İşçi sınıfı Ida Kasırgası karşısında bir başına bırakıldı. ABD’nin kuzeydoğusundaki rekor yağışlar neticesinde 48 kişi yaşamını kaybederken milyonlarca yurttaş sellerin kötü sonuçlarıyla mücadele etmeye çalışıyor.

Zenginlerin kentini yıkıp geçen kasırga

DANIEL DE VRIES

Ida kasırgası neticesinde New York ve New Jersey şehirlerine 23 santimetreye yağış düştü. Bunun 8 santimetresi New York’ta yalnızca bir saat içinde yere düşerek henüz 11 gün önce kaydedilen rekoru geride bırakmış oldu.

Dünyanın en varlıklı şehri olan New York’un bir anda sular altında kalması, altyapı yatırımlarının ihmal edilmesinin ve işçi sınıfının yoksulluğa terk edilmesinin sonuçlarını açıkça gösteriyor. Fırtına eşi benzeri görülmemiş türden olsa da, kesinlikle "beklenmedik" değildi. Bilim insanları iklim değişikliğinin aşırı iklim olaylarına sebep olacağını on yıllardır söylüyor. İklim değişikliği kaynaklı ısı fazlasının yüzde 93’ü okyanuslar tarafından emiliyor ve bu da tropik fırtınaları besliyor.

İŞÇİLER SAVUNMASIZ

Fırtınanın yarattığı yıkıcı sonuçlar ABD’nin ve de küresel kapitalizmin merkezi olan New York’un toplumsal gerçeklerine ışık tutuyor. Zenginler plazalarında ya da müstakil taş evlerinde güven içinde otururken, zalim barınma koşulları işçi sınıfını fırtınaya karşı savunmasız kılıyor. Queens mahallesinde bulunan yasadışı bodrum katı evlerde en az 11 kişinin öldüğü tespit edildi. Çok daha fazla insan evsiz kaldı.

New York’un dış mahallelerinde dahi fahiş seyreden kiralara parası yetmeyen, çoğunluğu göçmenlerden oluşan işçiler için bu bodrum katı daireleri kiralamaktan başka seçenek kalmıyor ve bazı bodrumlarda tüm aile yaşamak zorunda kalıyor. Bazı işçiler ise yatakhane benzeri yerlerde, düzinelerce insanla birlikte barınıyor. Güvenli barınmaya hiç de uygun olmayan bu alanlar giderek sıklaşan sel durumlarında birer ölüm tuzağına dönüşüyor.

KENTİN GETTOLARI

Küresel finans merkezi olan Manhattan’dan yalnızca birkaç durak ötede New York’un ‘diğer yarısı’ yaşıyor. Burada gördüğümüz tehlike ve perişanlık, 130 yıl önce ABD’de kentsel reform üzerine çalışan gazeteci Jacob Riis’in ifşalarını hatırlatıyor. Halbuki birçok insan Riis’in çizdiği tablonun geçmişte kaldığını sanıyor.

Ida Kasırgasını yalnızca ‘doğal afet’ olarak tanımlayamayız; işlenen toplumsal suçların bir neticesi olarak görmeliyiz. İktidar sınıfı, yaşamsal öneme sahip altyapıları on yıllardır ihmal ediyor ve artan aşırı iklim olaylarına dayanıklı altyapılar inşa etmeyi reddediyor. Dokuz sene önce New York’u vuran Sandy Kasırgası’ndan sonra yapılması gereken onarımlar henüz tamamlanmadı bile. Şehrin sahil şeridi ise halen savunmasız. Milyonlarca işçinin ihtiyaç duyduğu barınma altyapısını tesis etmek yerine, şehrin sahip olduğu kaynakları zenginlere hitap eden lüks konutlara harcıyorlar.

KRİZ BÜYÜYOR

Ida kasırgası doğu yakasını vururken, batı yakasında orman yangınları patlak veriyor. Almanya’dan Çin’e, dünyanın dört bir yanında iklim felaketleri yaşıyoruz. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün kısa süre önce yayınladığı rapora göre iklimsel afetler son 50 yılda iki kat artış gösterdi. Bu afetler neticesinde 2 milyonu aşkın insan yaşamını yitirdi ve 3,6 trilyon dolar maddi hasar meydana geldi.

