1 Mayıs farklı kimliklere ait insanların sınıf kimliği altında buluştuğu bir büyük forumdur. Bu forumu bir mitingden, herhangi bir toplantıdan ayıran özelliği ise doğrudan sınıf kimliği ile bağlantılı bir eylem olması ve enternasyonalist bir özellik taşımasıdır.

1 Mayıs: Sınıf, meydan, süreklilik

Zafer Aydın

Komünist Manifesto’dan, film repliklerine kadar uzanan, iki sınıfının yani burjuvazi ve proletaryanın çatışmasından meydanlara yansıyan en güçlü simgedir 1 Mayıs. İçini boşaltma, deforme etme girişimlerine rağmen hâlâ sınıfın gücünün ve varlığının hatırlatıldığı gündür. Taşıdığı sınıfsal öz itibariyle “Hepimiz aynı gemideyiz” yalanına da, “Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyiz” ifadesiyle sınıfı yok sayan yaklaşımlara da “adı konulmamış” bir itirazdır. Aynı zamanda “adı konulmuş” bir korkudur 1 Mayıs. Egemenlerin, mülk sahiplerinin, iktidarlarını, düzenlerini, servetlerini kaybetme korkusu depreşir 1 Mayıs’larda. İşçi sınıfını kontrol etmek maksadıyla kurgulanmış mekanizmalarının, manipülasyonların, entrikaların, medya ile sağlanan iklimin de işe yaramayacağı gelir akıllarına ve yasağa sığınırlar. Cumhuriyet tarihi boyunca 1 Mayıs’ı yasaklamalarının, 1 Mayıs öncesi yapılan tutuklamaların esas nedeni budur. Elbette kitle gösterilerinin önlenmesi de amaçlanmaktadır, ama daha çok, sınıfın görünmesini engellemektir maksat.


Egemenlerin korkusunun temelsiz olduğu ya da abartıldığı ileri sürülemez. Çünkü 1 Mayıs farklı kimliklere ait insanların sınıf kimliği altında buluştuğu bir büyük forumdur. Bu forumu bir mitingden, herhangi bir toplantıdan ayıran özelliği ise doğrudan sınıf kimliği ile bağlantılı bir eylem olması ve enternasyonalist bir özellik taşımasıdır. Sınıfın politik kimliğinin ve politik dinamizminin temelini 1 Mayıs oluşturur. Bu nedenle işçilerin uykudan uyanma ihtimalinden korkan sermaye için 1 Mayıs, uyanıkken görülen kâbustur.

1 Mayıs tedirginliğinin bir diğer nedeni de komünizm korkusudur. Bu korkunun temelini de 1 Mayıs’ın sınıfla buluşturmasında, yasağın kırılması mücadelesinde, sınıfsal niteliğinin canlı tutulma çabasında ve bunların süreklilik kazanmasında komünistlerin, sosyalistlerin, devrimcilerin oynadığı roldür. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1960’lara kadar gelen dönemde ağır baskı koşullarına rağmen 1 Mayıs ,TKP’nin illegal faaliyetleri içerisinde önemli bir yer tutmaktaydı. Ortamın görece daha demokratik bir hale geldiği dönemde de Türkiye İşçi Partisi (TİP) resmi “Bahar Bayramı kutlamalarına”, “1 Mayıs İşçi Bayramıdır” diye itirazını yükseltiyordu. Yine ilk yasaksız 1 Mayıs toplantıları da sosyalistlerin elinde şekillendi. İlk açık toplantı için 1975 yılında TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) tarafından Tepebeşı’nda yapılan kapalı toplantıya işaret edilmiş olsa da gözden kaçan 1970 yılında da yapılmış bir etkinlik daha var. 1970 yılının 1 Mayıs’ında İstanbul Kartal’da bir düğün salonunda Kartal İşçi Birliği (Resmi adıyla İstanbul Bölgesi İşçileri Birliği) tarafından bir toplantı yapıldı. Bölgenin işçilerinin aileleriyle katıldığı bu 1 Mayıs toplantısında Harun Karadeniz, Bekir Belovacıklı gibi sosyalistler konuştu. Ruhi Su türküler söyledi. (Z. Aydın, 68’in İşçileri, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2021.) Gerek Harun Karadeniz çevresinin etkinliği altında olan Kartal İşçi Birliği tarafından 1 Mayıs etkinliğinin düzenlenmesi gerek TSİP tarafından 1975 yılında yapılan toplantı gerekse 1976’dan itibaren kitlesel 1 Mayıs kutlamaları, solun bu konudaki ısrarının tarihe kaydedilmiş göstergeleridir.

