Yüz bin kelle istiyorum

CEM KALENDER

Jean Paul Marat devrimcilerin en acayibidir, en keskini. Fransız devriminin en ateşlisidir ama devrim mahkemelerinden yargılanmaktan da kurtulamaz. Kuraldır, devrim önce kendi evlatlarını yer ama Marat’ı yiyememiştir zira O alıcı kuştur. Mahkemeyi bile ürküten bir halk desteği vardır arkasından, üstelik öyle ikna edici bir savunma yapar ki kellesini giyotinden kurtarır.
Mahkeme çıkışında on binlerce insan Marat’ı beklemektedir coşkuyla. Devrimin alıcı kuşu omuzlardadır. Marat omuzlarda şunu haykırır: “Yüz bin kişinin kellesini istiyorum.”

Suat Duman’ın romanı “Ant olsun ki hepinizi mahvedeceğim oruspu çocukları!” girişi bana Jean Paul Marat’ın hikâyesini çağrıştırdı. Üstelik tam da direniş günlerinde böyle bir meydan okuyuş devrim başlangıcı olarak algılanabilirdi. Ama hikâyenin bu yönde ilerlemediğini çabuk fark ediyoruz. Zaman her ne kadar Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi’nde anlattığı zamana benzese de olaylar öyle gelişmiyor. Dickens nasıl tarif ediyordu o günleri; “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana...”

Dünyanın Leşleri’ni okumaya başladığımızda böyle acayip bir zamanın içinde olduğumuzu fark ediyoruz. Bin yıl önce yaşanmış hikâyeyi okuyormuşuz gibi bir hisse kapılıyoruz. Ama daha dündü olanlar. Gezi Direnişi’nden bahsediyorum.

Böyle bir dönemi arka fon olarak kullanıyor kitabında Suat Duman. Bir yazar için riskli bir durum tabi. Gezi Direnişi ile ilgili onlarca kitap yazıldı ama birçoğu direnişin altında ezilip çöplüğe gitti. Dünyanın Leşleri o kitaplardan değil. Kör gözüm parmağına yapmamış. Bir dantel gibi işlemiş olayları.Olayların akışından, hızından, heyecanından ancak dönüp göz ucuyla bakabiliyoruz isyan günlerine. Esas anlattığı olaylar ise daha ilk başta kovalamacaya dönüşüyor sonra aldatmacaya. Neden aldatmaca? Çünkü bir sihir yok sadece sihirbazlar var ortalıkta. Çabucak anlıyorsunuz klasik bir polisiye kitabı okumadığınızı. Katil kim? Maktul kim? Sorularını sordurmuyor bile yazar size.

Daha hemen kitabın başlarında kahramanımız hemen kendini ele veriyor ve derin bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Sözgelimi kahramanımızın hiçbir gücü, iradesi, analitik düşüncesinin olmadığını görüyorsunuz; olan ise kupkuru bir intikam duygusu ve inanmışlık. İsimsiz kahramanımız ilk cümlede bize vaat ettiği “Hepinizi mahvedeceğim orospu çocukları,” sözünün gerçekleşme ihtimalini tutumuyla çok geçmeden sorgulatmaya başlatıyor.
Benim kitaptan anladığımın toplamı da bu zaten. İnanmış, heyecanlı, intikam için yanıp tutuşan bir karakter ama o kadar; ne plan, ne program, ne vizyon. Romandaki arka fon da bundan farklı değil. İsyan eden, intikam için yanıp tutuşan öfkeli bir kitle. Bu kadar.

Saut Duman, düzene karşı isyan eden gençlerle kitabın isimsiz kahramanına aynı dili kullandırmayı denemiş. Dil güçlü, üstelik heyecan verici ve yüksek motivasyonlu ama metotsuz, vizyonsuz. Kitabı okurken insanın aklına Ali Suavi’nin. 2. Abdülhamit’i indirip yerine 5. Murat’ı geçirme teşebbüsü geliyor. Tek tabanca Çırağan sarayını basmak da ne oluyor? Üstelik 5. Murat başa geçse ne olacak? Ama onunki saf bir inanmışlıktan başka bir şey değil.
Tarih bize şunu öğretir; toplumsal ve bireysel kalkışmalarda intikam hep belirleyicidir ama tek başına hiçbir şeydir, asla hedefe ulaştırmaz. Bundan sebep tarihte çok az kalkışma hedefine ulaşmıştır; bir vizyonu olan, bir metodu olan daha da önemlisi bu vizyon ve metodu ortaya koyan bir lideri olan kalkışmalar. Bunlar olmazsa kitapta olduğu gibi bir ismin bile olmaz. İntikam duygusu öfke nöbetlerine döner oradan da histeriye evrilir.

Öyle değil miyiz şimdi? Adı dahi olmayan histerik bireyler ve devasa histerik bir toplum.

Suat Duman’da Dünyanın Leşleri’nde tam da bunlardan bahsediyor.

DÜNYANIN LEŞLERİ
Suat Duman
Alakarga, 2015