14 Mart Tıp Bayramı: Zor bir yılın ardından
Türkiye'de bugüne dek 390’a yakın sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Üstelik sağlık çalışanlarındaki hastalık ve ölüm oranlarının toplum genelinden belirgin bir biçimde yüksek olmasına karşın Covid-19 ülkemizde meslek hastalığı kabul edilmedi.
ÖZLEM KAYIM YILDIZ
Takvimler 11 Mart 2020'yi gösterdiğinde Türkiye'nin ilk Covid-19 vakası resmi olarak açıklandı. Bu tarih, aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü'nün de pandemi ilan ettiği tarihti. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 'Bir veya birkaç vaka salgın demek değildir' dese de hastalığın ilk saptandığı Çin ve hızla yayıldığı Amerika ve Avrupa kıtalarındaki seyir, Türkiye'deki durumun da kısa sürede bir veya birkaç vakadan çıkıp salgına dönüşeceğine işaret ediyordu. 11 Mart 2021 tarihi itibarıyla Sağlık Bakanlığı verileriyle Türkiye'de tanı konmuş 2 milyon 835 bin 989 vaka ve 29 bin 290 ölüm var. Pandemi süresince gerçekleşen doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili fazladan ölümler de dikkate alındığında zor bir yılı geride bıraktık.
Tüm dünya, apokaliptik Hollywood filmlerindeki pandemilerin katastrofik seyriyle kimi zaman benzerlikler gösteren, kimi zaman bu seyirden öngörülemez bir biçimde ayrışan Covid-19 pandemisine hazırlıksız yakalandı. İnsanlığın yeni tanıştığı bir virüsün meydana getirdiği bir salgın hastalık sürecinde sağlık çalışanı olmak kimi zaman acılı ve zor, kimi zamansa hastalıklarla ilgili bilgileri elde etme sürecine ve bilimsel metodolojinin işleyişine doğrudan tanıklık etmek için benzersiz bir deneyimdi. Olağanüstü hızla elde edilen ve tüm dünyayla eşzamanlı olarak paylaşılan bilgilerin içerisinden doğru olanları ayıklamak ve bunları üst üste koyarak bir duvar inşa etmek gerekiyordu. Bu süreç içerisinde kimi zaman makalelerin hızlı ve optimum olmayan hakem değerlendirmesinden geçiş sürecinin olası olumsuz sonuçları deneyimlendi, kimi zaman tüm tıbbi uygulamaların kanıta dayalı olması gerekliliğini tekrar hatırlamak gerekti. Neyse ki, Recovery Çalışma Grubu ve başka birçok bilim insanının çabalarıyla 'kanıta dayalı tıp' verileri art arda geldi. Öngörülenden çok kısa bir süre içerisinde, sadece bir yılda, hastalığın tanı ve tedavisinden etkili ve güvenli aşıların geliştirilmesine varan birçok alanda öngörülemez bir hızla başarılar elde edildi. Pandeminin başlarında yüzde 10'lara varan vaka ölüm oranlarının yüzde 3'e düşmesinde yaygın test ile hafif belirtili vakaların saptanmasının yanı sıra hastalığı anlamamızın payı da var kuşkusuz. Hastane içi ölüm oranlarının düşmekte olduğunu bildiren çalışmaların sonuçları da buna işaret ediyor.
Peki, bilinmezliklerle dolu bu bir yılda sağlık çalışanı olmak nasıl bir deneyimdi?
Pandeminin başına dönersek, bulaşma yolları (Damlacık? Aerosol? Yüzeyde kalma?) henüz tam olarak anlaşılamamış, ilk verilere göre yüzde 10 dolayında ölümcül, oldukça bulaşıcı bir salgın hastalıkla eldeki az bilgiyle mücadele etmek olarak özetlenebilir bu deneyim. Birlikte çalışılan meslektaşların hemen her gün hastalanmalarını ya da ölmelerini izlemek, bilinmeyenlere rağmen en iyi tıbbi bakımı sunmaya çalışmak, çok sayıda ölüme tanıklık etmek, artan vaka sayıları karşısında eldeki imkânları en iyi biçimde değerlendirmeye uğraşmak, hastalandığında çocuklarını ya da bakıma ihtiyacı olan yakınlarını kime emanet edeceği üzerine kafa yormak, eve hastalık taşıma korkusu duymak, aylarca evden uzak kalmak...
Uluslararası Af Örgütü, 5 Mart 2021'de en az 17 bin sağlık çalışanının Covid-19 nedeniyle hayatını kaybettiğini duyurdu. Birçok ülkede resmi verilerin yetersizliği nedeniyle bu sayı muhtemelen gerçekte olanın tümünü yansıtmıyor. Türkiye'de ise bugüne dek 33'ü emekli, 354'ü aktif çalışan olmak üzere 387 sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti (Türk Tabipleri Birliği'nin Siyah Kurdele Web sayfası, https://siyahkurdele.com). Üstelik sağlık çalışanlarındaki hastalık ve ölüm oranlarının toplum genelinden belirgin bir biçimde yüksek olmasına karşın Covid-19 ülkemizde meslek hastalığı kabul edilmediğinden, bazı meslektaşlarımız küçük çocuklarını bize emanet ederek hayata veda etti. Hayatta kalabilenler, hastanede ya da yoğun bakım ünitelerinde haftalarca, aylarca yaşam mücadelesi verdiler. Başka birçoğu ise eve taşıdıkları virüsün yakınlarının canını almasını izlediler. Acı ve ölümle dolu geçen bir yıl... İlk can kayıplarında her bir sağlık çalışanının ismi bir hastaneye ya da kliniğe verilirken artık ölümlerinden kimse bahsetmez olmuştu, baş sağlığı dileyen bile yoktu. Sessiz sedasız ölüyorlardı günde üçer beşer. Artık salgın bir hastalığın sürmekte olduğunu hatırlatan, inkârcıları ve kısıtlamalardan bunalmış olanları öfkelendiren, görüldüklerinde hoşa gitmeyen duygular uyandıranlardı.
