Ovacık ile Erzincan arasında uzanan, önünde ardında, yaylalarında yaşayanları da kader birliği, akrabalık bağları ile birbirine bağlayan Munzur Dağları…

Zini Katliamı’ndan bugüne 76 yıllık acı

NURCAN GÖKDEMİR

Ovacık ile Erzincan arasında uzanan, önünde ardında, yaylalarında yaşayanları da kader birliği, akrabalık bağları ile birbirine bağlayan Munzur Dağları… Ortak acıların, ortak sevinçlerin bir araya getirdiği insanları kimi zaman saklayan, kimi zaman önlerine yol olan, yaylalarıyla karınlarını doyuran, çukurlarında katliam kurbanlarının yattığı görkemli kaya silsilesi. Bir ucu Erzincan’da, en yüksek tepesi Ağbaba’nın gölgesindeki Surbahan Köyü’ne kadar uzanan dağlar... Dersim’den göçenlerin yaşadığı Surbahan ile insan adımıyla 10 saatte ulaşılan “öteyüz’’ dedikleri dağın öbür yanındaki Ovacık’ta yaşayanlar, akrabalık, kirvelik bağlarıyla birbirine bağlı.

‘ÖTEYÜZ’ÜN ATEŞİ ERZİNCAN’A DÜŞER
1938’de Dersim’de yaşananlar Surbahan Köyü ve mezralarına da ateş düşürür. Karadeniz’den Dersim’e uzanan ve Surbahan Köyü’nde son bulan “Posta Yolu”nun askeri sevkiyat için tamir edileceği haberi “Öteyüz”deki yakınları için endişelenen köylüleri daha da huzursuz eder. Surbahanlılar, 1800’lü yıllarda İngilizlerin ceviz tomruklarını Trabzon Limanı’na taşımak için yaptırdığı rivayet edilen yolun onarımına çağrılır. “Ya 12 gün çalışacaksınız ya da 12 Lira ödeyeceksiniz” denilen yoksul aileler, bu yolun, köyün 16 yaşın üzerindeki tüm erkeklerini ölüme taşıyacağını bilmeden gayretle çalışır.

‘ÇAPULCULARA YATAK’
Operasyonun Dersim’le sınırlı kalacağına inanan Surbahanlılar, köye karargah kurulduğunda kendileri için de endişelenir. Dersim’i kontrol altına almaya yönelik büyük bir operasyonu sürdüren devlet, yaklaşık 200 yıl önce Erzincan’a yerleşen Dersimlileri de “potansiyel tehdit” görüp harekete geçer. Devletin bakışı Başbakan İsmet İnönü’nün 1935’de bölgeye yaptığı bir ziyaret sonrasındaki açıklaması ile iyice gün yüzüne çıkarı: “Bu köyler, Dersim çapulcu kollarının içeri yayılması için menzil ve yatak rolü yapmaktadırlar.”



“İKİNCİ DERSİM”
6 Ağustos günü Surbahanlılar, “İkinci Dersim” olarak anılan büyük katliamı yaşayacaklarından, Zini Gediği denilen uğursuz çukurda katledilen 100’e yakın Alevi erkeğin 80 yıl boyunca mezarsız üst üste yığılı yatacağından habersiz harman telaşını yaşıyorlardı. Surbahan’dan ve çevre köylerden toplanan 100’e yakın Alevi köylü üç gün Eyüp Ağa’nın ahırında tutulur. Aralarında şehir esnafından Yağcı Ali, Murtaza Ali, şoför Şükrü, ortaokul öğrencisi Hüseyin Gökdemir, Rüştiye Mezunu Murat Gökdemir, muhtar Halil İnce dahil her yaş ve meslekten insan vardır. Tellerle birbirine bağlanarak dağa götürülen en genci 17 en yaşlısı 90 olan bu insanların yolculuğu 3200 metre yükseklikte Zini Gediği’nde son bulur. Getirilenler burada öldürülür, cesetler açıkta, tozun toprağın içinde onlarca yıl bırakılır. Köylüler katledilirken aileleri de sürgüne gönderilir. Sürgünden döndükten sonra da yasak bölge ilan edildiği için 1950’ye kadar Zini Gediği’ne gidemeyen Surbahanlılar, bu katliamı uzun yıllar boyunca birbirlerine fısıltı ile aktardı. Katliam gün yüzüne çıkıp, kurbanlara mezar talebi dillendirilip hesap sorulması istenmeye başladığında da katliamın canlı tanıkları birer birer hayata gözlerini yummaya başladı. Ölmeden önce anlattıkları da yeni kuşaklara miras kaldı.

