2024 Dünya Forumu: Yıl geçtikçe insanlık daha geriye gidiyor

Yusuf Tuna Koç 

2024 yılına, birçok küresel sorunun çözülmek bir yana derinleştiği bir atmosferde girdik. İsrail’in Filistin’deki katliamlarını sürdürüyor. Ukrayna-Rusya savaşı emperyalizmin yeni küresel hegemonya mücadelesinin sahnesi olmaya devam ediyor. Göç krizleri ve onun üzerinden yükselen neofaşizmin yükselişine temel oluşturan dinler ve etnisiteler temelli bölünmeler yoksulluğa sürüklenmiş milyonlarca emekçiyi birbirine düşman edip, parçalıyor.  

Neoliberal kapitalizmin küresel egemenliği her gün tüm dünyada insanlığın yaşam ve çalışma şartlarını geriye götürüyor. Barınma, sağlık, eğitim, emeklilik gibi on yılların mücadelesi ile kazanılmış haklar, kürenin tamamında finansallaşıyor. En zengin yüzde bir, yüzde doksan dokuzun sahip olduğunun neredeyse iki katı daha zengin. Hızlı finansallaşma, pandemi yönetimi ve emperyalizmin yaydığı siyasal istikrarsızlıklar, zenginliğin bölüşümünü giderek daha adaletsiz hale getirdi.  

Geçtiğimiz yılın son aylarında başlayan İsrail-Filistin krizi, Gazze’de soykırıma dönüştü. Netanyahu liderliğinin Nazileri aratmayan uygulamaları, İran’a Lübnan’a da sıçrayarak Ortadoğu’da yeni bir gerilime kapı aralıyor. ABD emperyalizminin Rusya ve Çin’e yönelik saldırganlığı, kendisini hem ticaret yasaklarıyla hem de bu ülkelerin kendi bölgelerindeki jeopolitik krizlerin derinleştirilmesi ile sürüyor. Rusya-Ukrayna Savaşı sonlanma sinyali vermezken, Çin’e karşı Pasifik’te askerî tahkimat sürüyor, Çin-Tayland gerilimi yükseliyor. 

Ağırlığı Ortadoğu’da ABD güdümünde çıkan iç savaş ve işgallere dayanan göç dalgası, Batı siyasetinin ana gündemi haline geldi. İtalya’da, Hollanda’da, Macaristan’da faşist iktidarlar göçmen düşmanlığından besleniyor, Avrupa Birliği ise başından itibaren parçası olduğu zorunlu göç dalgalarından, insanlık dışı yasa ve uygulamalarla devasa bir köle pazarı yaratmaya doğru gidiyor. 

Batıda, güneyde, kuzeyde ve doğuda siyasal olarak geriletilemeyen emperyalist kapitalizm ancak daha fazla yıkım ve barbarlığı besliyor. İnsanlık her yıl daha geriye gidiyor. Tüm dünyada halkların, kültürlerin birlikte yaşam dinamikleri parçalanırken, tüm toplulukların birbirine düşman, tüm insanlığın ucuz işgücü olduğu bir dünyaya ilerliyoruz.  

İklim krizi, yeşil kapitalizm ve şirket aktivizminin ufkunda büyümeye, derinleşmeye devam ediyor. Gezegen giderek yaşanmaz haline gelirken, iklim göçleri, uluslararası boyuta sıçrayan gıda krizi gibi yan sorunları da beraberinde gidiyor. 

İnsanlık kapitalizmin yıkıcılığı ile büyük bir belirsizlik içine sürüklenirken umut olacak bir alternatif ise henüz şafakta görünmüyor. Sol iktidar deneyimleri ve kimi zaman yükselen muhalefet hareketleri henüz reel bir alternatife dönüşemedi. Bu da insanlığın gerici akımlar içine hapsetmeye devam ediyor. Yaşanan her şey tarihin ve insanlığın sosyalizme bir çağrısı olarak ortaya çıkıyor. Sosyalist sol bu çağrıya yanıt verebildiği oranda yarınların umudu çoğalabilecek. 