İklim değişikliğinin işçi sınıfı üzerinde yarattığı kötüleşen etkiler, 1,1 dereceye varan ortalama sıcaklık karşısında ‘sıradanlaşmaya’ başladı bile. İklim sisteminde oluşan ivme sebebiyle 1,6 derecelik ısınma artık kaçınılmaz görülüyor. Küresel kapitalizm, ulus devletlerin küresel ısınmayı ‘iki derece ile sınırlandırma’ yönündeki beyhude sözlerini dahi boşa çıkaracak. Artık medeniyeti topyekûn tehdit eden bir krizle karşı karşıyayız.

İktidar sınıfının politikaları, kendi toplumsal çıkarlarını muhafaza etmeye dayanıyor. Geçtiğimiz sene dünya bir yandan salgınla, bir yandan peşi sıra gelen doğal afetlerle mücadele ederken finans devlerinin varlıklarını korumak için piyasalara trilyonlarca dolar pompalandı. S&P 500 endeksinin piyasa hacmi yalnızca son 12 ayda 10 trilyon dolar arttı.

ÖNLEM YETERSİZ

Bu esnada iklim değişikliği konusunda ne yaptık? Siyasiler her felaketin ardından kameraların karşısına çıkıp yaşananların bir ‘uyarı niteliğinde’ anlaşılması gerektiğini ve değişim zorunluluğunu vurgulayan boş laflar ediyorlar. Sonra bakıyoruz ki Queens’deki insanlık dışı barınma koşulları olduğu gibi duruyor, çürüme noktasına gelen yeraltı ulaşım sistemi onarılmıyor. İklim değişikliği karışışında kırılganlıklarımız büyüyor ve altyapıyı onarmak için ihtiyaç duyduğumuz trilyonlar Wall Street’in kasasında duruyor.

New York’taki iktidar sınıfının harekete geçmeyi reddetmesi, küresel ölçekte de izdüşümünü buluyor. İklim değişikliğini durduracak uluslararası rejim bir türlü oluşturulmuyor. 1997 yılının Kyoto Protokolü ve 2015’in Paris Anlaşması tamamen başarısız oldu.

ETKİN MÜCADELE

Temelde küresel bir mesele olan iklim değişikliği ile etkin mücadele yürütebilmek için, ulus devletlere bölünmüş ve toplumsalın her alanını kazanç hesapları üzerinden düzenleyen sistemin başaramayacağı bir planlamaya ve koordinasyona ihtiyacımız var. Toplumun kaynaklarını köklü değişim için harcamaları, sanayiden enerjiye, ulaşımdan barınmaya her alanda yenilenebilir kaynaklara geçiş yapmalıyız.

İklim değişikliği mücadelesini kıskacına alan sınıfsal ayrımları salgın esnasında ‘hızlandırılmış’ biçimde gördük. ABD’de 660 bin, dünyada 4,5 milyon insan yaşamını yitirdi. Bu acı tabloya rağmen iktidar sınıfı virüsü yok edecek mantıklı bir mücadele yürütmektengeri durdu. Bunun yerine milyarderler ölüm üzerinden ziyafet çekti ve salgın esnasında 1,2 trilyon dolar zenginleşti.

TAMAMEN SINIFSAL

Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı isimli eserinin girişinde şu satırlara yer veriyor: “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.

Hem iklim değişikliği, hem salgın özelinde mantıklı çözümler üretmemize engel olan iki olgu var. 1) Üretim araçlarının özel mülkiyet altında olması. 2) Dünyanın ulus devletlere bölünmüş olması. İnsanlığın ilerici gelişimine pranga vuran olgular işte bunlar. İklim değişikliği ile mücadele etmek ve belli bir azınlık yerine insanlığın tümünün yararı için teknolojik ve bilimsel atılımlar gerçekleştirmek istiyorsak ön koşul, bunların ortadan kaldırılmasıdır.

World Socialist Web Site'dan çeviren Fatih Kıyman