Filistin halkının direnci, gururu ve erdemi hepimize ilham ve ders olmalıdır. Bu, insan türünün vicdana sahip bir tür olup olmadığı sorunudur. İnsanlar olarak bizler insanlığımızla ve açık adaletsizliğe karşı eyleme geçme irademizle tanımlanmalıyız.

Zulüm ve cezasızlık sonlanana kadar Filistin’e barış yok

Baria Alamuddin

Evleri üzerlerinden buldozerlerle geçilerek gasp edilmesine rağmen güvenlik güçlerine ve radikal holiganlara karşı direnen Şeyh Cerrah’ın cesur kadınlarından biri olan Umm Sameer’in hepimizi derinden etkileyen sözlerine kulak verelim: Evimi taş üstüne taş, tuğla üstüne tuğla koya koya yaptım. Çocuklarımı burada büyüttüm… Yetmiş yıl ve şimdi gelmişler bu evlerin onların olduğunu iddia ediyorlar ve bizi dışarı atmak istiyorlar… Kendi ellerimizle işgale karşı koyacağız ve hayatlarımızın son anına kadar direnmeye devam edeceğiz.”

Filistin’in kendiliğinden gelişen bu öfkesindeki şaşırtıcı tek şey, bu öfkenin patlamasının çok uzun zaman almış olması. Bu son intifada; binlerce başka provokasyonla birlikte Donald Trump Kudüs’ü, Golan tepelerini veya Ürdün vadisini yasadışı bir şekilde İsrail’e teslim etmeye çalıştığında patlak vermedi. Filistin’in yetersiz liderlerinin veya Hamas’ın emriyle de meydana gelmedi.

Filistinli ailelerin işgal altındaki Doğu Kudüs’te evlerinden tahliye edilmesi girişimi, hem Filistin’de hem de dünyada bardağı taşıran son damla oldu. Bu cefakâr ailelerin çoğu, daha önce bir kez, 1948 çatışmalarında Siyonist güçler atalarını Hayfa ve Yafa’dan çıkardıklarında evsiz kalmışlardı – ve şimdi İsrail, uluslararası hukuku ihlal edip insanlığın temel ahlaki ilkelerini yerle bir eden önlemlerle adalet” sistemini incir yaprağı” olarak kullanarak yeni baştan onları tahliye etmeye çalışıyor.

Oysa bir İsrail mahkemesi, Filistin ve dünyada yaşanan öfke tsunamisi karşısında tahliye kararını “ertelemişti”. Ancak Peace Now’un (verilerine) göre, inşaat izinleri üzerinde insanlık dışı kısıtlamalar sayısız Filistinli vatandaşı evlerinden ederken, Kudüs’teki 20 bin kadar Filistinli imha tehdidi altında bulunuyor. Bir yerleşimcinin Filistinli bir aileye sataşırken söylediği gibi: Senin evini ben çalmasam, başka biri çalacaktı!”

SESSİZ KALANLARIN KATLİAMDA PAYI VAR

Şu konuda net olalım: Bu ırkçı gasplar, Filistinlileri evlerinden ederek kendi başkentlerinde acımasızca boğmayı hedefleyen, uzun süredir devam eden resmi İsrail politikasının ürünü. Bu, tam anlamıyla bir etnik temizlik ve apartheid[i]. Benjamin Netanyahu; tüm Filistin vatanını gizlice ve zorbalıkla zapt edebilecekleri ön kabulüne dayanarak Filistinlileri topraklarından ederken, barış inisiyatiflerini birbiri ardına sabote ederek, tüm politik kariyerini riske atmıştır.

Oysa elde ettikleri tek şey, bu patlamayı kaçınılmaz bir hale getirmek oldu: İnsanları aşağılayarak, zorbalıkla gözaltına alıp, topraklarını ve evlerini gasp ederek, onları taş atmakla suçlayamazsınız!

