Köşe yazarlarının adetidir. Bir yıl gerid

Köşe yazarlarının adetidir. Bir yıl geride bırakılıp yenisi başladığında, cesaret verici yazılar yazarlar... Önceki yıl yaşanan sıkıntılardan, felaketlerden söz eder, bunların artık geride kalması temennisinde bulunur, yeni gelen yılı aydınlatacak küçük, ama anlamlı umut ışıklarından söz ederler.
İnsanların her yeni yılda yaptıkları gibi, umut dolu beklentilerle taze başlangıçlara hazırlandıkları günlerde her şeyin daha da kötüye gideceğine dair karamsar bir kehanet, zaten yakışık almaz.
Ama 2005'te neler olabileceğine dair küçük tahminlerde bulunmanın, sanırım kimseye bir zararı yoktur. Aklımızdan geçen muhtemel gelişmelerin, hayatın karanlık yüzünde mi, aydınlık yüzünde mi olduğuna okuyucu karar versin artık...

DİYARBAKIR'I BIRAK KAYSERİ'YE BAK!
2005'in öncelikli gündemi, yine Türkiye'nin AB üyeliği olacak... Yılın ilk aylarında Başbakan Erdoğan, müzakere tarihi alınmasına mukabil, AB karşısında teslimiyet politikası izlendiğine ilişkin eleştirileri bertaraf etmeye çalışacak. Bu yöndeki çalışmalara start verdi bile... "Kardeşim, ne var Diyarbakır'da? Her gelen önce oraya uğruyor. Niye Kayseri'ye gitmiyorsunuz?" türü açıklamalar, yani bir yandan AB'ye meydan okuyormuş gibi yapmalar, diğer yandan Kürtlere sınırlarını hatırlatan gözdağı vermeler sıklaşacak.
Ne zamana kadar? Ekim ayı yaklaşırken, takriben yaz ortasında Başbakan'ın söylemi değişmeye başlayacak. Ailesiyle birlikte Ramsey'in sahibi Remzi beyin yazlık evlerinden birinde tatil yaparken Ülker dondurması ısmarladığı gazetecilere daha mutedil açıklamalar yapacak. En kalbi duygularıyla medeniyyetler arası buluşmanın erdemlerinden ve kaçınılmaz bedellerinden bahsedecek.
Malum, muhalefetin önemli argümanlarından biri de Kıbrıs meselesi... Muhtemel iş bölümü içinde hükümetin Kıbrıs davasına ne kadar sahip çıktığını anlatma görevini Abdullah Gül üstlenecek. Önümüzdeki bir kaç ay boyunca, Ankara Antlaşması'nın 10 yeni AB üyesini kapsayacak biçimde genişletilmesinin Kıbrıs Rum Yönetimi'ni tanımak anlamına gelmediğini sabırla tekrarlayacak. Çocukken babasının götürdüğü "Ya taksim, ya ölüm" mitinglerini, Kıbrıs davasına kişisel bağlılığının kanıtı olarak sunacak.

DENKTAŞ'LARIN ZOR YILI
Söz Kıbrıs'tan açılmışken oradan devam edelim...
2004'ün son günlerinde "Gerekirse FKÖ gibi bir örgüt kurar silaha sarılırız" açıklamasıyla 'gündeme bomba gibi düşen' Serdar Denktaş, aslında hiç aklından geçmezken, babası tarafından rahmetli ağbeyinin yerine ikame edildiği siyaset dünyasından iyice sıkılacak. Baba Denktaş'ın cumhurbaşkanlığına veda etmesinin ardından omuzlarındaki yük daha da artacak. Bir Akdeniz adasında yaşamanın harikulade gevşekliği ile Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'ün "kurulacak örgüte finansör olma" talebi arasında sıkışacak. 2005 Denktaşlar için, nerden baksanız zor olacak.

HERŞEY POLİTİKA DEĞİL
Güzel yurdumuzda, her yıl olduğu gibi bu yıl da her şey siyasetten ibaret olmayacak. Büyük kentlerimizde makus kaderinin üstesinden gelmeye çalışan bir kısım alt-orta sınıf mensubu, televizyon ekranlarında göz yaşartıcı bir nezaket ve saygınlık gösterisiyle birbirinin gırtlağını sökmeye çalışacak. Şimdiden müjdesi verildi bile: Sekiz 'şanslı' kadınla sekiz 'şanslı' erkek Karayipler'de bir adada en naturel koşullar altında hayat mücadelesi verir gibi yaparken cilveleşecek. En çok onları seyredeceğiz, en çok onları konuşup en çok onları yazacağız. Ve bu esnada artık kimse Semra hanımı hatırlamayacak. Tıpkı şimdilerde Edi'yi ve Bayhan'ı hatırlamadığımız gibi...
Sizler de tahmin edersiniz ki, 2005'te de futbol dolu günler, geceler bizi bekliyor. Ama asıl Kadıköy'de oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray derbisi yıla damgasını vuracak. Merdivenler –tabii ki- boşalmayacak... Tribünlerden başta Ergun Gürsoy olmak üzere cümle Galatasaray yöneticisinin ve birinci derece akrabalarının hatırı sorulacak. Aziz Yıldırım, dudağının kıyısında muzip bir gülümseme, gözlerini 360 derece döndürüp ellerini iki yana açacak: "Engel olamıyorum!"