1999’dan 2023’e
24 yıl sonra, dünyada bu alanda yaşanan onca değişikliğe rağmen halk hâlâ bunları bilmiyor. Halka afet eğitimi vermeyi rapor yazıp okumalarını istemek, kamu spotu yayımlamak olarak görüyorlar.
KUBİLAY KAPTAN
Ülkemizi etkileyen ve bir felakete dönüşen depremin, bir felakete dönüşmesinin nedenleri nelerdir?
Bu soruyu üç başlık üzerinden incelemeye çalışacağım:
İlk başlığım “Yapı stoku”
1999 yılında yaşadığımız Marmara Depremi sonrası yapılan incelemelerde yapıların göçme, hasar alma sebeplerinde ilk öne çıkanlar şunlar olarak belirlenmişti:
• Yumuşak kat: Zemin katının öncelikli olmak üzere herhangi bir katın diğer katlara göre zayıflatılması, zemin katında duvarların kaldırılıp dükkân yapılması gibi.
• Zayıf kolon: Kolonlar arasında bant pencere açmak.
• Kolon-kiriş birleşim bölgelerinin düzgün yapılmaması.
• Etriye sıklaştırılmasının yapılmaması.
• Perde kullanımından kaçınılması.
• Yapının ömrü boyunca kontrolsüz değişikliklerden geçirilmesi.
• Kaliteli malzeme kullanmama.
• Sıvılaşan zemin üzerine inşaat yapılması.
Bütün bu ana etkenlerin üstünde “denetim yoksunluğu” bulunmaktaydı. Denetim kâğıt üstünde yapılmış olarak gösterilmekte ancak zerre denetim yapılmamaktaydı.
Kahramanmaraş depremine gelince, ayrı ayrı yazmama gerek yok çünkü maddeler aynı: Yapılar aynı nedenlerle göçtü, hasar aldı. 24 yıl sonra hiçbir şey değişmediği gibi durum daha vahim bir hal aldı.
Bütün bunların sorumlusu, firmasına, adamına göre denetim yapan devlet kurumları ve onların görevlendirdikleridir.
İkinci başlığım “Halk”
1999 yılında halk deprem sırasında nasıl davranacağını bilmiyor; yaşadığı, çalıştığı yerlerde deprem çantası bulundurmuyordu.
24 yıl sonra, dünyada bu alanda yaşanan onca değişikliğe rağmen halk hâlâ bunları bilmiyor. Halka afet eğitimi vermeyi rapor yazıp okumalarını istemek, kamu spotu yayımlamak olarak görüyorlar. İnsanın afet gibi anlarda tepki vermesi için hayatı boyunca devamlı bu durumun tatbikatını yapması, içselleştirmesi gerekir. 24 yıl önce anaokullarında bu eğitime başlasalardı bugün toplumun büyük kesimi deprem sırasında ne yapacağını bilir duruma gelmişti. Bütün ülke genelinde yapılan ve göstermelik olan, gösterilenin bile doğru yapılmadığı bir afet tatbikatı yapıldı. Halkın yüzde 98’inin evinde deprem çantası yoktu. Halk deprem sonrası ne yapacağını bilmiyordu. Yetkililer, yazdıkları raporlarda bu durumu anlatıyor ancak uygulamaya geçirtemiyorlardı.
Doğal olarak deprem, halkı her zaman olduğu gibi hazırlıksız yakaladı. 24 yıldır halkı doğru şekilde eğitip, en azından bu konunun tamamlanması için bir şeyler yapması gerekenler, bu yıllar boyunca sadece güçlendirmelere, yeni yapılar yapmaya, yani para getirisi olan işlere odaklandılar.
Son başlığım “Kamu”
Bütün başlıklarda ele aldığım konuların hali içler acısı ama kamunun yani devleti temsil eden hükümetin hali bu başlıkların içindeki en içler acısı durum.
Hükümetin bir afet politikası, afet yönetim şekli, hassasiyeti bulunmamaktadır. Bu konuya bakışı hayata bakışına paraleldir. Konuyu, kendilerine yakın insanlara iş bulmak, iş yaratmak olarak gördüler.
99 depreminde çok iyi çalışan, yılların birikimine sahip bütün kuruluşları kapattılar, içlerini boşalttılar, yılların deneyimlerini sildiler.
AFAD’ı açtılar, AKUT, Sivil Savunma Teşkilatı, Balıkadamlar ve benzeri kurumlar lağvedildi veya AFAD’a bağlandı. Özerk olacağı söylenen AFAD, yeni hükümet sistemi ile İçişleri Bakanlığı’na bağlı, emir gelmeden adım atamayan, en ufak bir reflekse sahip olmayan; afet yönetiminde deneyim, bilgi sahibi olmayan insanların konulduğu, teknolojik gelişmeleri takip etmeyen, altyapısı eksik bir kurum haline geldi.
Bu kurum o kadar işlevsiz bir hale geldi ki, depremin ilk saatlerinde yaptığı ilk duyuru, hangi ile hangi bakanın bakacağını açıklamak oldu.
Kahramanmaraş depreminden bir saniye önce ülkemizin hali “afete hazırlık” yönünden 1999’dan çok daha kötü durumdaydı.
Geçmiş yıkımlara bakan insan –gelmekte olan yıkımlardan kaçınabilmek için– kökten yeni bir şeye başlayabilme gücünde olduğunu hayal eder. Bunu ancak liyakat sahibi kurumlar bir oranda başarabilir. Mevcut yönetim anlayışı değişmedikçe, ülkemizin afetlere hazırlık yönünden eksikliklerinde en ufak bir değişiklik olmayacak, tam tersi, her gün durum daha kötüye gidecektir.
Yine de birleşmeli ve yorulmadan, umudumuzu kaybetmeden, kulakları sağır eden propaganda makinalarına aldırmadan ve pes etmeden bir arada durmalıyız. Kim bilir, belki bu kısırdöngüden çıkmanın hala bir yolu olabilir.