Küçük bürolarda tıkış tıkış çalışan mimarların, dershanelerde/temel liselerde çalışabilmek için peşinen istifa dilekçesi imzalamak zorunda olan öğretmenlerin ya da hocası bol para getirecek bir proje peşinde koşarken ücret almadan onların derslerine koşulan asistanların tabi oldukları çalışma rejiminin adı angarya değilse nedir?

1 Mayıs'ın toplumsal zemini ve tarihsel gelişimi üzerine

ORKUN SAİP DURMAZ *Dr., Kocaeli Üniversitesi Akademisyen

Komünist Manifesto’da, burjuvazinin “…Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getir[diği]…” ifade edilirken, tamamlanmış bir dönüşümden ziyade, egemen bir sınıfın tarihsel bir eğilimine ve proleterleşme sürecinin ara sınıflar üzerindeki nihai etkilerine dikkat çekiliyordu. Böylece, üretim araçlarından bütünüyle koparılmamış, kendi emek gücü üzerinde tasarrufta bulunabilen, dolayısıyla birtakım imtiyazları olan sınıf konumlarının eninde sonunda o imtiyazlarını yitireceği tezi Manifesto’yla birlikte, henüz 1848 yılında, tarihe not düşülmüş oldu. Ancak, Marks ve Engels’in dikkat çektikleri süreç -öngörülmesi mümkün olmayan pek çok nedenden ötürü- bekledikleri hızda gerçekleşmedi. Öyle ki, 1 Mayıs 1886’da, ABD’de, işyerlerinde sekiz saatlik işgünü uygulaması talebiyle yürüyen 300 binden fazla işçinin muhtemelen pek azı, belki de hiçbiri, doktor, akademisyen ya da avukattı. Tıpkı, 2 gün sonra, polis kurşunuyla hayatlarını kaybedecek olan 3 yoldaşları ve daha sonra idam edilecek olan işçi önderleri gibi…

