Hatay’da susuzluk sürerken Akbelen’de direnişe kolluk müdahale ediyor… Bu iki olay bile AKP’nin yönetim tercihini net bir şekilde ortaya koyuyor. Halka yeni vergiler yükleyen iktidar, ihtiyaç duyulduğunda ortada yokken toprağına, suyuna sahip çıkan kim varsa her daim karşısında oluyor.

Yurttaşa cop, sermayeye kalkan
Fotoğraf: Evrensel

Mustafa KÖMÜŞ

Ülke gündemini son günlerde en çok Muğla Milas’taki Akbelen direnişi ile Hatay’da depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen suyun olmaması meşgul etti. Bu iki olay iktidarın ve devletin iki farklı yüzünü ve tercihlerini de net bir şekilde gösterdi. Bir tarafta Akbelen Ormanı’nı Limak’a peşkeş çeken iktidar karşısında toprağına, ormanına sahip çıkan köylülerin ve yaşam savunucularının karşısına dikilen kolluk kuvvetleri. Diğer tarafta ise susuz kalan Hatay halkı. Halka sürekli yeni vergiler yükleyen neredeyse aldığı nefese bile vergi koyan iktidar yurttaş ihtiyaç duyduğundaysa ortada yok. Buna karşın herhangi bir hak arayışında ‘devlet’ olduğunu her fırsatta gösteriyor. Hatay’da büyük yıkım yaratan deprem, su şebekesinde de ağır tahribata neden olmuştu. Depremin üzerinden 5 ay geçmesine karşın su sorunu hâlâ sürüyor. Yurttaşlar içme suyu ihtiyacını ya hazır su alarak ya da yaklaşık 40 derece sıcağın altında su kuyruğuna girerek karşılıyor. Günlerdir bu sorunu dile getiren Hatay halkı sesini duyuramıyor. Devlet 6 Şubat’tan beri Hatay’da yok. Kentteki tek sorun bu da değil. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş geçen günlerde yaptığı açıklamada yıkılmayı bekleyen hâlâ 50 bin hasarlı binanın olduğunu söylemişti.

KONUT TESLİM EDİLMİYOR

Devletin duyarsızlığı bununla da sınırlı değil. Vaat İnceleme Platformu’nun çalışmasına göre 2017’de Çanakkale Ayvacık'ta gerçekleşen depremin ardından 2018 sonuna kadar yapılması vaat edilen 604 evin sadece 205’i teslim edildi. 2018’de Adıyaman Samsat'ta gerçekleşen depremin ardından da aynı yılın sonuna kadar yapılması vaat edilen 1.740 evin sadece 403’ü verildi. İzmir’in Seferihisar açıklarında 30 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen depremin ardından ise söz verilen konutların birçoğu hâlâ teslim edilmedi. 1.700 ağır hasarlı hanenin sadece 579 hanesine kura çekildi. 

ŞİKÂYET YAĞIYOR

Deprem konutlarına ilişkin Şikayetvar Platformu’na yapılan şikayetler de devletin bu konudaki tavrını ortaya koydu. Platformda yer alan bazı şikâyetler şöyle:

•Elazığ depreminde evim ağır hasar aldı. 24 Aralık 2022’de yıktılar. Yerinde sadece yeni temel atıldı. 2 sene çadırda yaşadım. 8 ay önce konteyner aldım. Daha kaç kış çadırda konteynerde yaşayacağız? Kaymakam bilmiyor, valilik bilmiyor. Yapılmayacaksa başımızın çaresine bakalım.

•TOKİ tarafından İzmir depremi sonrası Bayraklı rezerv alanda yapılan deprem konutlarından geçen hafta itibarıyla evimizi teslim aldık. Lakin evin her yeri dökülüyor. Eve gittim bakmaya, her yeri su basacak neredeyse. Yani böyle kontrolsüz ev mi dağıtılır, depremzede insanlara? Evin her yeri sorunlu. İlgililer nerede? Yüklenici firma nerede? Yazık değil mi biz depremzedelere?

•TOKİ evleri dar gelirliler için, dediler. Sel deprem mağduruyuz peşinatını az ödeme yaptık. Anahtar teslimi önce 5-10 bin, dediler. Şimdi 50 bin, diyorlar. Hem deprem hem sel mağduruyuz. Fakir aileler nereden 50 bin ödeyecek?

•Elazığ’da deprem olduktan sonra güvenlik açısından TOKİ deprem konutlarında asansörleri devre dışı bıraktılar. Şubat ayında kapanan asansör hâlâ bazı bloklarda açılmadı. Bebeği olan yaşlısı olan var. Dalga mı geçiliyor? Her gidişimizde bozuk parça gelecek, denilerek oyalanıyoruz. Bu sadece tembellik. Çözüm üretilip en kısa zamanda yapışmasını rica ediyorum.

Fotoğraf: Twitter

AFETTE ORTADA YOK

Bunun yanında yangın ve sel gibi afetlerde de hep benzer manzaralar ortaya çıktı. Örneğin Akdeniz ve Ege sahil hattı boyunca iki yıl önce çıkan yangınlara yeterli müdahaleler gerçekleştirilmedi. Yangın söndürme uçaklarının çürümeye terk edildiği öğrenildi. Birçok can kaybının yanı sıra yurttaşın konutları ve hayvanları zarar gördü. Erdoğan yangınların ardından gittiği bölgede insanların üstüne çay fırlattı. Aynı dönemde Batı Karadeniz’de yaşanan sellerde de yurttaş kaderine terk edildi. AFAD’ın geç müdahaleleri nedeniyle yaşamını kaybedenlerin sayısı daha da arttı.