2024 yılına girerken dünya gündeminin öne çıkan başlıklarını, önümüzdeki yıldan beklentilere dair dört soruyu dört akademisyene sorduk. Anıl Aba, Hayri Kozanoğlu, İlhan Uzgel ve Korkut Boratav, BirGün Pazar için 2024 Dünyasını değerlendirdi. 

*** 

Neofaşizm emperyalizmin Batı’ya hediyesi 

Boratav “Sermaye hareketleri tümüyle serbestleşti; emek-yoğun üretim kolları tedarik zincirleri içinde uluslararası sermaye tarafından düşük ücretli Asya, Latin Amerika ekonomilerine taşındı. Güney’de, yeni bağımsızlaşan ülkeleri de kapsayan korumacı, ithal ikameci programlar, genç sanayiler tasfiyeye uğradı” diyor. 

Korkut Boratav

Hem Batı’da hem de Güney’de aşırı sağın yükselişe geçtiği bir yıl geçirdik, bu yükseliş sermaye sınıfı açısından nasıl bir tercihin karşılığı ve geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

Korkut Boratav: “Aşırı sağ” kavramını neofaşizm olarak adlandırmayı yeğliyorum. “Keskin” bir teşhisle başlayalım; sonra ayrıntılara girerek açalım: Neofaşizmin yükselmesi, Batı kapitalizminin, daha kapsamlı ifadesiyle emperyalizmin ürünüdür. Son kırk yılda emperyalizmin ekonomik ve siyasal alandaki “marifetleri”, kapitalist sistemin merkez (“Batı”) ve çevre (“Güney”) kutuplarında, emekçi sınıfları sarstı ve neofaşizmi besledi.  

Belirleyici ekonomik etken, sermayenin dünya çapındaki sınırsız tahakkümü anlamına gelen neoliberalizmin 1980’den itibaren Batı’dan başlayarak tüm dünyada yaygınlaşmasıdır.  

Batı’da bu dönüşüm Altın Çağ kurumlarını, düzenlemelerini, bölüşüm ilişkilerini felce uğrattı; adım adım tasfiye etti. Keynes’gil tam istihdam öncelikleri son buldu. “Finans kapitalin kâbusu” olan enflasyona karşı mücadelede “parasal-mali kemer sıkma” öne çıktı; işsizliği besledi.  

Sermaye hareketleri tümüyle serbestleşti; emek-yoğun üretim kolları tedarik zincirleri içinde uluslararası sermaye tarafından düşük ücretli Asya, Latin Amerika ekonomilerine taşındı. Güney’de, yeni bağımsızlaşan ülkeleri de kapsayan korumacı, ithal ikameci programlar, genç sanayiler tasfiyeye uğradı. Köylülüğü koruyan, gıda hükümranlığını hedefleyen destekleme programlarına son verildi. Uluslararası sermaye tarımsal uzmanlaşmayı belirledi; topraksız köylülük, açlık yaygınlaştı.  

Neofaşizmi yükselten siyasal etken, 21. yüzyılın başlarında ölçüsüz boyutta saldırganlaşan emperyalizm tarafından, Afganistan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da milyonlarca insanın yıkımına, ölümüne yol açan “rejim değiştirme” operasyonları içinde gerçekleştirildi.  

Bu ekonomik ve siyasal etkenler, Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu’dan ABD ve Avrupa’ya kitlesel göç dalgalarına yol açtı. Bir yandan Meksika’ya, Tayland’a, Çin’e taşınan sanayi kollarının işsiz bıraktığı; diğer yandan da ucuz, örgütsüz göçmen emeği ile rekabete giren Batı işçi sınıfının sorunlarını Batı’nın geleneksel sol partileri sahiplenmedi. Sosyal demokrasi neoliberalizme teslim oldu. Reel sosyalizmin yıkılması, komünist, devrimci sol partileri dağıttı. 

