Mustafa Alabora, Halikarnas Balıkçısı’nın ölümünün 50’nci yılında Bodrum’un yüzen sahnesinde ‘Mavi Sürgün’ü okudu. BirGün’e konuşan Alabora, “Nâzım’ın dizelerindeki gibi, işim gücüm yaşamak” diyor.

Yüzen sahnede Halikarnas Balıkçısı: İşim gücüm yaşamak
Mustafa Alabora ve Deniz Çakır (Fotoğraflar: BirGün)

Işıl ÇALIŞKAN

Cevat Şakir Kabaağaçlı nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı, ölümünün 50’inci yıldönümünde kült romanı ‘Mavi Sürgün’ ile 1. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali’nin yüzen sahnesinde anıldı. Bodrum Kalesi’nden demir alan STS Bodrum teknesi Mustafa Alabora ve Deniz Çakır’ın 2 saatlik okuma performansı eşliğinde güneşi batırdı. Kabaağaçlı’nın bundan tam 103 yıl önce yazdığı bir yazı nedeniyle Bodrum’a sürgün edilişiyle birlikte yaşadığı dönüşüm Alabora’nın sesinden geçirdiği duygularla vücut buldu. Kendi yaşam hikâyesindeki benzerlikleriyle bu duyguları dinleyiciye geçirmekte zorlanmamış olsa gerek… Nitekim Alabora da 1972 yılında siyasi tutuklu olarak iki buçuk yıl cezaevinde kalmış, özgürlüğüne kavuştuktan sonra ise bir dönem Rumeli Hisarı’nda balıkçılık yapmıştı. Tıpkı Halikarnas Balıkçısı gibi…

Henüz STS Bodrum teknesi demir almadan önce Alabora ile bir araya gelerek Halikarnas Balıkçısı’nı konuştuk.

Cevat Şalit Kabaağaçlı’nın Halikarnas Balıkçısı’na dönüşüm hikâyesinin sizde yarattığı etkiyle başlayalım isterim…

O kadar güzel yazmış ki, sadece 2-3 tane eski sözcük kullanmış. Müthiş bir Türkçe’yle yazmış. Çok etkileyici. Diz üstü çöküyor ve çocukluğumdan beri ilk defa hıçkıra hıçkıra ağladım. Sonra o dizüstü çöken adamın içinden milyarlarca kuş kanatlandı ve balıkçı çıktı diye tasvir ediyor bu dönüşümü. Cevat’ın kalıbı orada kalmıştı ve yeniden doğan Halikarnas Balıkçısı’ydı. Ve o sırada ömrünü burada, Bodrum’da bir kuru ekmek ve suyla geçirmeye razıydı.

Onun Bodrum’la bu kadar özdeşleşmiş olmasını neye bağlıyorsunuz?

Ben Bodrum’a Cevat Şakir öldükten 3 sene sonra geldim, 47 sene oldu ben geleli. O zamanlar kapılar kilitlenmiyordu burada, hırsızlık olmuyordu. 80 darbesinden sonra bir acayip oldu Bodrum. Ben geldiğimde 32 yaşımdaydım. Daha önce tiyatrodaydım. Sonra siyasi düşüncemden dolayı hapis yattım. Geç geldim ama sonrasında vazgeçemedim buradan. Çok özel insanlar tanıdım burada. Şairler, ressamlar, besteciler, edebiyatçılar… Burası sanatla, sanatçılarla özdeşleşmiş bir yerdi. Tiyatro festivali belki Bodrum’u tekrar eski haline dönüştürür. Çünkü şu anda yalnız deniz, güneş geliyor akla Bodrum deyince.

Halikarnas Balıkçısı Bodrum’un bu halini görseydi ne düşünürdü?

Herhalde ağız dolusu bir küfür ederdi (Gülüyor).

Halikarnas Balıkçısı’nın günümüzde yeniden anlatılması neden önemli?

Onun hikâyesi her dönemde anlatılmalı. Bodrum’da narenciye varsa, begonvil varsa, ağaçlar varsa onun sayesinde. Onu her dakika anmak Bodrumluların boynunun borcu olmalı bence.

Kabaağaçlı 1920’de Bodrum’a sürgüne gönderiliyor. Bugün hâlâ sanatçılar ve gazeteciler düşünceleri nedeniyle cezalandırılıyor.

