21. Yüzyılda Fransa savaşları: Hataların ebedi tekerrürü

RÉGİS DEBRAY
ÇEVİREN: Y. EMRE CEREN

B Hataların ebedi tekerrürü ugün Fransa iki yüzyıldır ilk kez sivil, sömürge veya dünya savaşı deneyimi olmayan bir nesil tarafından yönetiliyor. Ama ne olursa olsun her ulus bir şekilde tıpkı bireyler gibi mazisinden belirli zorunluluklarını tekrarlamak üzere bazı mirasları edinir.

Sigmund Freud’un “Haz İlkesinin Ötesinde”de dediği gibi, “kontrol edilemeyen süreçler” bir sonuç olarak öznenin bilinçsizce ama kasıtlı olarak kendini üzücü durumlara sokmasına sebep olabiliyor. Bu da daha önce yaşanmış bir deneyimin hatırlanmaksızın tekrar edilmesi anlamına geliyor. Konu da aksi bir şekilde, durumun tamamen anın koşullarına göre belirlendiği güçlü bir etki altında. Fransa için bu unutkanlık süreçlerinden biri de “Dış Operasyonlar”dır ve üç aşamadan oluşan, değişmeyen bir dramdan başka bir şey değildir.

İLK AŞAMA: COŞKU

Üç aşamanın ilki euphoria, yani coşku ve mutluluktur. Çatışma değil ancak nüfuzunu kullanma, pasifleştirme veya "bölgesel istikrar" söz konusudur. Elde edilen ilk başarı iyimserliği artırır. Operasyon, her yerde aynı düşmanı hedef aldığı için mantıklı görünür: Fetheden, çok yönlü bir "izm"dir bu. Dün komünizmdi, bugün de terörizm.

Oysa komünist ülkelerin karşı karşıya gelebilmesi -Çin’e karşı Sovyetler Birliği; Vietnam’a karşı Kamboçya- bu ülkelerin aralarında homojen bir yapı oluşturmadığı anlamına gelmeliydi. İsim yerine sıfatı kullanmak konuyu anlamamaktır; ulusal, dini ya da toplum değerlerini unutmaktır. Ders kitaplarındaki ideoloji tanımına göre de söylem, karmaşık bir gerçekliği basit bir soyutlamanın arkasına gizlemeye hizmet eder.

"İzm"ler de askeri harekâtı kamuoyuna satma sürecini basitleştirir. Uzmanlar, maceraperestler ve entelektüeller bir fikir birliği çevresinde bir araya gelir. Nasıl mı? İlkin emekli bir asker çıkar ve askeri taktikleri vs. anlatır. Sonra çok seyahat eden birisi çatışma bölgesinden dönerken orada şahit olduklarını, operasyonun ne erdemli bir şey olacağı fikrini uyandırır. Son olarak da palavracı birisi Batı hakkında büyük harflerle konuşur. Hatta Taliban'ı "özgürlük savaşçılarına" benzetme ve cihatçıları takdire şayan isyancılara dönüştürme noktasına kadar götürür olayı.

Bu üçünün başında da bir “baş komutan” vardır, ki bu da en tehlikelisidir. Sarayda oturan bu kişi operasyonlar hakkında hiçbir şey bilmez, pusulası kamuoyu anketleridir ve - eğer düşünürse - çok kısa vadede yeniden seçilmeyi düşünür.

‘UZMANLARA ASLA DANIŞILMAZ’

Öte yandan daha yararlı bir ekip, kanaat önderlerinden değil de, etnograf, tarihçi, coğrafyacı ve bölge uzmanlarından oluşurdu. Bu bilim insanları inançları, gelenekleri, toplumları çok açık bir şekilde görebilirdi. Mesela böyle olsaydı Libya'nın işgali ne Libya uzmanlarına ne de seçkin bir Arabist olan Fransa'nın Trablus Büyükelçisi'ne danışılmadan gerçekleştirildi. Ama ne mi oldu? Cahil bir TV yıldızının görüşleri uzman görüşü olarak dikkate alındı.

Tüm bunlar olmayınca da bu yürekli işgalciler kendilerini tarihi, dili, dini, mutfağı ve aile yapıları hakkında hiçbir şey bilmedikleri halklar arasında bulurlar. Elinde silah olan misyonerler gittikleri yerde sevilmezler ve oralarda yaşayan insanlar da bu robokopların bir gün elbet ülkelerinden gideceğini bilir. Bundan sonra ise sıra hesap vermeye gelir (dikkatli olmak için bir başka neden daha). Kağıt üzerinde ‘insan hakları’, ‘insan’ının hatıralarına, tanrılarına ve topraklarına dair bir bağlılık kurmaz.

‘VİETNAM HAKKINDA HİÇBİR ŞEY BİLMİYORDUK’

Vietnam Savaşı Savunma Bakanlığı müfettişi Robert McNamara, savaşın üzerinden geçen 27 yılın ardından kurduğu cümlelerde, “Vietnam ve halkı hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Kendi ülkemizde değildik ve müthiş askeri üstünlüğümüze rağmen bu bağımsızlık savaşını kaybedebilirdik” ifadelerini kullandı.

Vietnam’ın düşmesi durumunda, Asya'nın geri kalanın da düşeceğine ilişkin domino teorisinin yanlış olduğu da savaş sonrasında kanıtlandı. Ancak ülkesi, McNamara’nın açık sözlülüğünden Somali’de, Irak’ta, Afganistan’da veya Suriye’de ders almadığını defalarca gösterdi. Aynı çizgi, aynı acı sonuç.