Batı’da emekçi sınıfların saflarında neofaşizmin hortlaması, geleneksel merkez-sağ partilere bulaşması bu ortamın sonucudur. ABD’de Cumhuriyetçi Parti, neofaşizmi içselleştirdi. Trump’ın siyasal söyleminde göçmen ve Çin karşıtlığı; beyaz nüfusun ırk safiyetini korumaya dönük ve antikomünist sloganlarla bütünleşiyor. Nazi-faşist doktrinlerle benzeşme rastlantı değildir.  

Britanya’da İşçi Partisi’nin geleneksel sosyalist programını sahiplenen Corbyn, benzersiz bir komplo ile tasfiye edildi. Brexit’i gerçekleştiren Muhafazakâr Parti neofaşizmi sahiplendi. Avrupa’da radikal sol’un işlevlerini neofaşizm üstlendi.  

Birkaç vurgulamayla son verelim: Sermaye, artık beynelmileldir; vatansızdır. Göçmenler sermayenin kurbanıdır. Ülkelerinde kalan, siyasete katılan işçi sınıfları ise “ulusal” konumdadır. Ulusal işçi sınıflarının sancılarının neofaşizm tarafından sahiplenilmesini önlemek sosyalist sol siyasete düşecektir. Sol’un milliyetçilik ile hesaplaşarak uzlaşması gündemdedir. Sınıf mücadelelerinin siyasete taşınması da ülkelere özgü (“ulusal”) koşullarda gerçekleşmektedir. Genel reçeteler geçersizdir. Çözümlerimiz sınama-yanılma, el yordamı ile bizzat inşa edilecektir. 

*** 

Dünyada koşullar solun lehine ancak sağ yükselişte 

Kozanoğlu “Neoliberalizmin kaleleri ABD ve Birleşik Krallık’ta yakın zamana kadar sol/sosyalist rüzgârlar estiren Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn etkilerini yitirmiş durumdalar. Sanders 2024 başkanlık seçimleri için Biden’e destek verirken, İşçi Partisi Keir Starmer liderliğinde partinin sol kanadını tasfiye ettikten sonra, merkez sağ, Blair’ci bir profille kamuoyu yoklamalarında önde görünüyor” diyor. 

Hayri Kozanoğlu

Geçtiğimiz iki yıl, dünyanın farklı noktalarında solun kritik seçim zaferleri ve yenilgilerine tanık olduk. Dünya solunu 2024’te ne bekliyor? 

Hayri Kozanoğlu: Dünyada popüler ifadeleriyle polikriz veya permakriz diye adlandırılan çok yönlü sorunlar yaşanıyor. Savaşlar ve çatışmalar yaygınlaşıyor, enflasyon ve hayat pahalılığı sade yurttaşların yaşamını olumsuz etkiliyor, ekolojik kriz kendini aşırı iklim değişiklikleri ve doğal fela-ketlerle hatırlatıyor, gıda ve enerji fiyatlarında oynaklık sürüyor… Böyle bir küresel ortamda geniş anlamda solun yükselişine tanık olmayı bekleyebilirdik. Ancak bu koşullar tam aksine milliyetçi, yerlici, göçmen ve yabancı karşıtı aşırı sağ, otoriter, demagoji ve hamasetle beslenen siyasi hareket-leri güçlendiriyor. Diğer bir ifadeyle, solun değirmenine su taşıması beklenen objektif koşullar, sub-jektif gerçekler, yani sol/sosyalist parti ve hareketlerin geniş halk kitlelerine inandırıcı programlar sunmaları, mesajlar vermeleri, içlerinden güvenilir, karizmatik lider ve sözcüler çıkarmaları anla-mında somut “özne” pratiğiyle örtüşmüyor.  

Neoliberalizmin kaleleri ABD ve Birleşik Krallık’ta yakın zamana kadar sol/sosyalist rüzgârlar esti-ren Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn etkilerini yitirmiş durumdalar. Sanders 2024 başkanlık se-çimleri için Biden’e destek verirken, İşçi Partisi Keir Starmer liderliğinde partinin sol kanadını tasfi-ye ettikten sonra, merkez sağ, Blair’ci bir profille kamuoyu yoklamalarında önde görünüyor. Her iki ülkede de grevlerin ve sonuç alıcı işçi eylemlerinin boy verdiği bir dönem oldu. ABD’de başta üç büyük otomotiv firmasındaki grevler, sendikasız işçilerin ağırlıkta bulunduğu fabrikalarda da ücret artışlarını getirdi. Sağlık, lojistik çalışanları, baristalar, aktörler, gazeteciler derken 500 binin üzerinde işçi greve gitti. Britanya’da ise liman, demiryolu, posta, çöp toplama sektörlerindeki grev-leri, öğretmenlerin ve hemşirelerin hak arama mücadeleleri izledi.  