GEÇMİŞİN AĞIR YÜKÜ
1986 yılında Deli Mahmut sülalesine gelin olduğumda en neşeli anlarında bile bir sözcükle bir türkü dizesiyle hüzne sürüklenen bu insanların kopuk kopuk anlattıkları, ailenin erkeklerinin ölüm tarihinin aynı olması, dillendirilmeyen bir acı yaşadıkları kuşkusuna kapılmama yol açtı. Sonunda Zini Gediği katliamında babası ve iki amcasını, 1978’de de ülkücülerin İstanbul’da bıçaklayarak öldürdüğü Işık Mühendislik öğrencisi oğlu Ayhan Gökdemir’i kaybeden Haydar Gökdemir, yaşadıklarını “Ben unutmam” diyerek anlatmaya başladı. Türkiye’nin 12 Eylül darbesinden yeni çıkılan günlerinde bu anlatılanlar, çok uzun yıllar bende kaldı. Sonra yazma görevini daha çok hak ettiklerini düşünerek Surbahan’ın okumuş yazmışlarına bıraktım. 76 yıl sonra 100’e yakın Alevi kurban için anıt mezar yapılması kararı alınınca bu acının tanıklarının anlattıklarını yazmaya karar verdim. Kendi tanıklıklarım yanında Alican Aslan, Murat Gökdemir, Süleyman Gökdemir ve Erdal Kılıçkaya’nınröportajları, Ezgi Aslan’ın fotoğrafları bana rehber oldu.


‘BİZİ GÖTÜRDÜLER, VURALAR’
Murat Gökdemir oğlu İsmail Gökdemir (2009’da öldü): Bir gün bize dediler, “yol yapılacak” bizi topladılar, götürüyorlar. Gallolar’dan vardı, Brastik’ten vardı, aşağı köylerden vardı, Başçavuş Tetik vardı o topladı bizi. Başçavuş’a dedik ki “Bizi götürüyorsunuz ama ekmek almadık, bir şey almadık”... “Ot toplayın” dedi. Kazma küreklerimizi aldık, gittik Gedik’e. Akşam oldu, gece soğuk, gömlekleyiz. Mustafa ile Kazım ağabeyim gitti çavuşa, bize birer tayın verdiler, bir tane de çadır. 20-30 kişiyiz. Çadıra girdik, oturduk, soğuk… Konuşmaya başladık, biraz şaka yaptık, sabah oldu. Öğlene doğru asker bize “Gidin” dedi. Kürekler omzumuzda gün ışığında parlıyor. Baktık aşağısı hareketlendi, alamet kopuyor. Bizi görmüş, mevzilere girmişler, “Kürtler bize baskına geliyor” diye hazırlık yapmışlar. Birileri “Bunlar amele gittiler, yol yapmaya gittiler” demiş, ateş açmaktan vazgeçmişler.

“OSMANLI, TAVŞANI ARABAYLA AVLAR”
Aslında yol, mol yok, bizi götürdüler ki vuralar. Baktılar ki hepsi çocuk, ben 16 olmamışım, vazgeçtiler. Sonra da ‘Çekip gidin’ dediler. Amcam Nuri Ağa derdi ki ‘Osmanlı, tavşanı arabayla avlar. Osmanlı siyaseti Muaviye siyaseti, kimsenin aklı ermez’, adamlar uyanık, sonrakiler itiraz etmesinler diye bizi bıraktılar, onlar rahat gitsin, korkmasın diye. 5-6 adam götürdüler o gece Balıbeyi’nden. İş tehlikeli. Babamla harmandayız. İkindi zamanı, üç tane cemse geldi. Balıbeyli Ago, Davut’un kardeşi Seydi İsmail Ekrek’ten, bir de bilmem ne Ali vardı, Erzincan’da esnaf. Zeycan’ın kocası şoför vardı Lolanlı Şükrü. Bunlar kendi aralarında konuşuyorlar, birileri haber veriyor. Topladılar, vurdular, gece silah sesleri geldi.