Pandemi bir doğal afet olarak kabul edilirse sağlık çalışanları ölümleri kaçınılmaz görülebilir mi? Ülkeler arasında sağlık çalışanları ölümlerinin büyük değişkenlikler göstermesi, ölümlerin kaçınılmaz olmadığına işaret ediyor. Pandeminin özellikle erken dönemlerinde kişisel koruyucu ekipmanlara erişimin yetersiz olması ve güvenli olmayan çalışma ortamlarının da bu ölümlerde katkısı var kuşkusuz. Branşlarından bağımsız olarak pandemi klinikleri ve yoğun bakımlarında Covid-19 vakalarını iyileştirmek için uğraşan sağlık çalışanları ne hastanelerindeki ne de yaşadıkları yerlerdeki vaka ve ölüm sayılarını bilebiliyorlardı üstelik. Bilmelerine gerek görülmemişti. Epidemiyolojik verilere sahip olmamak, risk düzeyini bilmeyi ve hazırlıklı olmayı da olanaksız hale getiriyordu kuşkusuz.
Süreç tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kahramanlaştırma ile başlamıştı aslında. 19 Mart 2020'de sağlık çalışanları için üç günlük alkış çağrısında bulunulmuş, bu çağrı, TBMM'den sonra tüm yurda yayılmıştı. Kahramanlaştırmalar ürkütücüdür çünkü diğerkâmlık beklentisi içerir. Militarist bir dille pandemi bir savaşa, sağlık çalışanları ise askere benzetiliyordu. Oysa ne bu bir savaştı ne de biz ön cephede savaşan askerlerdik; bu uzun soluklu bir dayanışma mücadelesiydi. Üç günlük alkış biter bitmez ayrımcılık ve şiddet tüm hızıyla başlamıştı bile; potansiyel virüs taşıyıcısı oldukları gerekçesiyle ev kiralanmayan, apartmandaki asansörü kullanmaları istenmeyen sağlık çalışanları kimi zaman hastanede, kimi zaman filyasyon için gittikleri hanede şiddete uğramaya devam ediyorlardı.
Üç günlük alkış çağrısından neredeyse altı ay sonra, 5 Eylül 2020 tarihinde Sağlık Bakanı Koca şu tweeti paylaştı:
'Salgından etkilenerek görev yapamayan aile hekimleri ile aile sağlığı çalışanlarının maaşlarından artık kesinti yapılamayacak...'
Bu tarihten önce çalışırken Covid-19'a yakalanan aile sağlığı çalışanlarının maaşlarından kesinti yapılıyordu. Bu tweet öncesinde fedakârlıkları için peşinen üç gün alkışla ödüllendirilen sağlık çalışanlarının Covid-19'a yakalandıklarında maaşlarında kesinti yapıldığına inanmayanlar, bunu bir kara propaganda olarak görenler vardı, inanılır gibi değildi çünkü.
Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde nüfusa oranla en az sağlık çalışanı sayısına sahip olan ülkelerden biri. Pandemi öncesinde de başka birçok ülkedeki meslektaşlarına göre daha ağır çalışma koşullarına sahip olan Türkiye'deki sağlık çalışanlarının iş yükü bu süreçte daha da arttı. Hastalık ya da izolasyon nedeniyle çalışamayan iş arkadaşlarının yerine de çalışmak durumunda kaldılar, izin, emeklilik ve istifa hakları askıya alındı. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sağlık çalışanları tükenmişlik, travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon tehdidi altındalar. Türkiye Psikiyatri Derneği, pandeminin başından bu yana sağlık çalışanlarına ruhsal destek veriyor. Kendimizin ve birlikte çalıştıklarımızın ruh halini gözetmek, gerektiğinde yardım almak durumundayız.
Pandeminin eğitim almakta olan tıp öğrencileri ve asistan doktorlar üzerinde de etkileri oldu kuşkusuz. Stajlarda yüz yüze eğitim alma imkânı bulamayan tıp öğrencileri şimdilerde hastanelere dönmeye başladılar. Asistan doktorlar ise pandemi kliniklerinde çalıştıkları için olağan rotasyonlarına devam edemediler, bölümlerinde yeterli eğitim alma imkânından yoksun kaldılar. Tıp eğitimindeki aksamaların uzun dönemdeki olası olumsuz etkilerinin önlenmesine yönelik adımlar atılmalı.
Pandeminin yıldönümüne sağlık çalışanlarının çok büyük bir kısmı aşılanarak girildi. Aşılamanın sağlık çalışanlarında ağır hastalık ve ölüm oranlarını önemli ölçüde azaltması bekleniyor. İlk doz aşılamaların başladığı 14 Ocak'ta, hem bir yıldır hiç olmadığımız kadar mutlu ve umutluyduk, hem de birkaç ay daha hastalanmasa, hayatını kaybetmese aşıya yetişebilecek meslektaşlarımızın hüznü vardı üzerimizde. Artık aramızda olmayan meslektaşlarımız, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, Tıp Bayramı’mız kutlu olsun.