Biden hükümeti, Filistin sorununu dört veya sekiz yıl görmezden gelebilecekleri düşüncesiyle, farkında olmadan Netanyahu’nun oyununu oynuyor. Biden son yaşananlardan sonra hala buna inanıyor mu? İsrail yanlısı lobinin alçakça saldırılarından korktuğundan konuşamayan tüm hükümetler ve medya organları da bir o kadar suçludur.

Her yıl milyarlarca dolar fon sağlanıp sorumlu tutulmayan İsrail’e; cinayetleri işleyip kaçabileceğini, ırkçı yerleşimcilerin masum vatandaşlara saldırı ve tacizlerinin cezasız kalabileceğini öğrettik. Bu meseleyi görmezden gelerek ortadan kaldırma çabalarımız, Birleşmiş Milletler’in tabiriyle Tam ölçekli bir savaşa doğru sürüklendiğimiz” dehşet verici ve savunulamaz bu durumu yaratarak acı meyvelerini verdi.

DİN VE IRK MESELESİ DEĞİL İNSANLIK MESELESİ

Netanyahu ve Başkan Rivlin’in geçen haftaki demeçlerinde panik havası vardı- sadece roketlerin İsrail’i vurması ve Kudüs’ün alevler içinde patlamasından değil, aynı zamanda bizzat İsrail’deki toplulukların sokaklara taşarak pogrom ve linçlere girişmesinden... Kana susamış İsrailli bir güruh, bir adamı sırf Arap’a benzediği için arabasından zorla çıkararak öldüresiye dövdü. Aniden İsrailli liderler, 1947’nin hayaletinin yeniden dolaşmaya başladığını ve tam da Siyonist projenin temellerini yok edecek bir kriz içerisinde çeşitli Filistin topluluklarının birbirlerini paramparça ettiğini gördüler.

İsrail toplumunda ırkçılık öyle beslendi, öyle teşvik edildi ki; devletin Yahudilerin üstünlüğüne dayanan politikalarının çürütücü doğası bağlamında altta yatan sosyal nefret 70 yılı aşkın süredir öyle birikti ki; İsrail’in bağrında topluluklar arası tam ölçekli bir savaş bir patlasa, hızla Bosna’nın, Rwanda’nın, Libya ve Güney Sudan’ın etnik savaşları kadar tehlikeli bir hal alabilir.

Bu bir Arap veya Müslüman meselesi değil, insanlık meselesidir, yani tüm haklı gerekçeleri sonlandıracak tek gerekçe. Eğer dünya Netanyahu ve onun aşırı sağcı haydutlarının Filistin’in mevcudiyetini ortadan kaldırmasına izin verirse, kültürel ve fiziksel imha ile karşı karşıya olan Sincan, Myanmar, Suriye, Kaşmir ve Tibet halkları ne olacak? Yalnızca adil bir çözüm Filistinlilere tam ulusal haklarını verdiğinde Ortadoğu barışı mümkün olabilir. Üzgünüm Bay Biden, ama Filistin’i görmezden gelmek sorunu ortadan kaldırmayacaktır.

Filistin halkının direnci, gururu ve erdemi hepimize ilham ve ders olmalıdır. Bu, insan türünün vicdana sahip bir tür olup olmadığı sorunudur. İnsanlar olarak bizler insanlığımızla ve açık adaletsizliğe karşı eyleme geçme irademizle tanımlanmalıyız.

Şimdiye kadar kaç anne çocuklarını ve yuvalarını kaybetti? Kaç kez daha sayısız insan yaşamının paramparça olmasına edilgen bir şekilde tanıklık etmemiz gerekiyor? Netanyahu bir soykırımcı olabilir, ancak adaleti savunacak bir hareket tarzı benimseyemememizin sorumluluğu bizim omuzlarımızdadır. Şayet bir kez daha arkamıza yaslanıp yüzlerce çocuğun evlerinin enkazına gömülmesini seyredersek, bu kan ellerimizde olacaktır.

Kaynak: Arap News

Bu yazı, Birgün Çeviri Kolektifi tarafından çevrilmiştir.


[i] Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1994 yılına kadar yürürlükte olan ve ırksal bir ayrımı öngören politika