Google Play Store
App Store
Zamanın ruhu, Turuncu Zamanlar...

Onur Bütün

“Babamla çağlayanın başındaydık. O kocaman bir kayanın üstüne oturmuştu. Ben de yanına. Ayaklarımızı gürüldeyerek akan suya soktuk. Soğuk su tabanlarımızı sızlatsa da çekmedim. Babam elindeki sopayı suya daldırdı. Ortası delik bir mercan takıldı sopanın ucuna. Mercanı avucumun içine koydu. ‘Derdini buna anlat, bitince suya bırak!’ Gözyaşlarım suya damladı. Su ılındı. Babam parmak uçlarını yüzümde gezdirdi. ‘Ağla Demre, ağladıkça yüreğinin ağısı dışarıya dökülür. Ama yaşlarının hepsini harcama lazım olacak sana!”[1]

Babalar ve onların kızları… Ya da tersinden düşündüğümüzde kızlar, kadınlar ve babaları. ‘Turuncu Zamanlar’, Demre’nin babasını arayışını ve özleyişini ana tema olarak işleyen, enfes kurgusu ve ritmiyle kentli bir kadını anlatıyor. Yazar Esra Kahraman’ın ikinci romanı. Deneme ve öyküler de yazan Esra Kahraman; kentte yaşayan kadınların, kökleriyle bağlarını inceleyerek, kendi ayakları üzerinde duran, durmaya çalışan kadınları anlatmış. Ancak benim öne çıkarmak istediğim başka bir yanı var kitabın… Baba-kız ilişkisine tekrar döneceğim. Çarpıcı ve nitelikli bir yöntemden söz edeceğim. Edebiyatta kullanılan çok hoş yöntemlerden biriyle tekrar karşılaşmak ve bunu bir kadın yazarın iğne oyası gibi işlemiş olması, kadın olarak beni gönendirdi.

Sekiz bölüme ayrılan metin, toplam otuz altı kısa öyküden oluşuyor. Romanı okumanız sonlandıktan sonra, herhangi bir kısa öyküye dönerek metnin tamamına bağlanan diyalekt bir parça ile karşılaşıyorsunuz. Marx’ın Kapital’inde uygulanan yönteme çok benzer bir yönteme sahip metin. Marx Kapital’e, metanın tanımıyla başlar ve bir sonraki kavram bir öncekinin içinden dolayımlanarak geçer, içerilip aşılır. ‘Turuncu Zamanlar’ın ilk öyküsünden son öyküsüne kadar, karakterler, olay örgüsü, zaman ve mekânlar bu yöntemle okura aktarılmış. Ve unutmadan söylemeliyim, o kısa öykülerin adları enfes… (Kusurlara Katlanabilme Sanatı, Kültürel İdam, Öldürecek Yara Dışarıdan Belli Olmaz, Kayıp Bedevi, Gerçeküstü Zamanlar Geçidi, Sıhhatine, Para İnsana Doyar, Son Mutlaktır Değişmez, Hayal ile Hakikat Arasında gibi…)

Babanın yokluğu
Demre’nin babası Güven, anneannesi Zühre, aslında ilişkileri sürekli sarsılarak yürüyen sevgilisi Engin, tesadüfen tanıştığı Bektaş, yakın arkadaşı (beş benzemez gibi oldukları) Gülçin, komiser Sadettin Bey, sevimli bitirim Tahir, mazlum kadınlar, şiddet gören transseksüeller, Eğin’deki komşu teyzeler derken romanın zengin bir karakter yapısı da var. Baba Güven ta en başından kayıp, akıbetini söylemek abesle iştigaldir her zaman, bende kalsın. Ama metnin dip akıntısında Baba Güven’le beraber resmî bir tarih geçmemesine rağmen, 12 Eylül Askeri Darbesi sırasında pek çok devrimcinin başına gelenleri fark etmemek imkânsız. Dolayısıyla metnin okuduğumuz bazı politik romanlardan önemli bir farkını da söylemiş oldum.

Babasını ince bir sızı gibi anımsayan kız çocuğunun büyüyüp, erkeklere öfke duymadan ama erkek egemen kültüre de teslim olmadan gelişimini izleyebilmek bana ayrıca keyif verdi. Bu gelişimin en güzel örneklerinden birini biraz açmalıyım.

