıların İdlib saldırısının Türkiye, Suud rejimi ve Katar’ın içerisinde bulunduğu “Antakya Operasyon Odası”nda planlandığı ve nihai kararın da Suudi emiri Muhammed Bin Nayef’in Ankara ziyaretinde verildiği yazılıyor.

GİDİŞAT NEREYE? 
Peki emperyal-mezhepçi dış politikanın yakın gelecekte Türkiye’yi sürükleyebileceği yere dair neler söylenebilir? Buna doğrudan bir yanıt vermek yerine üç haberi alt alta yazalım ve gidişatın nereye doğru olduğunu görmeye çalışalım.

Bir, geçtiğimiz günlerde Huffington Post’ta yayınlanan ve Türkiye, Suudi Arabistan, Katar üçlüsünün ABD’nin de bilgisi dahilinde Suriye’ye bir saldırıya girişebileceğine dair, taraflarca yalanlanmamış olan haber.

İki, bu yazının yazıldığı gün, ABD’de “sağlam” kaynakları olduğunu bildiğimiz Aslı Aydıntaşbaş’ın “NATO kulislerinde Türkiye’nin Suriye’ye girerek bir tampon bölge oluşturacağı konuşuluyor” diyen yazısı.

Ve üç, yine bu yazının yazıldığı gün yayımlanan ve eğit-donat anlaşması kapsamında Suriyeli muhalifleri eğitmek için 123 ABD’li görevlinin Türkiye’ye geldiğine dair haber.

Üçünü birlikte okuduğumuzda, rejimin “yurtta mezhepçilik dünyada mezhepçilik” diye özetleyebileceğimiz dış politika anlayışının giderek yoğunlaştığını söylemek mümkün görünüyor. AKP rejimi, yaşadığı başkanlık merkezli krizi aşmak için, içeride ve dışarıda mezhepçiliği derinleştirmek zorunda. Bunun varacağı yerin bir sıcak savaş olup olmadığını ise önümüzdeki günlerde birlikte göreceğiz.