Kıta Avrupa’sında Hollanda, Slovakya, İtalya ve Macaristan’da seçimleri aşırı sağ kazanırken, İs-panya, Almanya ve Portekiz’de ise merkez sol hükümetler bulunuyor. Almanya’da Scholz en Ame-rikancı şansölye olarak tarihe geçme yolunda ilerlerken, İspanya’da Sosyalist Parti başkanı Sanc-hez, radikal sol diye kabul edilen PODEMOS ile ortaklığı bozarak, PODEMOS’tan kopan çalışma bakanı Yolanda Diaz’ın Sumar Partisinin desteği ile azınlık hükümeti kurdu. Portekiz’de merkez sol sosyalist partili başbakanı Antonio Costa’nın bir yolsuzluk skandalı sonrası istifa etmesi sonucu Mart 2024’te erken seçime gidiliyor. Yunanistan’da ise 2023 seçimlerine sağ damgasını vurdu, SYRIZA ABD’den ithal yeni medyatik başkanı ile adeta geçmişin bir karikatürü haline geldi.  

Latin Amerika’da ise yeni bir pembe dalgadan söz ettiren 2019’da başlayan sol rüzgâr yerini sağın yükselişine bıraktı. En son Arjantin ve Ekvator’da seçimleri sağcı adaylar kazandı. Kendini anarko-kapitalist olarak tanımlayan Arjantin’in yeni devlet başkanı Milei, aşırı bir sol, komünizm düşmanı. Brezilya, Şili, Kolombiya hepsi geniş koalisyonlarla yönetiliyor, sağa tavizler vererek sol seçmeni hoşnut edecek bir icraat sergileyemiyorlar. Tek başına iktidar olan Luis Acre ise önceki başkan Evo Morales ile 2025 seçimlerinde başkan adaylığı çekişmesine girip kendi partisinden ihraç edildi. Meksika’ya gelince, kendine özgü bir sol anlayışa sahip Lopez Obrador’un halk desteği sürüyor. 2024 seçimlerinde Obrador’un Morena Partisinden Claudia Sheinbaum’un ülkenin ilk kadın devlet başkanı olması bekleniyor. Latin Amerika’nın 2024’te solun yüzünü güldürme ihtimali olan bir di-ğer seçiminde ise Uruguay’da Geniş Cephenin Feminist adayı Montevideo belediye başkanı Caro-lina Cosse’nin olası zaferi heyecanla bekleniyor. 

*** 

Biden vs Trump 2024: Düelloda ikinci raunt olur mu? 

Aba " Ön seçimlerin başladığı 5 Mart’taki Süper Salı’ya kadar farklı bir gelişme olmazsa 5 Kasım’da Biden ve Trump düellosunun ikinci raundunu izlememiz kuvvetle muhtemel. Her zaman söylediğimiz gibi Amerika’da seçimleri para kazanır" diyor. 

Anıl Aba

Bu yıl gerçekleşecek Amerikan seçimlerinde Trump’ın adaylığı hatta kazanma ihtimali konuşuluyor. ABD’de Biden dönemi Trump’ın etkisini silmekte başarısız mı oldu, yeniden aşırı sağa dönüş hem sermaye çevreleri hem de Amerikan emekçileri için nasıl bir anlam ifade ediyor? 