Türkiye’de maalesef pek bir şey değişmiyor. Nâzım Hikmet de hapsedildi, Sabahattin Ali de öldürüldü. İstiklal Mahkemeleri’nde birsürü insan haksız yere öldürüldü. 12 Eylül’de 50 kişiyi astılar. Hatta “Asmayalım da besleyelim mi?” dendi. Maalesef değişmiyor ama ben hiç umutsuzluğa kapılmam, bir gün değişecek. Çaresiz değişecek.

Düşüncelerini açıkça ifade eden bir sanatçı olmanın nasıl bir karşılığı oluyor?

Fazla sivri dilli olursan sen de Silivri’ye gidersin. Bu yaştan sonra Silivri’ye gitmek biraz zor.

Tarihte bu günler nasıl hatırlanacak?

Çok hoş hatırlanacağını tahmin etmiyorum. Bu son 10-15 sene bizi çok yordu ve üzdü evet ama geçmişe baktığımız da da aynı şeyleri görüyorum. Bizim Halk Oyuncuları Tiyatrosu’nu Adalet Partisi Gençlik Kolları yakmıştı. Öncesinde de her gece gelip bizi dövüyorlardı. Pir Sultan Abdal’ı oynadık sonra. Tunceli’de inanlara işkence ettiler özellikle Nesimi Çimen aylarca hapiste kaldı. Bu ülke böyle maalesef.

TİYATRO DÖNÜŞTÜRÜR

Tiyatronun değiştirici, dönüştücü gücüne dair neler söylersiniz?

Ben konservatuvarı bitirdim, sonra Kent Oyuncuları’nda oynadım. Ondan sonra ayrılıp 22 yaşında Halk Oyuncuları’na girdim. Daha sonra 3 arkadaş Vasıf Öngören, Halil Ergün, Erdoğan Akduman ve ben Ankara Birliği Sahnesi’ni kurduk. Orada devrimci oyunlar oynadık hep. Ben tiyatronun insan ilişkilerini anlatan ve insanı değiştirmeye yönelik bir sanat olduğuna hep inandım. Ama tabii toplum değiştikçe tiyatrodaki anlayış da değişiyor. Bugün artık kimse böyle bakmıyor tiyatroya.

Bugün böyle bakılmadığını düşündüren nedir size?

Çünkü her şey çok kolay tüketiliyor. Televizyon, diziler, sinema var. Televizyonda reyting peşinde olunca tiyatro öncülük yapmış olmuyor. Halkın görüşlerini sunmuş oluyor. O da ilerici bir şey olmuyor. Çünkü halk her zaman tutucudur, bağnazdır. Ancak bazı ilericiler onları götürürse giderler. Halbuki onların isteklerini yaptığın sürece sen de tutucu ve bağnaz olursun.

Sizce Türk tiyatrosunda bugün geleceğe bırakılacak eserler üretiliyor mu?

Benim yıllardır takıldığım bir meseledir bu. Konservatuvarlarda bir sürü oyuncu ve yönetmen yetiştiriliyor. Ama oyun yazarı yetişmiyor Türkiye’de. Ben yıllar önce demiştim. Devlet iyi bir jüri kurup her sene 3 yazara iyi ödüller versin. 10 sene sonra 30 tane oyunumuz olur diye düşünürdüm. Çünkü biz İngiliz Tiyatrosu’ndan bahsederken Shakespeare deriz, Fransız Tiyatrosu’ndan bahsederken Moilere deriz. Yani bir ülke tiyatrosundan bahsedilirken ülkenin yazarından bahsedilir oyuncusundan değil. Oyuncu ölüp gider. Öldükten 10 sene sonra kimse hatırlamaz onu. Türkiye’de hep oyunculuk yönetmenlik üzerine bir şey gelişiyor. Halbuki oyun yazarı üzerinden gelişmeli. Oyun yazarı olmadan Türkiye’deki tiyatro bir adım ileri gidemiyor.

Ufukta başka nasıl projeler var?

Bazen teklif geliyor ama bu ara kafama uyan bir şey yok. Resim yapıyorum, bol bol kitap okuyorum. Nâzım’ın dizelerindeki gibi, benim işim gücüm yaşamak artık.