Tarihten süzülüp gelen deneyim ve birikim ışığında meseleye baktığımızda 1 Mayıs sınıfsal niteliği, sınıfın gücünü, varlığını alanlarda ortaya koyması ve bir süreklilik taşımasıyla anlam kazanıyor. Bu da 1 Mayıs›ın bir eylem günü değil, eylem hattı olduğunu önümüze koyuyor. Yani sınıf, meydan ve süreklilik kavramlarıyla örülmesi gereken bir hatta işaret ediyor. Neyi nasıl yapmak gerektiği konusunda ufuk açıyor. Nitekim Konda’nın 2021 yılı aralık ayında açıkladığı araştırma sonuçları da bunu perçinler nitelikte. Konda araştırması önümüzdeki dönemin kimliklerin değil, sınıfsal gerilimlerin yükseldiğini bir dönem olacağını haber veriyor. AKP iktidarını çözecek olan gerilimin de bu olacağını söylüyor. AKP’nin yarattığı mağduriyetler çerçevesinde bir yakınma var, ancak yine araştırma verilerine göre hakları için sokağa çıkma eğilimi hâlâ çok düşük. Örgütlenme ihtiyacını duyanların sayısı da çok az. Oysa toplumsal sorunların bu denli ağırlaştığı herkesin politize ve ajite olduğu bir dönemde meydanların dolup taşması gerekiyor. Çünkü yaşanan rahatsızlıkların görünür hale gelmesinin, tepkinin açığa çıkmasının yolu bu. Elbette emeklilerden, kuryelere, metal işçilerinden, çorap işçilerine, şiddete karşı direnen kadınlara kadar toplumun çeşitli kesimleri tarafından eylemler, direnişler sergileniyor, bunlar umut verici, yol gösterici ancak hâlâ alanlar dolu değil.

Evet, pandemi ile birlikte artan sorunlar emekçileri canından bezdirdi. Yükselen enflasyon, eriyen ücretler “Geçinemiyoruz” feryatlarını yükseltiyor. Halk rahatsız. AKP’den yakınanların sayısı giderek artıyor. AKP zayıflıyor ama karşısında güçlenen yok. Çünkü karşısındaki “ana muhalefet” sorunun sınıfla bağını kurmaktan uzak duruyor. Yaşanan rahatsızlığı meydanlarda görünür kılmaktan imtina ediyor. Sokağı, meydanları siyasetin alanları haline çevirecek, örgütleyecek bir yaklaşım içinde davranmıyor. Tek perspektife sahipler, devleti AKP’den geri almak. Bunu da AKP’yi taklit ederek, dini ve etnik hassasiyetlere seslenerek yapmak peşindeler. Tek stratejileri “Allah’ın izniyle sandığın gelmesini beklemek.” Sosyal muhalefetin en önemli parçası olması gereken örgütlerden Türk-İş ise suskunluk yemini etmiş vaziyette. Türk-İş Başkanı, emekçilerin yaşadığı sorunlardan söz edemiyor, AKP’den, uygulamalarını eleştirmekten kaçınıyor. O da seçimi işaret ederek, “Sandık gelsin, hayırlısı neyse o olsun” diye temennide bulunuyor.

AKP karşısındaki rahatsızlığın değiştirici, dönüştürücü bir dinamiğe kavuşması şart. AKP’den yakınmanın AKP’den ve kurduğu soygun ve sömürü düzeninden kurtulmaya evrilmesinin yolu sınıfa gitmekten, meydanları doldurmaktan, spot, günlük eylemler yerine ısrarlı ve inatçı bir örgütlenme ve mücadele hattı örmekten geçiyor. Bu açıdan bakıldığında 1 Mayıs’ın tarihsel mirası hem bir yol haritası ortaya koyuyor, hem de bunun aktörlerinin kimler olacağını gösteriyor.

Yazı vesilesiyle hukuksuzluğa, intikam ve gözdağı operasyonuna boyun eğmeyen arkadaşlarımız Osman, Mücella, Can, Mine, Çiğdem, Tayfun, Hakan ve Ali’yi selamlıyorum. Yine 1996’dan beri her 1 Mayıs’ta yan yana yürüdüğümüz özgürlüğü elinden alınan arkadaşımız Bircan’ı da.