Anıl Aba: 2024 tam bir seçim yılı olacak. Dünya ekonomisinin yüzde 42’sini temsil eden 40 ülkede 4 milyara yakın vatandaş genel seçimlerde oy kullanacak. Aynı yıl içinde bu kadar çok ülkede yönetimin değişme ihtimali siyaseten ilginç sonuçlar doğurabilir. Elbette her seçim kendi içinde önemlidir ama Amerika başkanlık seçimleri kendi dışında da önemli olduğundan 2024 yılının en büyük siyasi olayı herhalde 5 Kasım’daki ABD seçimi olacak. 

Dört yıl önceki seçim döneminde Cumhuriyetçi Parti uzun uzun vaatlerde bulunmamış, büyük planlar/projeler anlatmamış, kısa ve öz bir şekilde "Önce Amerika" gündemiyle kampanya yürüterek iktidarına devam edeceğini düşünmüştü. Demokratlar ise mevcut sağlık reformunun kapsamını genişletme, yargı reformu, ırkçı uygulamaları azaltma, iklim değişikliğiyle mücadele gibi ilerici bir gündem ile kampanyayı yürütmüş ve sonuçta da Biden yaklaşık yüzde 4,5 oy farkıyla başkan Trump’ı geçip yeni başkan olmuştu. 

Biden dönemi nasıl geçti? 

Biden’ın başarılı gözüktüğü konulardan biri istihdam ve işsizlik. Biden döneminde rekor seviyede bir istihdam artışı olduğu görülse de aslında bunun büyük bir kısmı 2020’deki Covid-19 salgının sebep olduğu baz etkisi. Yine de işsizlik oranı yüzde 3,5 ile son 50 yılın en düşük seviyelerine kadar düştü. Buna karşın son zamanlarda reel ücretlerin, yüksek enflasyondan ötürü, geriliyor olması Biden’ı sıkıştıran bir faktör. 

Diğer yandan hane halkı serveti Biden döneminde artmaya devam etti. Finans piyasaları fena sayılmaz; S&P 500 endeksi Biden’ın göreve başlamasından itibaren (reel olarak) yüzde 11 kazandırdı. Dolar yüzde 12 değer kazandı. Tahviller kaybettirdi. 

Daha fazla Amerikalı ucuz kamusal sağlık sisteminden yararlanmaya başladı. Yeşil enerji yatırımları da giderek yükseliyor. Suç oranı düşüş trendinde. 

Yani kâğıt üstünde, birkaç istatistik haricinde, işler pek de fena gitmiyor gibi… Fakat tüm bunlara rağmen, döneminin başında yüzde 59 olan Biden’ın güven oranı üçüncü yılında yüzde 37’ye kadar geriledi. Pew Research Center’ın anket çalışmaları gösteriyor ki Amerikalıların çoğunluğu özellikle göç ve dış politika konularında Biden’a güvenmiyor. Bunun Biden’ın yaşı, sağlık durumu ve oğlunun skandallarıyla alakası olabilir. 

Tamam, Biden’a güven yerlerde belki ama kongredeki Cumhuriyetçi liderlere olan güven oranı daha da düşük, yüzde 29. Buradan halkın siyasete ve siyasetçilere olan güveninin genel olarak azaldığı sonucu çıkarılabileceği gibi mevcut siyasetçilerin dışındaki adaylara bir yönelim olacağı sonucu da çıkarılabilir. İkinci senaryo Trump’ın geri dönüşünün sinyali olabilir. 

2024 ABD seçimlerinde kimler aday? 

Demokrat Parti ön seçimleri için şimdilik üç siyasetçi adaylığını açıkladı. İlki mevcut başkan Joe Biden. İkincisi, Oprah Winfrey’in de manevi danışmanlığını yapan kişisel gelişim kitabı yazarı Marianne Williamson. 72 yaşındaki Williamson 2020 ön seçimlerine girmiş ama başarısız olmuştu. Williamson gibi şarlatanların siyaset sahnesinin üstlerinde görülmesi bile burjuva demokrasisinin içler acısı halini gösteriyor aslında. Diğer aday ise Minnesota eski temsilcisi 56 yaşındaki Dean Phillips. Biden’ın yaşı ve düşen güven oranına rağmen ne Phillips’in ne de Williamson’un Biden’a ciddi bir rakip olması beklenmiyor. 

