İrade özgürlüğü, hem toplumsal fenomenleri hem de bizim başkalarına karşı takınacağımız tavrı belirleme, iyiyle kötü arasında...

İrade özgürlüğü, hem toplumsal fenomenleri hem de bizim başkalarına karşı takınacağımız tavrı belirleme, iyiyle kötü arasında özgürce seçim yapabilme yeteneğini garanti eder. İleri kapitalizm atmosferinde akılsızlığın norm, sevgisizliğin erdem olduğu bir gidişat… Varoluşçu filozofların bahsettiği ‘özgür seçimler’ dünyasında değiliz artık. 2008 distopyasında ‘irade özgürlüğü’ gibi sözcüklerin ‘ne’liği kestirilemiyor.

Kaçış çizgileri tehlikelidir, elbette! Her tarafında inanılmaz riskler vardır. Ama bunlardan kurtulma yolunda umut da her zaman beslenebilir. Bugün kaçış çizgilerinin olanakları, yerkürenin pek çok yerinde aranacak... Bugün 1 Mayıs! Usta fısıldıyor; Sanatta Gerçeklik (*)

“Benim özelliğim biçimdir, manevi bireyselliğimdir bu benim. Üslup insanın kendisidir. Hem de nasıl! Yasalar yazmama izin veriyor, ama kendiminkinden başka bir üslupla yazmam koşuluyla; ruhumun yüzünü gösterme hakkına sahibim, ama onu ilkin önceden belirlenmiş deyime yerleştirmeliyim! Hangi şerefli insanın yüzü kızarmaz böyle bir cüret karşısında ve kim tercih etmez yüzünü togasını altında gizlemeyi? Hiç değilse toga Jüpiter’in başını hatırlatıyor. Önceden belirlenmiş deyim kötü bir durumun üstüne gülen bir surat koymak anlamına gelir ancak.

Doğanın tatlı çeşitliliğine, tükenmez zenginliğine hayransınız. Gülün de menekşe gibi kokmasını istemiyorsunuz, ama dünyanın en zengin şeyinin, ruhun, yalnız bir tek şekilde var olmasını istemek olur mu? Mizahçıyım ben, ama yasa ille de ciddi şeyler yazmamı istiyor. Ben cesurum; ama yasa yumuşak başlı olmamı emrediyor. Boz, daha boz, özgürlüğün onaylanan tek rengi bu. Güneşi yansıtan her çiy tanesi sayısız renklerle ışıldar, ruhun güneşi ise sayılamayacak kadar çok bireylere ve nesnelere vurabilir; ama yalnız bir tek renk yaratmasına izin var: Resmi renk. Ruhun asıl biçimi neşedir, ışıktır, ama ortaya çıkışının tek uygun yolu, gölgeler; siyahlar giydireceksiniz ona ille de, oysa siyah çiçek hiç yoktur. Ruhun aslı her zaman doğrunun kendisidir; ya biz ne yapıyoruz onun aslını? Alçakgönüllülük. Yalnız uşaklar alçak gönüllü olur, diyor Goethe; ruhu uşaklaştırmak istiyorsunuz demek? Yoksa bu alçakgönüllülük, Schiller’in sözünü ettiği dehanın alçakgönüllülüğü mü, o zaman ilkin bütün yurttaşlarınızı ve hepsinden çok da sansürcülerinizi dahi yapın.

Gelgelelim küçük burjuvazinin bencil bir sınıf çıkarım öne sürmeyi ilke edindiğini sanmak, dar kafalılık olur. Daha doğrusu, kendi kurtuluşunun koşullarının, modern toplumu kurtarabilecek ve sınıf çatışmasını önleyebilecek genel koşullar olduğuna inanır, bütün demokrasi temsilcilerinin dükkâncı ya da dükkâncısının savunucusu olduğunu sanmak da çok yanlış olur. Bu zümreler, eğitimleri ve bireysel durumları bakımından, yeryüzüyle gökyüzü kadar birbirlerinden ayrı olabilirler. Onları küçük burjuvaların temsilcisi yapan şey, küçük burjuvaların yaşayışlarında aşamadıkları sınırları onların da düşüncelerinde aşamamalarıdır; maddi çıkarların, toplumsal durumlarının küçük burjuvaları pratikte ittiği işlere ve çözümlere onlar da teorilerde itilirler böylece. Bir sınıfın politik ve edebi temsilcilerinin, temsil ettikleri sınıfla ilişkileri genel olarak böyledir.

Yazar, doğal olarak, yaşamak ve yazmak için kendine bir geçim sağlamalıdır, ama bir geçim sağlamak için yaşayıp yazmamalıdır…

Yazar işini hiçbir zaman bir araç olarak görmez. Eserleri, kendi içinde amaçtır; yazar için ve başkaları için eserler araç olmaktan o derece uzaktırlar ki, yazar onların var oluşu uğruna kendi var oluşunu feda edebilir. Ve bir din vaizi gibi, şu ilkeyi, kabul eder: “İnsanlardan çok tanrıya boyun eğ!” Kendi insani ihtiyaçları ve istekleriyle o da vardır oysa bu insanlar arsında. Öte yandan, Paris modası bir frak ısmarladığım terzimin başına, güzelliğin sonsuz yasasına daha iyi uyuduğu gerekçesiyle, bir Roma togası getirdiğini görmek isterdim! Basın özgürlüğünün ilk koşulu bir iş olmamasındadır. Yazarlığını maddi bir araç olarak kullanan yazar, kendi iç köleliğinin cezası olarak, dış köleliği, yani sansürü de hak etmektedir; daha doğrusu sansürün varoluşu onun cezasıdır.”

(*) Karl Marx- Friedrich Engels / Sanat ve Edebiyat Üzerine / Birikim Yayınları, 1980