O günden bugüne adına tarih denen köprünün altından çok sular aktı. Özellikle Batı’da, refah rejimleriyle birlikte, hizmet sektörü imalat sektörünün aleyhine genişledi; “kamu”, siyasi ve idari bir erk olmanın yanında bir istihdam kapısı olarak yeniden tanımlandı. Emeğin verimliliğini arttıran türlü teknik ve teknolojinin üretim sürecine adaptasyonunun sonucu ise geleneksel sanayi proletaryasının toplam işgücü içindeki ağırlığının azalması ve buna karşın nitelikli emek gücünün ya da profesyonel meslek gruplarının toplam istihdam içindeki payının artması oldu. Enteresandır, o dönemde –aslında günümüzde de- daha çok gelir düzeyi ve tüketim alışkanlıklarını temel alan, sözüne “işçi sınıfı burjuvalaşıyor” diye başlayıp, “elveda proletarya” ile bitiren tespitlere nazire yaparcasına, sahada işçilerin mücadele ve örgütlenme biçimleri o imtiyazlı kesimlere bulaşıyor, deyim yerindeyse, profesyoneller işçileşiyordu. Kimi istisnalar haricinde, “devletin memuru”nun, “sanatçı”nın ya da “kendi işinin patronu olan uzman”ın toplumsal mücadeleler düzleminde proleterleşmesinin ilk güçlü örnekleri de yine aynı dönemde ortaya çıkmıştı. Birçok profesyonel meslek grubu üyesinin işgücü henüz değersizleşmemişti ve fakat tarihin fazla doğrusal akmasını bekleyenlere inat toplumsal mücadeleler düzleminde proleterleşme süreci daha o günlerden başlamıştı. Bir başka deyişle; kentli profesyonel, işçi gibi yaşamıyordu ama işçi gibi mücadele etmeyi öğreniyordu. Batı’da refah rejimleriyle, az gelişmiş kapitalist ülkelerde ise ithal ikameci kalkınma stratejileriyle temsil olunan bu dönem, 1970’lerde yaşadığı krizi atlatamayınca, halen içinde olduğumuz ve adına neo-liberalizm denen yeni bir döneme geçildi. Bu yeni dönem eskinin imtiyazlı meslek gruplarını, gündelik yaşam deneyimleri ve emek süreçleri bağlamlarında da vasıfsız kol işçilerinin deneyimlerine yaklaştıracak, olası bir kader ortaklığı için nesnel bir zemin yaratacaktı. O ortak zeminin ya da emekçiler arası benzeşmenin unsurları ise en genel anlamda şöyle sıralanabilir: 1-Emek süreci üzerinde kontrol yitimi ve vasıfsızlaşma, 2-Yedek işgücü ordusunun büyümesi ve emekçiler arası rekabetin artması, 3-Angaryanın yeniden tesisi.
Emekçinin kendi emek süreci üzerindeki kontrolü, yani neyi, ne zaman, ne kadar ve nasıl üreteceği, her zaman olmasa da çoğu zaman emek gücünün nitelik düzeyiyle ilgilidir. Yani, emekçinin vasıf düzeyi yükseldikçe emek süreci üzerindeki kontrolünün de artması beklenir. Neo-liberal dönemde eğitim, istihdam ve maliye politikalarıyla beyaz yakalıların emek güçleri büyük oranda vasıfsızlaştırılmış ve kendi emek süreçleri üzerindeki tasarrufları da önemli ölçüde sermayeye devredilmiştir. Bugün itibariyle, şantiyedeki bir inşaat mühendisinin işini nasıl yapacağını mesleğin gerekleri ya da meslek sahibinin meziyetleri değil, hizmetinde çalıştığı patronun maliyet hesapları ya da şirketin yatırım politikaları belirleyecektir. Bu anlamda, yani emek süreçleri üzerindeki tasarruf yetkisi açısından o mühendis, emri altındaki bir duvar ustasından çok farklı bir konumda değildir. Marks’ın yaklaşık 150 yıl önce geliştirdiği “yedek işgücü/işsizler ordusu” olgusuna gelince, 21. yy itibariyle çok daha büyük bir niceliğe tekabül etmekte; dahası, o nicelik de içerisinde çeşitli biçimlerde nitelikli emek gücü barındırmaktadır. Bir diğer anlatımla, günümüzde sadece fabrikadaki vasıfsız işçi değil, diplomalı ve eğitimli işgücü de, onlara kıyasla çok daha düşük bir ücrete çalışmaya hazır bir işsizler ordusunun tehdidi altındadır. Ataması yapılmayan öğretmenler ve sayıları çığ gibi büyüyen işsiz İİBF mezunları bu bağlamda değerlendirilebilir. Son olarak, refah rejimleri dönemindeki kurallı çalışma rejimleriyle birlikte resmen yasaklanan fiilen ise minimize edilen angarya, yani ücretsiz veya zorla çalıştırma biçimleri, günümüzde hızla yaygınlaşmakta, üstelik beyaz yakalıları da içerisine alacak bir kapsama ulaşmaktadır. Haftalık mesaileri mevzuattaki azami çalışma sürelerini aşan, fazla mesai ücreti almayan, ücretli izin hakkı olmayan, kimi zaman sözleşmede belirtilmeyen ve mesleğin gerekleriyle de örtüşmeyen ekstra işler yapmak zorunda kalanlar, uzunca bir süredir vasıfsız emekçilerle sınırlı değildir. Küçük bürolarda tıkış tıkış çalışan mimarların, dershanelerde/temel liselerde çalışabilmek için peşinen istifa dilekçesi imzalamak zorunda olan öğretmenlerin ya da hocası bol para getirecek bir proje peşinde koşarken ücret almadan onların derslerine koşulan asistanların tabi oldukları çalışma rejiminin adı angarya değilse nedir?
Bütün bunları nitelikli emek gücünün acınası halini vurgulamak için değil; 1 Mayıs’ların toplumsal zemininin hiç olmadığı kadar genişlediğini ifade etmek için ve bu geniş zeminin tekabül ettiği niceliğin devrimci bir sıçramayla niteliğe dönüşeceğine olan umudumuzla yazdık.

Başta Türkiye işçi sınıfı olmak üzere, emeğiyle geçinenlerin 1 Mayıs’ı kutlu olsun!