Cumhuriyetçi Parti içinde daha kalabalık bir yarış var. 78 yaşındaki eski başkan Donald Trump yeniden aday adayı olsa da parti içinde eskisi kadar güçlü olmadığı biliniyor. Buna rağmen birçok anket Trump’ın hem ön seçimlerde hem de Biden’a karşı önde olduğunu gösteriyor. Sıkı bir muhafazakâr liberal olan Florida valisi 46 yaşındaki Ron DeSantis ile CP ön seçimlerine giren nadir kadın adaylardan biri olan 53 yaşındaki Nikki Haley, Trump’ın en yakın rakiplerinden. Ramaswamy, Binkley, Hutchinson ve Christie’nin ön seçimlerde pek bir varlık göstermesi beklenmiyor. Tabii ilerleyen aylarda yarıştan çekilecek olan adayların kimin lehine çekileceğinin dengeleri değiştirme ihtimali olsa da yasal olarak bir mâni olmazsa Trump’ın adaylığına kesin gözüyle bakılıyor. 

JFK’in yeğeni Robert F. Kennedy Jr., aktivist ve filozof Cornel West ile çevreci aktivist ve doktor Jill Stein bağımsız adaylıklarını açıkladılar. Her ne kadar West ve Stein ilerici adaylar olsa da sandıkta sonucu etkileyebilecek bir destekleri ne yazık ki yok. 

Ön seçimlerin başladığı 5 Mart’taki Süper Salı’ya kadar farklı bir gelişme olmazsa 5 Kasım’da Biden ve Trump düellosunun ikinci raundunu izlememiz kuvvetle muhtemel. Her zaman söylediğimiz gibi Amerika’da seçimleri para kazanır. Genelde de yarışlar Wall Street ile Real Street arasında, yani finans sermayesi ile reel sanayi sermayesi arasında geçer. Hangi sermayenin hangi adayı daha kuvvetli bir şekilde desteklediğine göre sonuç belli olur. Bir süredir Demokrat Parti’nin Wall Street’ten, Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin sanayi sermayesinden destek aldığınız görüyoruz. Esen aşırı sağ rüzgârları da düşünecek olursak bu yıl sonunda Trump’ı yeniden ABD başkanı olarak görebiliriz. 

*** 

Netanyahu’nun savaşı destek bulmuyor 

Uzgel "İsrail açısından bakıldığında acımasız Gazze Savaşı birçok açıdan sorunlu gitti. Hamas’ın yıllardır bir kara savaşına hazırlandığı, tüneller oluşturarak hem savunma hem de saldırılar için kullandığı anlaşılıyor" diyor.

İlhan Uzgel

2024’te Filistin-İsrail krizi nasıl bir gelişme gösterir, Ortadoğu’yu nasıl bir yıl bekliyor? 

İlhan Uzgel: Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısından bu yana üç ay geçti. Giderek belli oluyor ki bu savaşın kazananı yok, kaybedeni ise Filistin halkı.  

İsrail’in karşı saldırıları başladığından bu yana, ortada savaş adına yaşanan, Ortadoğu’nun güçlü ordularından birinin sahip olduğu hava, kara, deniz unsurlarıyla bir halkın katliama tabi tutulması oldu. Hamas-İsrail Savaşı ise bunun bir alt unsuru haline geldi. Askerî açıdan bakıldığında Hamas’ın Gazze’deki sivil halkın İsrail saldırıları karşısında ne hava savunma ne de bombalamalara karşı yeterli bir korunak, sağlık malzemesi gibi önlemler aldığı görülüyor. Mısır sınırındaki tüneller ticaret, Gazze içindeki uzun tünel sistemi ise daha çok Hamas’ın askerî amaçları için düşünülmüş. Hamas yönetiminin 7 Ekim saldırısı sonrasında misliyle karşılık vereceğini bilmiyor olması mümkün değildi. 

Dolayısıyla, İsrail’in de, Hamas’ın da, Batılı ülkelerin de, Arap dünyasının da Gazze’deki Filistinlilerin hayatını öncelemediği bir ortamda savaşın en büyük kaybedeninin, en büyük acı çekenin şu anda 23 bin civarındaki bir kayıpla Gazzelilerin olması şaşırtıcı değil. 

