Aynaya her baktığınızda gözlerinize yansıyan görüntünüz ile, geçmiş on-onbeş yıl önceki fotoğraflarınızdaki yüzünüzü karşılaştırdığınızda aynadaki yüzünüzle fotoğraftaki yüzünüzün aynı olduğunu söyleyebilir misiniz? Yalnızca yaşlandığınızı görüyorsanız yüzleşmekten kaçıyorsunuz demektir.

Deleuze ve Guattari yüz ve yüzle ilgililik konusunda, yüzün bir tabula rasa (insan zihninin öğrenmeden önce boş bir levha olduğu şeklindeki Aristo'ya dayandırılan görüş) olması üzerinde dururlar. Yüzün tüm olayların tanığı olduğu, yüzlerin kişisel ve bireysel olmadığı, soyut bir makine olarak siyasi gücün emrinde olduğunu söylerler. Siyasi bir imgeden bahsediyorlar yani. Örneğin Lili Marlene diye de anılan Marlene Dietrich'in yüzü faşizm karşıtlığının simgesidir. Dietrich'in kırklı yıllarda müttefik birliklerini eğlendirmek için beş yüzden fazla gösteri gerçekleştirmiş olması, onun yüzüne siyasi anlam ve imgesellik kazandırmıştır. Spencer Tracy ile birlikte rol aldığı, Stanley Kramer'in “Nuremberg'de Yargılanma” filminde yüzünün antifaşist imgesi hafızalardadır.

İsveçli yönetmen Ingmar Bergman’ın Persona filminde ise 'öteki'nin yüzüyle karşılaşan 'ben', personasını (maskesini) yüzünden çıkararak, toplumun kendisine dayattığı rol ve sorumluluklardan uzaklaşmayı tercih eder... Ben’in kendisine yaklaşabilmesinin biricik yolu, ötekinin gözleridir. Levinas’a göre öteki, varolan hiçbir kavramla ilişkilendirilemeyecek kadar yabancıdır. Bu yüzden ben, onu herhangi bir kavramın içine yerleştirerek anlayamaz. Öteki, ben’in karşısına maskesiz olan yüzüyle çıkar; yüz her türlü kavramsallaştırmadan kaçar. Yüz kendi başına anlamlıdır ve sonsuzu ifade eder. Gül Esin Serttek 'Persona: Yüzün anlamı' yazısında; Öznenin, ancak yüz yüze bir ilişkide kendi varoluşunu gerçekleştirebileceğini savunmuş. (sosyal ağ iletişimcilerinin bilgisine)

İnsanımızın kendiyle, geçmişiyle yüzleşmesi, ödeşmesi, sonuç çıkarması ve bu sonuçlarla birlikte yaşamaya çalışması bizim kültürümüzde pek yoktur. Yani öznemizin aynadaki yüzüyle eski fotoğraftaki yüzünü karşılaştırıp yüzleşmesi bu sava göre yapılamaz. Çünkü ötekine ihtiyaç var, kendine yakınlaşabilmesinin biricik yolu, ötekinin gözlerinden geçiyor...

Bedenlerimizin ‘meta’ değeri ile konumlandığı modern zamanlarda, yüzlere operasyonla müdahale arzusu, modern tıp aracılığı ile zirvede. Estetik ve güzellik politikalarıyla yüzümüze dayattığı transparan kimlikler... Ya 'yüz nakli?' Biyolojik doku transferi olmaktan öte kişilik ve toplumsal kimlikle de doğrudan ilişkili olan, ölü bir bedendeki yüzle yer değiştirme... Böylece norm ya da siyaseten sakıncalı yüzler, plastik cerrahi sayesinde 'normal' topluluğun içinde görünmez hale getiriliyor!

Tarihimizin karanlıkta bırakılan sayfalarıyla yüzleşilmediği gibi, son bir yıldır olan patlamalar da derdest edilip toprağa gömülüyor. 7 Haziran seçimlerinden bu yana Diyarbakır'da, Ankara'da, Reyhanlı'da, Suruç'da, Bursa'da ve İstanbul'da tam on iki patlama gerçekleşti. Ölümler can yakıyor, adamlar yasaları kaçırma derdinde. Yüksek yargıyı tümüyle kontrolü altına almasına yol açacak ve hukuku tamamen iktidara bağımlı hale getirecek yargıya darbe yasası Mecliste kabul edilirken, aynı anda “güvenlik zaafiyeti yoktur,” deme yüzsüzlüğünü gösteriyorlar. Bunlara yüz nakli de yetmez.

Mevcut bilgilerimizi ertelemeden yüzleşme korkumuzu yenip, şimdi sorma zamanıdır: 'Yüzsüzlük' mü, 'Yüzsüzleşme' mi?

İsterseniz yanıtını hemen vermeyin. Çünkü yüzsüzlük başka, yüzsüzleşme başka... Özel ve kamusal hayatın birbirinden ayrılmasıyla birlikte özel hayattaki ‘kullanım değeri’ne sahip yüz ile kamusal alandaki ‘değişim değeri’ne sahip yüz birbirinden ayrıldı. Tam da bu noktada Deleuze’ün ‘yüzsüzleşme’ önerisini dikkate almak gerekiyor. Yüze geçirilen birden çok ‘maske’yi söküp atmak, yüzü bozmak ve tahrip etmek, yani ‘yüzsüzleşmek'... Ingmar Bergman’ın Persona filminde 'öteki'nin yüzüyle karşılaşan 'ben'in, maskesini yüzünden çıkardığı gibi...

Şimdi aynaya geri dönelim ve tekrar yüzümüze bakalım mı? Eski fotoğraftaki yüzümüzün anlattıklarıyla ve şimdiki maskelerimizle yüzleşelim mi? Sonra onları söküp atarak yüzsüzleşelim mi, ne dersiniz? Öznenin, ancak yüz yüze bir ilişkide kendi varoluşunu gerçekleştirebileceğini unutmadan ama.