Bunların yanı sıra yurttaşın korunması gereken durumlarda da devlet ortada görünmedi. Örneğin 2014 yaşanan Soma faciasından sonra dönemin başbakanı Erdoğan patlamayı kadere bağladı. 301 madencinin öldüğü faciada sanıkları her bir can kaybı için sadece 6 gün cezaevinde kaldı. Üstelik hâlâ onlarca aile tazminatını alamadı. Mağdurların tazminatını ödememek için ‘iflas’ bahanesiyle ‘devletin kasası’nı kullanan SOMA A.Ş., 10 bin liralık vekalet ücreti için, işçilerin ve yakınlarının her şeyine haciz koydurdu.

Yine birçok canlı bomba saldırısında da devletin ihmali olduğu ortaya çıktı. Örneğin 10 Ekim 2015’te gerçekleşen Ankara Gar Katliamı’ndan önce Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat ve Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından, IŞİD’in canlı bomba saldırısı düzenleyeceğine yönelik istihbarat aldığı öğrenildi. İçişleri Bakanlığı’nın katliamdaki ihmallere ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında Emniyet ve MİT’in IŞİD’in terör saldırısı düzenleyeceğine ilişkin 62 ayrı istihbarat notu geçtiği tespit edildi. İhmaller yalnızca bununla sınırlı değildi. Canlı bombalara eskortluk yaparak Ankara’ya getiren Yakup Şahin’in katliamdan 11 önce Antep'in Nizip ilçesinde bir gübre bayisinden amonyum nitrat almaya çalıştığı Emniyet tarafından tespit edildi. Gübre bayisi sahibinin ihbarı üzerine kamera görüntülerinden kimliği tespit edilen Şahin hakkında gözaltı kararı çıkarılmadı. 20 Temmuz 2015’te gerçekleşen Soma Katliamı’na ilişkin davaya yeni giren dosyalar da benzer bir durumun yaşandığını ortaya koydu. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü’nün, canlı bomba saldırısını düzenleyen Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün, 13 Ekim 2014 tarihinde Suriye’ye gittiği yönündeki bilgiyi Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan sakladığı ortaya çıktı. Mülkiye müfettişlerinin kamu görevlileri hakkında hazırladığı raporda, canlı bomba Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün isminin, saat 11.45’te düzenlenen saldırıdan önce Emniyet’in sisteminden iki kez sorgulandığı ortaya öğrenildi. Son olarak geçen yıl İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen bombalı saldırının ardından ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise Amerika’yı suçlayan ifadeler kullanmıştı.

Tüm bu olaylarda varlığını göstermeyen devlet sokağa çıkan ve hakkını arayanlara karşıysa kendini gizlemiyor. Grev yapan işçi polisle karşılaştı, suyuna ve toprağına sahip çıkan köylüler karşılarında jandarmayı gördü, eğitim hakkı için sokağa çıkan öğrenciler coplandı, sokaklarda özellikle İstanbul’un bazı semtlerinde sivil yurttaştan çok bekçiler dolaşmaya başladı. Özetle devlet her alanda ve her yerde kolluğu yurttaşı susturmak için kullandı.

***

AKP’NİN YAPISI BU

Konuya ilişkin BirGün’e konuşan Siyaset Bilimci Sibel Özbudun şunları aktardı: “Devletin yüzü hep tahakküme dayalıdır. Zayıflara karşı her zaman zalim, sermayeye karşıysa her zaman şefkatlidir. Akbelen'de ormanları için mücadele eden köylülerin ve çevrecilere zalim, Antakya'da susuzluktan kırılanlara karşı en iyi ihtimalle duyarsız. Sermayeye karşı, her zaman yumuşaktır. Her zaman kollayıcıdır. Günümüzde yaşadığımız bundan ibarettir bence. AKP de sermayenin partisidir. Yeni muhafazakârlık denilen dincilikle milliyetçilik kırması bir ideolojiye dayanan partidir. Durduğu yer de her zaman için sermayenin yanıdır. Kendisi de üstelik bir sermaye kesimini, eskiden Anadolu Kaplanları olarak bilinen İslamcı sermayeyi yükseltmenin peşindedir. Dikkat ederseniz attığı her adım, yaptığı her uygulama buna yöneliktir. Akbelen Ormanları niçin yok ediliyor? Beşli Çete’ye açmak için yok ediliyor. Yani ormanlar şu an sermayeye şirketlere peşkeş çekildiği için orada köylüler, jandarmayla karşı karşıya kalmak durumunda. Antakya’da emin olun yani herhangi bir kâr kapısı olduğu gün orada su sıkıntısı kalmaz. Antakya'nın hâlâ depremin üzerinde bunca zaman geçmesine karşın usuz olmasının nedeni burada bir sermaye şeyinin kazancının söz konusu olmayışıdır. İki gram kâr kokusu olsaydı emin olun Antakya'ya şu an bakanlar seferber olmuştu, su borularını döşemişler, suya boğmuşlardı.”