Hamas bu saldırıyla, operasyonel kapasiteye sahip olduğunu gösterdi, Filistin halkı gözünde silahlı direniş imkânı olduğunu gösterdi. İkincisi, İsrail’in tereddütlü kara operasyonuna yer yer direndi, kendi sahasında resmî rakamlara göre İsrail kuvvetlerine 500 civarında kayıp verdirebildi, İsrail’e sınırlı da olsa bir bedel ödetebildi. Ama hepsi bu.  

Eğer İsrail bir noktada gerek ekonomik gerek Netanyahu’nun içteki siyasal sorunları, gerekse ABD ve Batı baskısı nedeniyle Gazze’yi yerle bir edip Hamas’a belirgin bir zarar vermeden geri çekilirse, Filistin halkı gözündeki yerini güçlendirebilir.  

İsrail açısından bakıldığında acımasız Gazze Savaşı birçok açıdan sorunlu gitti. Hamas’ın yıllardır bir kara savaşına hazırlandığı, tüneller oluşturarak hem savunma hem de saldırılar için kullandığı anlaşılıyor. Bir kara savaşının bütün sorunlu unsurlarının mevcut olduğu bir alanda İsrail zor bir işe kalkıştı. Yukarıdan ve karadan bombalamaktan çok daha riskli ve zorlu bir savaş oldu.  

İsrail makro düzeydeki hedefine de ulaşamadı. Amacı ilk aşamada Gazze’nin kuzeyindeki bölgeyi boşaltmak, sonrasında da mümkün olursa en yüksek sayıda Filistinliyi Mısır’a sürmeyi denedi. Buna öncelikle Filistin halkı karşı çıktı, hayatı pahasına direndi. Mısır kapıyı kapalı tutarak bu yakın tarihin ilk ilan edilmiş etnik temizlik çağrısına ve politikasına karşı çıktı. Filistinliler Gazze’den çıkmayınca, İsrail’in elinde yıkılmış olan Gazze kaldı.  

Gazze’yi insansızlaştırma ve tekrar İsrail’e katma gibi siyasal hedefleri destek bulmadı.  

İsrail’in yaşadığı bir diğer başarısızlık siyasal hedeflerine ulaşamadıkça ve saldırıları artırdıkça başta ABD, Batı’dan gelen desteğin azalması, eleştirilerin yüksek sesle dillendirilmesi oldu. 

ABD yönetimi İsrail’e destek verse de zaman içinde sivil kayıplar, yardımın ulaşması ve son dönemde etnik temizlik girişimi ile Gazze’nin İsrail tarafından kontrol edilmesi gibi planlara açıktan itiraz etti. Buna AB ve bazı AB üyeleri de katıldılar.  

Uluslararası alanda İsrail’e yönelik kamuoyu tepkisi artmaya başladı. Özellikle ABD’de Biden yönetimi iki açıdan sorun yaşamaya başladı. İlki ABD, pek de sevilmeyen ve beğenilmeyen Netanyahu hükümetinin peşine takılmış görüntüsü veriyordu, bölgede ve dünyada meşruiyet sorunu yaşamaya başladı. 

İkincisi, yıl sonunda seçimler yaklaşırken özellikle demokrat ve genç seçmende İsrail tepkisi artmaya başladı. Bu da Demokrat Parti ve adaylığı kesinleşirse Biden yönetimi için sorun yaratacak.  

Bunun dışında İsrail Gazze’de sorun yaşadıkça, çatışmanın ölçeğini ve kapsamını yayma eğilimleri gösteriyor. Şimdiye kadar Hizbullah’tan İran’a, ABD’den Suudi Arabistan’a bütün aktörler çatışmayı sınırlı tutmaya çalıştılar. İsrail’in bu girişimleri bölgede içinde İran’ın da yer aldığı geniş bir çatışmayı tetikleme riskini taşıyor.  

Netanyahu içeride zorlandıkça bu siyaseti zorlayacak gibi görünüyor.