‘MAHSULÜ KALDIRIP DA GİDEYİM’
Çoluk, çocuk toplandık, köprülerin oraya indik. Bir araba Seyit İsmail’in arpasını getirmeye gidiyor köye. Kazım ağabeyim ‘Biz de gidek’ dedi. Babam gitti, köprülerden öte yana geçmek için kağıt aldıi “Mahsulü kaldırayım, sonra muhacirliğe gideyim” diye. Bizim Gülsüm ‘Gitmeyin sizi vururlar’ dedi, yalvardı. Haydar, babam davarı alıp yayan gittik, ağabeyim Kazım, kızlar arabayla köye gittiler. Babam dedi ki “Ata bin git, tarlayı sula”. Nenem “Nereye gönderiyorsun çocuğu, tarla kalsın” dedi. Babam ‘Git’ dedi, gittim. Küreği aldım, suyun başına gittim. Asker, “Yasak, dön geri, yoksa vururum’’ dedi. Döndüm eve. Uykusuzum, küreği attım, yattım. Annem geldi, kaldırdı, ‘Kalk hele. Babanları, amcanları toplayıp götürdüler Eyüp Ağa’nın ahırına, herkesi götürdüler’, kalktım. Akşam oldu, yemek götürdüm. Epey adam vardı, ahırda. Akşam babam dedi ki “Git söyle burada yatmayalım, evde yatalım. Sabah gene geliriz, izin versin kumandan’’. Annem ,’Gardaş, hasta bunlar, sabah geri gelsinler’…Çavuş, durdu, “Eee daha başka. Başka bir şey var mı?’ dedi. Bir şey bekliyor gibi, annem anlamadı. 100-200 lira verse belki bırakacaklar.

‘TELLERİ GÖRDÜM, DİYOR’
Her yerde asker ve çadır var, nöbet tutuyorlar. Sabah yine ekmek götürdüm, bizimkilere. Seyid Ali kendine vuruyor, ‘Telleri gördüm’ diyor, ‘Tel geldi, bizi bağlayacaklar’… ‘Toplayın’ diyorlar, arkadan herkesi telle bağladılar. Kuşluk zamanı başladılar, akşama kadar zor götürdüler. Kimse ‘bağlattırmam’ demedi, kimse karşı çıkmadı. Halbuk zaten götürüp, öldürecekler. Bağlatmasalar, karşı çıksalar, herkes orada, patırtı, gürültü olur, Mağaçur, Kismikör’den gelirler, kimseyi götüremezlerdi.

“VALİ’NİN HABERİ OLMAZ MI?”
Bizim köyden 16, Mağaçur’dan, Kismikör’den Yusuf Ağa var, Nuri Ağa, Ago’yu götürdüler, Bülbül Ağa’nın oğlu da vardı. Babam dedi ‘‘Git valiye söyle’’ umut işte. Erzincan’a gittik, diyek ‘‘Adamlarımızı götürdüler’’, halbuki valinin haberi olmaz mı? ‘‘Git dayıngile’’ dedi babam, “Velvele’yi görsün. O da Halil Bey’e söylesin, Halil Bey, Vali ile iyi. Bize yardım etsin”… Koştum, gittim… Dayımgil harmanda, anlattım, gem sürüyorlar. “Vali’nin, malinin herkesin haberi var, iş işten geçti. Bırakın harmanı” dedi. “Onlar Gersehan’ı aştı, ne Velvele’si ne Halil’i”...


‘İHBAR EDENLER NAMUSSUZ, BUNLAR İYİ ADAMLAR’
Murat Gökdemir oğlu Haydar Gökdemir (2014’de öldü): O sene 14 yaşındayım. Köye bir alay asker geldi. Amcamgilin oraya karargah, bir de fırın kurdular. Zıni Gediği’nde de asker var, 9. Kolordu Komutanı’nın çadırı oradaymış. İki-üç ay kaldılar, askerlerin arasında Alevi olanlar vardı, onlar bize yakın dururdu. Babama askerin biri demiş ki “Murat ağa, buradan git, sizi öldürecekler”. Babam bizi bırakıp gitmemiş, “Ne yaptık ki biz, bizi niye öldürsünler”, aklına hiç gelmemiş. Sonra Kazım ağabeyimle babamı aldı götürdüler.. Hüseyin amcam okuyor, hafta sonu köye gelmişti. Onu da götürdüler, daha 17 yaşındaydı. Kamogilin ahırına herkesi topladılar. Dediler ki “Kamyon devrilmiş, onu kaldıracağız”… Adamları bağlamaya tel gelmiş, “ne kamyonu” diyen olmadı. Gallolar’dan, Kısmikör’den, Mağaçur’dan, Çağlayan’dan cemselerle adam getirdiler. Bir gece beklettikten sonra adamları havuzun üstüne çıkarıp telle bağladılar, Gersehan’a doğru götürmeye başladılar. Köylü toplanmış, ağlıyor, Gersehan’ın tepesine kadar baktık peşlerinden, sonra göremedik. Giderlerken yolda bir karışma oldu. Muhtar İnço Halil ile Ali Billor anlamış başına geleceği, sarılmış askere silah almak istemiş. Askerler de orada vurdu, öldürdüler. İhbar çok, Sünni köylerindeki namussuzlar, ihbar ediyor’… Amcam Nuri’yi bir sünni kivrası (kirve) saklamış. O Sünniler bizi biliyorlar. Gelmiş ekmeğimizi yemiş, ayranımızı içmiş. Deli Ömer diyorlar adama, jandarma gelip amcamla arkadaşlarını istiyor, vermiyor, ‘Bunları iftira ile bu hale kodular, bunlar temiz adamlar’’ diyor. İhbarcıların anlattıklarına göre bir evrak hazırlayıp muhtarlara imzalatmışlar. Bir Deli Ömer imzalamamış, demiş ‘İhbar edenler namussuz, bunlar iyi adamlar’. Öyle kurtulmuş amcam.