Arka planda kendisine liderlik eden büyük patronunun kararlı lojistik desteğiyle olsa da, Fransa'nın uygun ölçekte benzer bir yükü üstlenmeye niyetli olduğunu düşünmek için bazı iyi sebepler de var. Ancak dikkate değer bir de fark mevcut: Fransa'nın askeri-sanayisi, eski Savunma Bakanlığı yetkilisi Pierre Conesa'nın ‘askeri-entelektüel kompleks’ olarak adlandırdığı şeyin yanında bir miktar sönük kalıyor. Bu da uzun süredir devam eden bir paradoks: Savaş deneyimi olmayan siviller, ordunun kendisine göre daha çok savaş çığırtkanlığı yapıyor.

İKİNCİ AŞAMA: ÜMİTSİZLİK

Sürecin ikinci aşaması ümitsizlik ve moral bozukluğu. Göklerin, denizlerin, şehirlerin hâkimiyeti; casus uydular, dronlar vs. derken Cumhurbaşkanı’nın popülaritesi ile de birlikte işler iyi bir şekilde başladı.

Ancak daha sonra Fransa’nın askeri operasyonları kurbanları ve hatalarıyla birlikte bir yıpratma savaşına saplandı. Birleşmiş Milletler’in insani desteğine rağmen, Fransa’ya karşı çıkan müttefiklerine de çağrı yapıldı. Ancak sadece bir “imparatorluk” uluslararası bir koalisyonu kusursuz bir şekilde bir araya getirebilir. Bu da Fransa’nın olanaklarının çok ötesinde bir şey.

Bir sonraki büyük fikir ise yerel güçleri askeri olarak eğitmek. Bunun sonucunda da kurtarmaya gittiğiniz insanlar, kendi kurtarıcılarını kurtaracaktır. En nihayetinde de Vietnamlaştırma, Afganlaştırma, Sahelleştirme vs ile bir "Irak" veya "Mali" ordusu inşa etmenin sonucundan söz edilecektir. Bu, yabancı bir işgalin yönetimi altında ulus inşa etme vaktidir

Sonuç: Yozlaşma, firar, çifte ticaret, ilgisizlik. Koruyucularını korumakla görevli yeni yerel ordu bekleneni vermekte başarısız olur. Başlangıçtan itibaren yardımcı bir kuvvet olarak görülür ve bu nedenle itibarını yitirir. İşgal karşıtı duyarlılık öfkelenen nüfus arasında yayılır ve gösterilere evrilir. Büyük kentlerde sorular sorulmaya başlanır. Önce son derece özenli mırıltılarken, sonra yüksek sesle sorulur. Bu kadar nankörlük için tüm bu ölümlerin, tüm bu fedakarlığın ne anlamı var?

ÜÇÜNCÜ AŞAMA: EVE DÖNÜŞ

Üçüncü aşama, eve dönmek için bazı gizli hazırlıkları içerir. Süreç, neden olacağı korkunç sonuçlara aldırış etmeden çekilme yanlılarının resmi olarak kınanmasıyla başlar. Çünkü elbette ki teröristle pazarlık edilmez. Bu, yakında kamuoyuna duyurulacak gizli görüşmelerin başlatılması için zorunlu bir önsözdür.

Ama zaten artık çok geçtir ve tartışmalar geri çekilme yöntemleri üzerine yoğunlaşır. Batı, istilacı bir tür olmasının yanı sıra Kabil veya Trablus'ta, sonun ne olacağı konusunda endişeye mahal vermeden vedalaşma becerisine sahiptir. (Afganistan’daki Sovyetler Birliği de istisna değil.)

Tüm bu müdahaleler ardında kaosa neden olur. Kimse tek bir kelime dahi etmez ve yeni bir sayfa açılır. “Konvansiyonel güçlerin 100'e bir oranı her seferinde nasıl başarısızlıkla sonuçlanabilir?” sorusu asla sorulmaması gereken bir soru ve kaçınılması gereken kritik bir bilançodur. Gelecek on yıllarda diğer başkanlar, ahlakçılar ve hümanistler de bugünlerden hiçbir ders almaz.

Peki, öyleyse Batı çıkarlarını, işlerini, vatandaşlarını savunmayı bırakmalı mı? Savunma anlaşmalarını yırtıp, bakmakla yükümlü olduğu kişileri terk mi etmeli? Burada gerçekçi Amerikan tipi masallara birkaç tavsiye verilebilir. İlerlemenin iki yolu vardır: Ölümcül bir hava saldırısı ya da Irak’taki gibi kalıcı bir yerleşik bir kara kampı. Bu uzun vadede hiçbir şeyi çözmez, ancak hasarı aza indirger. Elbette ki çok az onura sahip bir kinizmdir bu. Üstün zekânın aptallıklarının yağdırıldığı asimetrik savaşta hayal kurmak beyhudedir. Napolyon'un ihtişamını yakalayan Arcole Muharebesi, ulaşamayacağınız bir yerdedir ve öyle kalacaktır.


Not: Makale, ilk olarak Le Figaro gazetesinde 10 Ocak 2021 tarihinde yayımlanmıştır; newleftreview.org’daki Ros Schwartz’ın İngilizce çevirisinden Türkçeye tercüme edilmiştir.