Demre genç bir avukat ve tek başına yaşıyor. Hem ofis hem de ofis dışında en yakın olduğu arkadaşlarından biri erkek. Nusret de bizi yanıltmıyor romanda. Sıcacık bir ilişkileri var. Nusret’in sevgilisi Baki’yle, hetoroseksit bakışın dışına çıkıyoruz. Yazar bunu da gözümüze sokmadan yapmış. Yoksa erkeklerin genellikle yakın bir kadın arkadaşı olmaz. Kadınlar içinse durum tersinden işler. Bektaş’la tanışması sonrasındaki gelişmeler, kadınların özel yaşamlarını kurarken ne kadar incelikli ve özenli olduklarını çok iyi anlatıyor. Yazar açıkça söz etmese de, Engin’le tükenen ilişkisini sonlandırma biçimi ve Bektaş’a yönelimi pek çok kadını ve erkeği etkileyecektir. Kırmaksızın, olgunca ve sarih…

Demre, babasını ve onunla ilişkisini, bir çocukluk anısı gibi ilerleyen yaşlarda da deneyimlerken, sindiremese de roman boyunca sorular sormaya devam ediyor. Babasızlığının daha ağır bir travmaya dönüşmemesini sağlayan başka kadınlar bu konuda ona destek oluyorlar. Sarıp sarmalıyorlar. Güçlü bir anne, daha güçlü bir anneanne ve en güçlü komşu teyzelerin şefkat birliği... Yeri gelmişken bu komşu teyzelerin Eğin’de Demre’ye yaşattıkları, kültürün imbiğinden geçmiş, süzülmüş, incelikli bir kadın dayanışması. Erkeksiz evler, terzi Gülten, Figan, Hatice… Romanı okurken yakın bir arkadaşımı arayıp, “ne olur Figan adında bir kadın karakter yazalım!” dedirtecek kadınlar. Hem gerçek hem gerçeküstü…

“Yemek sonrası sedire çekildik. Genelde iki kadın bir araya geldiğinde volüm artar, üçe çıkarsa gürültü sökün eder, daha fazlasında kimse kimseyi anlamaz. Oysa bu kadınlar konuşmaktan çok dinlemeyi önemsiyorlardı. Dinlendiriciydi sohbetleri.”[2]

Mektuplaşmalar
Romanın kıvrak ve meraklandırıcı yanlarından biri de aynı zamanda edebî olarak tanıdığımız mektuplaşmaları da içeriyor olması. Demre ile Bektaş’ın mektuplaşmaları, zamanın yavaşlatılmasını, birbirlerini yazarak ve içeriden tanımalarını sağlıyor. Ve tabi ki romanın en iyi mektubu, Baba Güven’in Demre’ye bıraktığı mektup. Demre hiçbir zaman babasına cevap yazamıyor. Sevgilisi ile yeni tanıştığı Bektaş arasında gidip gelirken, Eğin ve İstanbul arasında da gidip geliyor ruhu. Kent ve kır arasında gidip geldiğini düşünsek de kentin zamanı metinde daha baskın.

Turuncu bir zamanı pek çok katmanın içinden ve metaforik olarak düşündüm. Aslında turuncu imgesi, günbatımının ışığını, ölümü, yeniden doğuşu ve güneşin enerjisini çağrıştırıyor. Kızılderililer içinse cesaret ve fedakârlığı… Ağırlıkla Eğin için bir turuncu zaman var metinde… Derin, özlenen ve baba imgesinin yaşadığı… İnsan kayısıyla da bağlantı kurmadan edemiyor. Bir dönem Malatya’ya bağlıyken yasayla Erzincan’ın ilçesi olan kayısı cenneti Eğin.

Ve yazarın yürüttüğü en nitelikli tartışmalarından biriyse; aşk, bağlanma, evlilik, sevgililik, politika ve aile ilişkilerinin sarmalından gördüğümüz hayat ve onun imgeleri. O imgelere tutunan hayatlar ve onların romanı ‘Turuncu Zamanlar’, zamanın ruhu…

[1] Turuncu Zamanlar, Esra Kahraman, Ayrıntı Yayınları, s: 62
[2] A.g.e., s: 212