HEPSİNİ KIRDILAR’
Cansa Düzgünkaya: (2012’de öldü) Harman zamanı, yaz. Bir asker babamla amcama demiş ki, “Sizi öldürecekler, Ankara’ya dediler, (Burası eşkıya köyü)” diye. Üstünden üç gün geçmedi ki adamları topladılar ahıra. Bir gün yatırdılar, sonra alıp götürdüler. Ne olduğunu anlamadık, sonra duyduk ki hepsini kırmışlar. Tunceli ahalisi dağlarda saklanıyordu, onlar görmüşler olanı biteni. Sonra yanlarına inmişler ki hepsi ölmüş. Ben hepsini yazdım kimi götürdülerse 12 Eylül’de listeyi yaktım.



‘TUNCELİ HALLOLUNCA SIRA SİZDE’
Kazım Gökdemir eşi Hüsniye Gökdemir: Bizim oralarda hiçbir olay olmadı, ne adam öldürüldü, ne başka şey. Duyduk ki Tunceli’de jandarma öldürmüşler. Dediler ki asker gelmiş köye, sabah kalktık ki çadırlar kurulmuş, seyyar fırın kurulmuş. Dediler ‘Tunceli de harp var’. Amcamgil de su sulamaya gittiler.. Hacı Abdullah geldi amcam vermedi su sırasını. Hacı Abdullah ‘Hiç benimle atışma dedi, sizi götürecekler. O tarla sana kalmaz’ dedi. Millet bazen askere ayran götürüyor, bazen satıyor. Ben dışarı çıkmıyorum o zaman yeni gelinim. 15 yaşında ya varım ya yokum. Askerler geldi bizim dutların üstüne çıktı. Annem çıktı dedi ki ‘Niye dutları yiyorsunuz’ dedi. Asker, ‘Niye anne yetim malı mı’ dedi. Adamlar dutu yedi indiler. ‘Anne senin kimsen yok mu?’ dediler. O da ’Kayınlarım var’ dedi. ‘Sesle gelsinler’ dedi asker. O da gitti amcam Ali Ağa’ yı çağırdı. Asker amcama, ‘Tunceli hallolduğu zaman yarın sıra sizde. Götürüp öldürecekler’ dedi. Anneme de ‘Sakın ayran getirme içimizde soysuzlar çok. Ne ayran getir ne tarla sula, malınız, davarınız varsa satın bugün Tunceli, yarın sıra sizde’ dedi. Ali ağa ‘Öyle diyorlar ki gele dut yiyeler…’ diye inanmadı. Akşam Kazım Ağa gelmedi, Surbahan’dan biri geldi ‘Milleti ahıra toplamışlar’… Hiç uyku girmedi o gece gözümüze. Çavuş acımış Kazım Ağa’ya eline testi vermiş ‘Git su getir’ istiyor ki kaçsın. Bu gitmiş suyu getirmiş, çavuş vurmuş testiyi yere, ‘Git su getir’ diye kızmış. Bu yolda birini görmüş, o deyince ‘Adamları tellen bağladılar, öldürecekler’ , anlamış da kaçmış.Sonra Ali Ağa’yı da götürdüler, hastaydı, ‘beni burada vurup öldürün’ dedi. Duyduk ki yolda öldürmüşler…